Aşefçiler Çarşısı’nın neşesi yok

Aşefçiler Çarşısı’nda her şey satılıyor ve çarşının müşterileri kadınlardan oluşuyor. Aşefçiler Çarşısı bu günlerde boş...

Abone ol

DİYARBAKIR - Aşefçiler Çarşısı, öyle anlaşılıyor ki, çarşının kaldırımlarında türlü otlar satan kadınlardan alıyor adını. Aşef, sebze fidelerinin toprağını kabartmak, fidelerin çevresindeki yabani otları, kurumuş yaprakları temizlemek işine deniyor. Aşef işini yapana Aşefçi deniyor. Hevsel Bahçeleri’nde aşef işini kadınlar yapıyor. Suriçi’ndeki çarşıya Aşefçiler Çarşısı denmesinin hikayesi ise şöyle: Hevsel Bahçaleri’nde aşefçi olarak çalışan kadınlar, akşama doğru topladıkları otları bu çarşıya getirir; kaliteli olanlar bahçe sahibinin anlaşmalı olduğu sebzecilere verilirdi. Kalitesiz olanlar, yani çürük, ezik olanlar ise aşefçi kadınlara kalırdı. Onlar da adı Aşefçiler Çarşısı’na çıkan çarşının kaldırımında satarak nafakalarını çıkarırlardı.

Hevsel Bahçeleri’nde aşefçi kadınlar hâlâ var, ancak çarşıda yenilebilir otlardan ya da sebzelerden sattıklarına rastlamak mümkün değil artık. Çarşı içinde manifaturacı dükkanı olan Mehmet Akbalık, birkaç yıl öncesine kadar yaşlı bir kadının burada Hevsel Bahçeleri’nden getirdiği otları, sebzeleri sattığını, ancak kadın kolunu kırınca bu işi bırakmak zorunda kaldığını anlatıyor.

ÇARŞIDA BİR TEK AŞEFÇİ KADINLAR YOK

Aşefçiler Çarşısı, dar sokakları, tarihi konakları, camileri, tahrip edilmiş kiliseleri ile Suriçi’nin tipik özelliklerini taşıyor. Dar sokaklar içinde birbirine bitişik dükkanlarda, deyim yerindeyse, ne ararsanız var. Sakatatçıdan, hediyelik eşyaya, manavdan elektronik eşya satan dükkanlara kadar. Ama en çok manifaturacı dükkanı var. Daha çok bu nedenle olmalı ki, erkeklerden çok, çarşının içinde alışverişe çıkmış kadınlara rastlanıyor. Çarşının esnafı erkeklerden oluşsa da müşterilerin neredeyse tamamı kadın. Bir tek kaldırımlarda Hevsel Bahçeleri’nden getirilmiş otları, sebzeleri satan kadınlara rastlamak mümkün olmuyor.

Mehmet Akbalık, Aşefçiler Çarşısı’nda dükkan açmadan önce, Suriçi’nde bir tablanın üstüne dizdiği kumaşları satarak başlamış işe. Suriç’nin bütün sokaklarını avucunun içi gibi bilmesi de bu nedenle. Suriçi’nde, hâlâ yasaklı olan Hasırlı Mahallesi’nde iki evi varmış. Evlerin ikisi de yıkılmış. Yakın zamanda kaymakamlıktan çağırmışlar, artık yerinde olmayan evleri için bedel önermişler. Suriçi’nin yasaklı mahallelerini parsel parsel gösteren bir harita var elinde, buradan evlerinin bulunduğu yerleri gösteriyor.

‘ZARARIMIZ BÜYÜK’

Akbalık, sokağa çıkma yasağı başladığında, çatışmalar yoğunlaştığında terk etmiş evini. Suriçi’ndeki dükkanı da yaklaşık 5 ay boyunca kapalı kalmış. Akbalık, “Bağlar’da bir dükkanım daha vardı” diyor ve devam ediyor anlatmaya: “Orada çalışmaya başladım. Ama buradaki dükkandan bazen mal almam gerekiyordu. Her tarafı Özel Tim’ler tuttuğu için zor oluyordu buraya gelmek. Silahları üzerimize doğrultarak, ‘Çabuk olun, çok şey almayın’ diyorlardı.”

Mehmet Akbalık’a bu süre içinde uğradığı zararı soruyorum. “Trilyonlarca” diyor. Biraz abarttı mı diye düşünürken, iddiasına açıklık getiriyor: “Bazı işlerimizi evde görüyorduk, bu nedenle evde kumaşlar, makineler vardı. Bunların hepsi evlerle birlikte gitti. Dükkan 5 ay kapalı kaldı. Hepsini toplasan 200-250 bin civarında bir zararım var. Ama bu bir şey değil ki. Sur’da insanlar öldü. Psikolojimiz bozuldu. Düzenimiz bozuldu. Bunun bedeli olabilir mi? Bunu trilyonlar versen karşılayamazsın.”

Sonra evini anlatıyor: “Asma ağacı vardı evimin avlusunda, incir ağacı... Oradan bir salkım üzüm kesip misafirin önüne koymak dünyanın en güzel şeyiydi. Sabah uyandığımda inciri dalından koparıp yerdim. Evlerle birlikte ağaçlarım da gitti. Bunun bedeli olabilir mi?”

Kendisinden çok komşularına üzüldüğünü de ekliyor Mehmet Akbalık: “Benim durumum iyiydi. Çocuklarım okumuş, çalışıyorlar. Bağlar’da bir dükkanım daha vardı. Ama hiçbir şeyi olmayan insanlar ne yapsın? İşini, evini, çevresini kaybetti insanlar. Komşularımdan birinin gidecek hiçbir yeri, yapacak hiçbir işi kalmayınca çoluğunu çocuğunu babasına bırakarak gurbete gitmek zorunda kaldı.”

MÜŞTERİ GÖÇ EDİNCE...

Arada kadın müşteriler geliyor, daha önce verdikleri siparişleri soruyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, Akbalık’ın oğlu dükkanla daha çok ilgili, çünkü her soruya “Oğlum gelsin, ona sorayım” diye karşılık veriyor.

Çatışmalar ve 103 gün süren sokağa çıkma yasağı nedeniyle dükkana kilit vurup çarşıyı terk eden çok sayıda esnaf olduğunu da anlatıyor Akbalık; “Kiralar da düştü” diyor, “Çünkü buranın eski canlılığı da kalmadı artık.”

Eski canlılığı elbette Suriçi’ndeki insanların göçüyle ilgiliydi. Suriçi’nde yaşayan 10 binlerce insanın göç etmek zorunda kalması, en çok buradaki esnafı etkiledi. Çünkü müşterilerinin tamamı Suriçi’nde yaşayan insanlardan oluşuyordu.

ABBAS’IN ACI KAHVESİ VE BİR ANI

Mehmet Akbalık ile dükkanında sohbet ederken çarşının çaycısı ile de tanışmıştık. Çaycı Abbas Yavuz, her şeye rağmen neşesini yitirmeyen insanlardan. Sokağa çıkma yasağı nedeniyle ekonomik olarak etkilenen esnafın başında geliyor olmalı. Ama umudunu diri, öfkesini kavi tutmayı biliyor. Bütün gün sokaklarını dolaşıyor çarşının. Çarşıda çay satıyor ve bu şekilde geçiniyor elbette. Ama onu çarşıda tutan asıl şey, ekonomik kaygılardan çok, 1970’li yılların sonundan bu yana havasını soluduğu çarşının kendisi gibi.

Süleyman Nazif’in çarşı içinde kalan konağını dışarıdan gösteren Mehmet Akbalık, Abbas Yavuz’un çay ocağına gitmemizi de öneriyor. Dar ve karanlık bir sokaktan sonra varılıyor Yavuz’un çay ocağına. Çay ocağının diğer çay ocaklarından bir farkı yok elbette, ancak ikram ettiği acı kahve sahiden de harikaydı.

Biz kahvemizi içerken, gençliğinde İstanbul’da yaşadıklarını da anlatıyor Yavuz. Dediğine göre Beyoğlu’nda hayranı olduğu film artisti İrfan Atasoy’a rastlamış bir gün. “Beni tanıdın mı?” diye sormuş Atasoy’a. “Hayır” karşılığını alınca, “Ben senin hiçbir filmini kaçırmadım. İzlediğim filmlerini eve gidince annemle babama anlatırdım. Şimdi sen diyorsun ki, ‘Ben seni tanımadım’. O zaman artık ben de seni tanımıyorum” demiş. İnce espriyi anlayan Atasoy, arkasını dönüp giden Yavuz’a sarılmış, arkadaş olmuşlar.

Aşefçiler Çarşısı’ndan çıkıp Gazi Caddesi’ne çıktığımda aklımda Abbas Yavuz’un söyledikleri vardı. Suriçi’ndeki mahalleleri yıkanlar, Suriçi’nin sakinlerini ve esnafını dağıtanlar tanımıyordu Suriçi’ni. Abbas Yavuz, Suriçi’nin de bu hoyratlığı tanımayacağını anlatıyordu.