‘Asena’dan sonra masanın hamuru değişir mi?

‘Asena’nın denklemden çıkması ya da bir ihtimal senaryosu olarak ağırlığını yitirmiş halde geri dönmesi öncelikli hedeften gayrısını talileştiriyor. Dış politika konularında ‘kurumsal’ donmuşluğu, (masada oturanlardan birinin) üfürdüğü “proaktif dış politika” söylemi ve her şeyi batıran maceraperestlik dağıttı. Bunu toparlamak kurumsallık kadar milliyetçi prangayı kırmayı gerektiriyor.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

‘Asena’nın Altılı Masa’ya attığı falsolu tekmenin sosyolojik tabana, iktidar karşısındaki yeni denkleme ve sandığa etkilerini komşu yazarlara bırakayım diyorum.

Meral Akşener’in Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını önlemeye kendisini ne kadar şartlandırdığını...
“Alevi’den başkan olamaz” gizli kodunun nasıl bekçiliğini yaptığını...
CHP liderinin Ekmeleddin İhsanoğlu ile başlayıp Muharrem İnce ile devam eden hep ötekine yol veren olgunluğu üzerinden kendi siyasi geleceğine nasıl yatırım yaptığını...
Devletin bağırsak katındaki ‘derin’ adamlar ve ayrıcalıklı sermayenin mesajlarına ne denli açık olduğunu...
İktidar tarafında MHP’nin üstlendiği rolü muhalefet alanında kendisinin yürüttüğünü...
Dediği olmadığı takdirde CHP’ye de mayın atmakta nasıl tereddüt etmediğini...
Siyasal alanda vesayet çabasının erişebildiği çirkinliği vs.

Belli ki Kılıçdaroğlu birleştirici rolüyle zehirli ve kutuplaştırıcı iktidar sarmalının ayarlarını bozarken masanın ikinci büyük ortağını da bilemiş. Kılıçdaroğlu deprem felâketi karşısında “İktidarla hizalanmayı reddediyorum. Erdoğan’la, sarayıyla ve rant çeteleriyle hiçbir zeminde buluşmayacağım. Halkımızın kavgasını vereceğim” derken Akşener “devlete zeval gelmesin” modunda kaldı.

Selahattin Demirtaş’ın Kılıçdaroğlu’na pas atması da masanın milliyetçi kanadında Kürt desteğine olan alerjiyi körükledi.

Kılıçdaroğlu adım adım önündeki “seçilebilir aday” koşulunu aşarak Akşener’in kafasındaki siyasi tasarımın dışına çıktı. Bu süreç Altılı Masa’nın toplantısına kadar fırtınayı olgunlaştırmış olmalı ki Akşener tufan kesildi. Ama Erdoğan’ın yüzünü güldürse de diğer yandan taşların yerine oturtulmasına imkan sunuyor. Eğer Kılıçdaroğlu istifini bozmaz da HDP ve sol partiler dahil üstü çizilmişlere de bakabilirse kimi iğreti taşlar yerini bulabilir. Aynı yaklaşım, merkez sağ iddiasıyla tabanını genişletmiş İyi Parti’deki şişkinliği giderebilir. Bu açıdan Bekir Ağırdır’ın MHP’den gelen kadrolar ile sosyolojik tabandaki farklılığa değinen değerlendirmesi çok önemli. 

Bu notları iliştirdikten sonra meselenin iç siyasi boyutunu uzmanına bırakmış olayım...

DIŞ POLİTİKA PERSPEKTİFİNDE NE VARDI, NE DEĞİŞİR?

Peki Akşener’in çekilmesi, Altılı Masa’nın deklare ettiği ortak politika belgesinin dış tarafını etkiler mi? O belge çıktığında üzerine yazı yazmak önceliğim olmamıştı, bunu itiraf edeyim.

Devletin kırmızı çizgilerine dokunulmazlık atfeden CHP’nin Suriye, Irak ve Libya’da iktidarın dümenine su taşıyan sicili ortadayken; Suriye batağının mimarı ile İhvan’ın diğer iki siyasal versiyonu o masadayken; ülkenin en karanlık döneminde İçişleri Bakanlığı yapmış, insanlık suçlarını olumlamış ve şimdilerde merkez sağdaki boşluğa oynarken profiline makyaj çekmiş, yine de “muhalefetteki MHP” rolünden vazgeçememiş milliyetçi bir lider kendi çizgisini dayatırken kendi kendime şunu sormuştum: Ortak politika belgesi ne kadar şaşırtıcı ya da tutarlı olabilir ki?

Elbette o belgede dış politikada fabrika ayarlarına dönüşe işaret eden bir dizi nokta sıralanabilir:
- “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi esas alınıyor.
- AB’ye tam üyelik hedefi teyit ediliyor.
- NATO’ya katkının ulusal çıkarlar gözetilerek sürdürüleceği belirtiliyor.
- ABD ile müttefiklik ilişkisinin eşitler arası bir anlayış ve kurumsal bir temelde güvene dayalı olarak ilerletilmesinden bahsediyor. F-35 projesine dönülmesi hedefi konuluyor.
- Rusya ile ilişkilerin eşitler arası bir anlayışla, kurumsal düzeyde dengeli ve yapıcı diyalogla güçlendirilmesi hedefleniyor.
- Komşuların toprak bütünlüğüne ve egemenliğine saygı duyulacağı ve iç işlerine karışılmayacağı belirtilirken uyuşmazlıkların barışçı diplomasiyle çözülmesi gerektiği vurgulanıyor.
- Yunanistan’la sorunların ulusal çıkarlara göre diplomasi, müzakere, uluslararası hukuk ve hakkaniyetle çözülmesi öngörülüyor. Fakat Ege’de egemenlik alanlarına zarar verebilecek hiçbpir gelişmeye müsaade edilmeyeceği belirtiliyor.
- Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve hidrokarbon kaynaklarının hakça paylaşımında çoklu müzakere süreçlerine öncelik verileceği söyleniyor.
- Kıbrıs’ta AKP’nin iki devletli çözüm yoluna girmiş olmasına karşın iki toplumun egemen siyasi eşitliğine dayalı çözümün altı çiziliyor.
- Azerbaycan’la kardeşlik bağları güçlendirilirken Ermenistan’la sorunların çözümüne yönelik adımların kararlılıkla sürdürülmesi öngörülüyor.
- AİHM kararlarına uyulacağı belirtiliyor.
- Dış politikada Dışişleri Bakanlığı’nın kurumsal rolünün öne çıkarılması öngörülüyor.
- Suriyeli sığınmacıların geri gönderilmesi için yapılacaklar belgede genişçe yer alıyor.

Ortaya konulan perspektif ya da vaatlerin içinin nasıl doldurulacağı çok daha önemli. AKP’nin uluslararası ortaklarla imzaladığı metinlerde de bunların birçoğunu görebilirsiniz.

“Suriye’de barışın sağlanması” hedefinden söz ediyor ve sorunun adı doğru bir şekilde konulmuyor. İşgal, vekalet savaşları, dış müdahaleler, terör örgütleri, milisler, (İsrail) korsan saldırılar, nüfuz mücadeleleri ve bölgesel hesaplaşmaların olduğu karmaşık bir durumu ‘savaş ya da iç savaş’a indirgeyen bir yaklaşımla sorun çözülemez.

Belgede eksik çok. Türkiye’nin uluslararası örgütler içindeki konumunun güçlendirilmesinden söz ediliyor ama küresel güç Çin’in adı bile geçmiyor. Yine Türkiye’nin askeri olarak müdahil olduğu Libya belgede hiç yok. Türkiye’nin pek çok yerde yollarının kesiştiği ve çıkarlarının çatıştığı İran da bir kez olsun zikredilmiyor. Türkiye’yi birinci dereceden alakadar eden Ukrayna da es geçilmiş. Rusya maddesi çok içeriksiz. Aslında içeriksizlik ABD, AB ve NATO ile ilişkiler için de geçerli.

Evet belge pek çok açıdan fabrika ayarlarına dönüş çağrışımı yapıyor. Aynı zamanda AKP’nin politikalarında devama işaret eden hususlar da var. Fabrika ayarlarındaki ayarsızlığı ya da arızaları AKP’nin felâket savrulmaları karşısında olumlayan yaklaşımın izlerini de görüyoruz. Doğrusu yeni bir şey getirdikleri ya da üçüncü bir yol önerdikleri söylenemez. Eskinin restorasyonu! Ama son 20 yılın kimi tortularını da muhafaza ederek.

KÜRTLER VE CİHATÇI GRUPLAR: ORTAKLIK KİMİNLE?

Akraba toplulukları ve soydaşlar olarak Türklerden başkası yine görülmüyor. Kürt sorunu belgede tamamen yok sayıldığı gibi Kürt akrabalığı da yok hükmünde.

Suriye ile normalleşmenin parametreleri belirsiz. Masada kalanlar muhtemelen HDP’ye hariçten bir destek kolonu gözüyle bakıyor. Şimdi denklem daha farklı bir yerde kurulur mu bilmiyoruz. Masanın beşli halinde Kürtlerin Suriye ve Irak tarafındaki hassasiyetleri karşılık bulabilir mi? Kürt oylarının hatırına... CHP devletin kırmızı çizgilerini kendine sınır yaptığından bu konuda iyimserliğe yer bırakmıyor. Fakat milliyetçi çengel düşünce Kılıçdaroğlu’nun şahsında tablo biraz esneklik kazanabilir mi? Belki.

Şam’la normalleşmeye masanın tüm paydaşları aynı açıdan bakmıyor. Belgede Şam’la temas ve diyalogun yanı sıra terör örgütü olmayan muhaliflerle birlikte çözümden söz ediliyor. Bu yaklaşım çok sorunlu. Açıkçası listede olmayan tonlarca selefi cihatçı örgüt varlığını Türkiye’nin himayesinde sürdürüyor. Hem Şam’la barıştan hem bunları Suriye’nin geleceğine taşımaktan söz eden bir siyasi akıl yürütülüyor. Ya da akıl tutulması! Bunun kaynağı malum. Bu noktada Gelecek, Saadet ve DEVA ile kurulan dengeyi görüyoruz. Muhaliflerle iştigal AKP’nin yeni yöneliminden çok farklı değil. Erdoğan da Rusya lideri Vladimir Putin’e terör örgütlerini elimine etme ve ‘makul’ muhalifleri Astana ve Cenevre’ye taşıma sözü vermişti.

Buradaki asıl mesele selefi-cihatçı örgütler ve Kürt aktörlerin hangi kefeye konulduğu. Muhaliflerle diyalog Kürtleri içeriyor mu? Özerk yönetimin statü arayışını boğma konusundaki mevcut yaklaşıma eklemlenmiş bir yapıda esneme var mı?

HDP’ye masanın altından el uzatıp HDP’nin konumundaki PYD’yi terör örgütü sayan yaklaşım özünde AKP’nin devamlılığını temin ediyor. ‘Asena’dan sonra bu değişir mi? Sanmam. AKP son tezkereye kadar CHP’den de destek aldığı ‘terör koridorunu dağıtma’ safsatasında daha fazla ilerleyemediği için artık PYD-YPG’yi Şam’la birlikte ortadan kaldırma kartına oynuyor. Şam’la normalleşmenin alt metninde bu var: Esad’ın gücü yetiyorsa kendisi yapsın, yoksa birlikte yaparız!. “Adana Mutabakatı II” işte bu noktadan yükleniyor. Altılı Masa’nın kalan ortakları iyimser bir tahminle “sınırlar içinde ve sınırların ötesinde terörle mücadele” diyen politikada küçük bir parantez açabilir. Biraz cesaret gösterebilirlerse “Türkiye ile ilişkileri düzelmiş bir Suriye’de toprak ve siyasal bütünlüğü temin edecek şekilde Kürtler için üretilecek iç çözümü sabote etmeyiz” diyebilirler. Bu Türkiye’nin kendi Kürt sorununun çözümü için de anahtar olabilir. Saldırmazlık garantisi başlı başına Kürtlere uzanan yolu açabilir. Yine de bu fasıl çok iyimserlik kaldırmaz. Devletin kırmızı çizgileri bu masanın da kırmızı çizgileri!

ERDOĞAN NORMALLEŞME KARTINI MUHALEFETİN ELİNDEN ALINCA...

Gerilimli ilişkileri normalleştirme muhalefetin en büyük iddiası. Mesele şu ki Erdoğan bu beklentiyi çoktan satın aldı. BAE, Suudi Arabistan, İsrail ve Mısır’la kendi elleriyle ektiği düşmanlıklara son verdi. Takla ata ata! Son olarak yalandan da olsa yüzünü Şam’a döndü. Suriye ile normalleşme ve sığınmacıların geri gönderilmesi Millet’ten Cumhur’a ve iki masanın dışında kalan milliyetçi tonlarda paylaşılamayan vaat.
Özetle kağıt üzerindeki restorasyon, imzacı partilerin genel siyasal karakteri dikkate alındığında radikal bir dönüşüm beklentisine yetmiyor. Suriye ile yeni bir başlangıcın nasıl olacağı belirsiz. Normalleşmenin koşulları çok net ve bu konulara doğrudan değinilmiyor. Yeniden inşaya katılma bir vaat ama bunun sadece Şam’la el sıkışmakla ilgili olmadığı göz ardı ediliyor. Bu ambargocu ABD ve AB’yle sağlam bir pazarlığı gerektiriyor.

ABD’nin Şam’la normalleşme ve ülkenin yeniden inşasını bloke eden tutumu da ortada. Deprem sonrası insani yardım diplomasisinin açtığı kanallarla Şam’la normalleşme havası eserken ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley cumartesi çat kapı Rojava’ya gitti. IŞİD’e karşı savaş gerekçesiyle Amerikan varlığını hatırlatmak aynı zamanda Şam yolunu tutanlara bir ihtar. Sadece Araplara değil mesaj.
Irak’la su, sınır ötesi hareketler ve askeri üslerle ilgili sorunların nasıl çözüleceğine dair yaklaşım da belirsiz. Türkiye’nin onlarca üs kurduğu, Erbil ve Süleymaniye’yi baskıladığı, petrol ve doğalgaz anlaşmaları yaptığı, bu yüzden Bağdat’la mahkemelik olduğu Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkilerde nasıl bir yol alınacak?

Yunanistan, Kıbrıs ve Ermenistan’la düğümleri çözmeye yetecek düzeyde kararlı, risk alan ve ezber bozan bir çıkış olacağı izlenimi edinemiyoruz.

ÖNCELİK REJİM DEĞİŞİKLİĞİ OLUNCA...

Bittabi detaylar masayı dağıtır. İhtiyacımız olan şey acilen bütünlüğü sağlamak, ortak aday çıkarmak ve tek adam rejimini sonlandırmak. O yüzden ‘Asena’nın denklemden çıkması ya da bir ihtimal senaryosu olarak ağırlığını yitirmiş halde geri dönmesi öncelikli hedeften gayrısını talileştiriyor.

Dış politika konularında ‘kurumsal’ donmuşluğu, (masada oturanlardan birinin) üfürdüğü “proaktif dış politika” söylemi ve her şeyi batıran maceraperestlik dağıttı. Bunu toparlamak kurumsallık kadar milliyetçi prangayı kırmayı gerektiriyor.

Akşener’in çekilmesi herkeste az çok bulunan milliyetçi dozda ne kadar aşınma yaratır? Ya da Kılıçdaroğlu’nu hazmederek dönüşü... Milliyetçi ve statükocu düğüm biraz zayıflayabilir. Biraz.

“Bütün bunları konuşmanın sırası değil” diyebilirsiniz. Evet Türkiye’nin geleceği için ucube rejimden parlamenter sisteme dönüş öncelikli. Önce Saray! Siz de haklısınız amma velâkin…

Tüm yazılarını göster