1985 doğumlu Damien Chazelle iki yıl önce izlediğimiz
“Whiplash”ten sonra yine sansasyonel bir filmle karşımızda. İlk
gösterimini gerçekleştirdiği Venedik Film Festivali’nden itibaren
görenlerin dilinden düşmeyen, kimilerine göre yılın, kimilerine
göre ise sinema tarihinin en önemli filmlerinden birisi olan “La La
Land/ Âşıklar Şehri” için ilk elden söylenebilecek şey
gösterişlilik.
Bu gösterişlilik halinin bir önceki filmi “Whiplash”in de
alametifarikalarından olduğunun altını çizelim öncelikle. J.K.
Simmons’un (burada da küçük bir rolü var) oyunculuk gösterisinden,
öğrencisi Andrew’in solo performanslarına kadar birçok ayrıntı
hikayenin içinde ustaca bir şova dönüştürülüyordu. Damien
Chazelle’in mahareti, bu anları bir şov gibi göstermemeyi
başarması, hikayenin içine yedirmesi ve filmin omurgalarından
birisi haline getirebilmesi.
ETKİLEYİCİ BİR AÇILIŞ
“Âşıklar Şehri” ise anlarla değil, bütünüyle bir şova
dönüştürülmüş yapıt olarak dikkat çekici. Daha ilk sahnesinden
itibaren –kalabalık ve uzunca, görkemli bir tek planla ile
seyirciyi ilk dakikadan avucunun içine alıyor- her sahnesi
tasarlanmış, her bakışın, her duruşun seyircideki karşılığı ince
ince hesaplanmış bir film “Âşıklar Şehri”. Gücünü de eski usul
olmasından, hikayesinin basitliğinden değil; bütün bu bilindikleri,
bu çağın seyircisinin ruhuna uydurma becerisinden alıyor.
Nihayetinde yola çıkarken yönetmenin elinde, estetik olarak
kullanmayı düşündüğü ve çoğu sinema tarihçisine göre “artık öldü”
denilen müzikal geleneği ve Hollywood’un yüzlerce kez işlediği âşık
olup yalnızlıklarını unutan, birbirlerine tutunarak ideallerini
gerçekleştirmeye çalışan iki genç insan var malzeme olarak.
Oyuncu olmak isteyen ve yaşadığı başarısızlıklar nedeniyle
özgüveni giderek sarsılan Mia ile eski usul bir Caz kulübü açmak
isteyen Sebastian’la tanışma anı seyirci için çok bugüne dair. Mia
trafikte ağır hareket eder, Sebastian arkadan korna çalarak
yanından geçer, kadın orta parmak işaretiyle tepkisini gösterir.
Mia’nın içeriden gelen piyano sesine vurulup girdiği restoranda
ikinci kez göz göze geldiklerinde bugünün gerçeğinden çıkıp bir
masalın içine düşeriz. Bundan sonrası artık Mia ve Sebastian’ın
gerçek dünyanın başarı/başarısızlıkları ile uğraşma, kabullenmeler,
reddiyeler ve bir noktada ‘çağın gerçekleri’ne sırtlarını dönüp
ideallerini gerçekleştirme süreçlerine dair basit, görkemli ama
etkileyici bir hikaye.
GERÇEĞİN İÇİNDEKİ MASAL
“Âşıklar Şehri”, temel olarak seyirciye gösterdiği karakterlerle
ilgilenmiyor. Seyirciyle ilgileniyor daha çok. Bu iki gencin
kimliğinde seyircisini bugünün dünyasında bir noktada alıp, hiç
parçası olmadıkları bir müzik evrenine, geç kaldıkları bir sinema
ruhuna ve başka filmlerde görseler çok ‘klişe’ bulacakları bir aşk
hikayesine götürüyor. Bütün bunları yaparken bugün ile nostaljiyi
dengeli bir şeklide bir arada tutmayı başarıyor. Seyirciyi filme
bağlayan şey de tam bu kanımca. Yani gerçekliğin içinde bir masal
kurulabileceğine dair filmin ikna edici gösterişliliği.
Damien Chazelle, “Whiplash”te ortaya koyduğu ‘seyirciyi avucunun
içine alma’ maharetini burada bir kez daha gösteriyor. Üstelik
anlattığı masalı tam olarak bitirmiyor da. Seyirci bir tür ‘ertesi
yarın’ duygusuyla çıktığı filmin etkisinde bir süre kalacaktır hiç
kuşku yok ki. Kendi adıma masalcının gösterişli anlatımına dikkat
kesilsem de masalda ne anlatıldığına odaklanınca gerçek dünyaya
hızlıca döndüm. Damien Chazelle’in mahareti seyirciyi hikayede
değil, gösteride tutmayı başarması. Gösterişin cilası silinmeye
başladığında bu filmden hafızalarda bir masal kalır mı? Bunu zaman
gösterecek hiç kuşku yok ki.
Ryan Gosling ve Emma Stone’un kusursuz uyumuyla etkisini daha da
artıran “Âşıklar Şehri”ni, iki saatlik kendinden ve gerçeklikten
kaçış filmi olarak bu dönemde izlemenin herkese iyi gelebileceğini
belirtelim.
Ama masalın ne anlattığına değil, masalcının nasıl anlattığına
odaklanırsanız!

ORİJİNAL ADI: La La Land
YÖNETMEN: Damien Chazelle
OYUNCULAR: Ryan Gosling, Emma Stone, John
Legend, J.K. Simmons
YAPIM: 2016, ABD
SÜRE: 128 dk.
VİZYON TARİHİ: 30 Aralık 2016