Çocukların aşılanmasını önleyen ebeveynler üzerinden yaşanan hak ihlalleri ve hukuki/bilimsel tartışmalar bizim ülkemizle sınırlı değil; dünyada böyle bir eğilim var ve aşıların etkinliğini kısıtlıyor. İlk adım, güven oluşturmak da dahil olmak üzere aşı talebini güçlendirmek suretiyle ebeveynleri bilinçlendirmek, ardından da birinci basamak sağlık hizmetlerini sağlamlaştırmak.
Henüz üç yaşında, ama yaşından çok küçük gösteriyor.
Kolları ipince. Boyu kısacık. Çelimsiz.
Angolalı João’nun gözleri görmüyor. Ülkesinde ciddi bir sefalet, üstüne de bir iç savaş yaşanıyor. Sağlık hizmetleri yerle bir olmuş.
Görmeyişinin sebebi, rutin çocukluk aşılarını olmadığı için kızamık hastalığı geçirmesi ve yetersiz beslenme sebebiyle yaşadığı A vitamini eksikliği sonucunda bağışıklık sisteminin çökmesi.
Kızamık enfeksiyonu vücudunda ilerledikçe, zaten düşük olan A vitamini depoları mahvoluyor ve göz korneası kuruyunca tüm gözü süt beyazına dönüyor.
João, yeterince süt içemediği gibi, gözleri de süt beyazına bürünüyor.
João, çocukluğun alacalı renklerinden de, bir çocuk olarak sağlık hakkından da mahrum kalıyor.
Yirmi beş yıl öncesinden bugüne boş gözlerle bakan João, kederli bir coğrafyanın kederli çocuğu. Belki elinde olanaklar olsa, böyle bir yıkımın içinde çocukluk yaşamasa, ailesi ona tüm çocukluk aşılarını yaptıracaktı. Çünkü ebeveynler bilinçlendikçe ve aşıya erişim arttıkça, her gün binlerce virüsle karşılaşan bir bebeğin bağışıklık sistemi açısından aşıların önemi anlaşılıyor.
UNİCEF ve Dünya Sağlık Örgütü’nün yerel sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği halinde yürüttüğü aşılama kampanyaları sayesinde, her yıl milyonlarca çocuğun hayatı kurtarılıyor.
Bu yıl UNICEF’in Nisan ayı sonunda yayımladığı Dünya Çocuklarının Durumu 2023: Her Çocuk İçin Aşılama adlı rapor, araştırmanın yürütüldüğü 55 ülkeden 52’sinde COVID-19 salgını sırasında aşıların çocuklar için önemine ilişkin kamuoyu algısının azaldığı ve çocukların aşılanması konusunda son 30 yılda görülen en büyük gerilemenin yaşandığına ilişkin uyarıda bulunmuştu.
2019-2021 yılları arasında toplam 67 milyon çocuk aşılanmamış. 2022’de dünya çapında kızamık vakalarının sayısı bir önceki yılın iki katından fazla. Çocuk felcinden hastalanan çocuk sayısı da 2022’de bir önceki yıla göre yüzde 16 oranında artmış.
Peki ya elinde tüm fırsatlar, aşıya erişim imkanları ve kolaylıkları olan ebeveynlerin çocuklarına benzer bir geleceği reva görmelerine, onların hasta olmama haklarına kendilerinin karar vermesine ne demeli?
Aşı retçiliği genellikle ebeveynlerin dünyası, itirazları ve çekinceleri üzerinden tartışılsa da aslında çocukluk dönemi aşılarına konu olan kişinin de önlenebilir bulaşıcı hastalıklara konu olmama hakkının bir “çocuk hakkı” olduğu çoğu zaman göz ardı edilir.
Aşılanma, en temel çocuk haklarındandır.
Devletlerin, çocukların aşılanma hakkını zorunlu hale getirme konusunda yaptırım gücünü koruması, çocukların “hasta olmama haklarını ellerinden almaya çalışan” ebeveynler karşısında çocuğun yanında durması da çocukların haklarını korumaya yöneliktir.
Birçok Avrupa ülkesinde, zorunlu çocukluk aşıları yapılmayan çocuklar, kreşlere kabul edilmiyor ve bu da ebeveynlerin, çocukların hem sağlık hem eğitim haklarını ellerinden alması anlamına geliyor.
Bu konuda Çekya’ya bir hayli referans verilir. Çek yasalarına göre çocukların difteri, tetanoz, boğmaca, hepatit B ve kızamık dahil olmak üzere dokuz hastalığa karşı aşılanması şart.
Ancak Çekya’da çocuklarına yasal aşı gerekliliklerini yerine getirmedikleri için para cezasına çarptırılan veya çocukları kreşe alınmayan aileler birkaç yıl önce AİHM’e başvurdu.
Dava, Çek Cumhuriyeti’ne karşı 2013-2015 arasında yapılan altı başvuruyu temel aldı. Başvuranların temel dayanağı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 8. maddesiydi. Yani, özel hayata saygı… Devletlerinin bu maddeyi ihlal ederek onları çocuk aşılarını zorunlu yaptırmaya yönelttiğini iddia ediyorlardı.
Dava sonucunda ise AİHM şu kararı verdi: Çekya’daki sağlık politikası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özel hayata saygı hakkına ilişkin 8. maddeyi ihlal etmiyor. AİHM, konuyu çocuk hakları üzerinden de okudu ve çocukların üstün yararına ilişkin her kararın, yüksek önem taşıdığını söyledi:
“Bu nedenle devletler üzerinde, onların sağlıklarını ve gelişimlerini etkileyen tüm kararların merkezine çocuğun ve bir topluluk olarak çocukların yüksek yararını yerleştirme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bağışıklık kazandırma bakımından amaç, ciddi hastalıklara karşı her çocuğun korunması olmalıdır.”
ABD Yüksek Mahkemesi, daha 1905 yılında, ebeveynlerin sebebi ne olursa olsun çocuklarını aşılatmama gibi bir anayasal hakları olmadığına hükmetmiş, zira bu yasaların genel kamu sağlığını korumaya yönelik olduğunu belirtmişti. Yüksek Mahkeme’ye göre, çocukluk aşılarının yapılmaması, “tıbbi ihmal” kapsamında değerlendirilmeliydi.
Dolayısıyla, çocukların aşılanmasını önleyen ebeveynler üzerinden yaşanan hak ihlalleri ve hukuki/bilimsel tartışmalar bizim ülkemizle sınırlı değil; dünyada böyle bir eğilim var ve aşıların etkinliğini kısıtlıyor. Ancak elbette kötü örnek emsal teşkil etmez.
Geçtiğimiz günlerde Birleşik Krallık Sağlık Güvenliği Ajansı, Londra’da büyük bir kızamık salgını yaşanabileceği konusunda uyarıda bulundu.
İmmünologlar, eğer kızamığa karşı aşılanma oranları artmazsa, Londra özelinde binlerce kişinin hastanelik olabileceğini, onlarcasının da ölebileceğini söylüyorlar. Şehirde 1 Ocak – 30 Haziran arasında 128 kızamık vakası tespit edilmiş. Bu da, bir önceki yıla göre yüzde 66’lık bir artışa karşılık geliyor.
Kızamık, solunum yoluyla geçen hastalıklar arasında en bulaşıcı olanı. Ölümcül olmasının yanı sıra, ciddi nörolojik hasar da bırakıyor. Sürü bağışıklığı için de Dünya Sağlık Örgütü, toplumun yüzde 95’inin bu aşıyı yaptırmış olması gerektiğine dikkat çekiyor.
Kızamık teşhisi konan çocukların bir kısmı ölüyor, ancak çok büyük kısmı da yaşamının geri kalanını kalıcı bilişsel bozukluklar ve sağırlık gibi ciddi komplikasyonlarla sürdürmek zorunda kalıyor.
Peki çocukluk çağı kızamık aşısını toplumun sadece yüzde 85’inin yaptırdığı Londra’da bilimin izinden gitmek ve ölüm ve sakatlanmaları önlemek için ne yapılıyor?
Öncelikle, çocukları eksik aşılı olan ebeveynler, iki dozu da tamamlamaları için ilgili aşı merkezlerinden randevu almaya davet ediliyor. Buna özellikle Londra’da düşük aşılanma olan ve en yüksek riskli toplulukların yaşadığı bölgeler hedeflenerek başlanıyor. Londra’nın bazı bölgelerinde iki yaşında ilk doz kızamık aşısını olanların oranı yüzde 69,5’ler düzeyinde. On çocuktan biri, ilkokula başladığında kızamık aşısının iki dozunu yaptırmamış durumda.
Dolayısıyla ilk adım, güven oluşturmak da dahil olmak üzere aşı talebini güçlendirmek suretiyle ebeveynleri bilinçlendirmek, ardından da birinci basamak sağlık hizmetlerini sağlamlaştırmak.
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre kızamık vakalarında Avrupa’da birinci sırada olan Türkiye’deki durum da pek iç açıcı değil.
Mayıs 2022-Nisan 2023 arasında 1543 vaka bildirilirken, birkaç ay içerisinde bu konuda birinciliği -1129 vaka bildiren- Rusya’nın elinden almış durumdayız.
Enfeksiyon hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol, kızamık konusunda aşı karşıtlığının özellikle son 13 yılda giderek arttığına dikkat çekiyor ve şu tespitte bulunuyor:
“O zamana kadar Türkiye’de çok az vaka görülüyordu. Yıllık 100’ün altında kızamık vakası yaşanırken, ölümler de 10’un altına inmişti. Eliminasyon sınırına yaklaşmıştık. Bu tarihten sonra 2013’te “importe” dediğimiz Avrupa kökenli ve İstanbul orijinli bir vakanın yayılması sonucu sayılar 7000’e kadar çıktı. İmporte ile kasıt; döküntünün başlangıcından önceki inkübasyon süresi boyunca yurt dışında bulunma öyküsü olan ve yabancı kaynaklı enfeksiyona ilişkin kanıtlarla desteklenen vaka… Bu süreçte Suriyeli mülteciler suçlandı ama kökeni Avrupa’daydı, Suriyelilere bunun ardından yayıldığı ve kamplarda kolayca yayıldığı ortaya çıktı. Aşı retçiliğinin küçük çaplı bir yansıması ve düzensiz göçle gelen mültecilerin arasında eksik aşılıların olmasından dolayı kolayca yayılması bunda etkili oldu.”
Ancak ortada toplumsal sorumluluk gereği ciddi bir farkındalığın da güçlenmesi gerekiyor; zira çocukluk aşıları ebeveynlerin yapboz tahtasına konu olamayacak, “fikir özgürlüğü” ve “bireysellik” üzerinden değerlendirilemeyecek bir çocuk hakkı alanı.
Bunu da “sus küçüğün, söz büyüğün” şeklinde kültürel kodlarımıza işlemiş bir zihniyete karşı gerçekleştirmek ve üstün çocuk yararı gözetilerek aşılama kararlarının alınmasını sağlamak ekstra efor gerektiriyor.
Bununla birlikte, Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin 24.maddesi, ülkelerin çocukların temel sağlık hizmetlerine erişim konusunda yeterli desteği ve altyapıyı sağlaması gerektiğine dikkat çeker. Dolayısıyla, çocukların aşılanması, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin de bir gereği.
Esin hoca, “nasıl güvenli binada oturuyorsak, nasıl güvenli ilaç kullanıp nasıl güvenli gebelik konularını tartışıyorsak, toplu yaşam için de çocukluk çağı aşılarını yaptırmalıyız,” diyor ve ekliyor:
“Son dönemde artan sıklıkla görülen kızamık vakaları, sağlık sisteminin hatalarını yüzümüze vurdu. 2016 yılında ilkokul çağı aşılamalarında aktif aşılamadan pasif aşılamaya dönüldü; 6-8 yaş aralığındaki aşılar, 4-6 yaşa çekildi. İkinci dozu yaptırmayanlar açısından bir boşluk doğdu. Yetersiz bilgilenme ve koordinasyonsuzluk da bunda etkili oldu.”
Peki, Adıyaman, Urfa, Konya gibi tarikatların yoğun olduğu yerlerdeki aşı retçiliğiyle nasıl başa çıkılabilir?
Esin hoca, insanların aşılanma konusunda ikna edilmesi gerektiğine vurgu yapıyor ve gerek sağlık okuryazarlığını güçlendirecek türden kamu spotlarıyla gerekse bilim insanlarını kötüleyen, bilimi değersiz gösteren TV programlarının denetlenmesi yoluyla bu sürecin kontrol altına alınması gerektiğini söylüyor.
Ayrıca, öncelikli hedef, aşıların kötücül olduğu iddiasını neredeyse militanca savunan karşıtlar değil, kafası karışan, safsatalarla aklı bulanan ebeveynlerin bilimsel verilerle ve diyalogla ikna edilmesi olmalı.
Yoksa “Çocuğumuza aşı ve topuk kanı yaptırmadık. Hâlâ arıyorlar bakanlıktan” şeklinde paylaşımlar yapan sahte hesapların takipçileri ve destekçileri de her daim olur ve çoğalır.
Bu çağda bir dağ köyünde doğan bebeğin de, büyükşehirde hali vakti yerinde bir aileye doğan bebeğin de eşit bir şekilde topuk kanıyla birçok hastalığının bebeklik çağında tespit edilip, sonraki yıllarda zeka geriliği başta olmak üzere birçok hastalığının ilaç tedavisiyle önlenebileceğine yönelik açık, net ve bağlayıcı adımlar atılmalı. Çünkü topuk kanı da aşılama da bir çocuk hakkıdır ve sınıfsal temelli fırsat eşitsizlikleriyle ilişkilendirilemez.
Esin hocaya göre, “gelenek” adı altında bilimsellik karşıtı bir aşı retçiliğinin yoğun olduğu bölgelerde, Sağlık Bakanlığı yetkililerinin özel güvenlikli aşılama timleriyle birlikte, aşılama konusunda güçlü bir siyasi irade göstererek aşılanma oranlarını artıracak müdahalelerde bulunmaları gerekiyor.
Esin hoca, şu anda İstanbul ve deprem bölgesinde suçiçeği ve kızamık vakalarının yaygınlaştığını, sonbaharda ise çok daha fazla ili kapsar hale geleceğini tahmin ediyor.
Kısa süre önce SSPE’den (Subakut Sklerozan Panensefalit) Türkiye’de 6 çocuğun öldüğü bilgisi, tıp çevrelerinde büyük bir kaygıyla tartışılmaya başlandı. SSPE, merkezi sinir sisteminde kızamık virüsü ile oluşan, hızlı seyirli, ölümcül bir virüs enfeksiyonu. Daha çok 1 yaş altı kızamık geçirenlerde görülüyor ve bu beyin iltihabı ve felç hali ölümle sonlanıyor. “Bu konuda Bakanlığın açıklamada bulunması gerekiyor,” diyor Esin hoca.
Aşıyla önlenebilir hastalıklardan yaklaşık yüz yıl önce ölen, sakat kalan insan hikayelerini, aşıların bulaşıcı komplikasyonlarını unuttukça, komplo teorilerine ve sözde bilime toplumda fütursuzca yer açtıkça, korku ve endişeleri harekete geçiren bilgi kirliliğine karşı teyit etme alışkanlıklarını yeterince geliştirmedikçe, medyada birçok sözde uzmana sansasyonel demeçler vermeleri için alan açıldıkça aşılanma konusunda toplumsal bellek kaybımız da artıyor ve bu da çocukları önlenebilir hastalıkların pençesine yeniden kaptırıyor.
Oysa çocukları ölüme ve sakatlanmaya dek sürükleyen komplo teorilerinin, safsatanın, bilim karşıtlığının tek aşısı var. O da eleştirel düşünme ve doğru bilgiye erişim.
“Yazmak iletişim kurmak değil direnmektir,” demişti Ulus Baker. Çocukların hayatın her evresinde, her pratikte, her politikaya içkin bir hakkı olduğunu çekinmeden, her zaman yazarak, savunarak, yetkilileri ve aileleri uyararak direnmeye devam…