Memleket ekonomisinin hızla dibe gittiği şu dönemde kapımızda beliren savaş, bir anda hayatı altüst etti. Geçim sıkıntısının yanına, yazık ki endişe ilişti. Bir yandan gencecik insanların ölüm haberi gelirken diğer yandan bebekler ve çocukların da içinde olduğu sivil ölümler, hayatı karartmaya yetti. Böylesi bir ortamda ilk susan müzik oldu. Etkinliklerin bir kısmı yapılıyor ama Sıla’dan Moğollar’a kimi isimler, gelen haberler üzerine konserlerini iptal ettiğini, ertelediğini açıkladı. Sıla’nın perşembe gecesi yaptığı açıklama, özetle şöyle: “Dün akşamüstünden beri büyük bir üzüntü, huzursuzluk ve kaygıyla takip ediyorum, ediyoruz olanları. Bilirsiniz; ben sanatın iyileştirici gücüne, koruyuculuğuna inanırım ancak vatan evlatları canla başla mücadele verirken, aileleri evlerinde evlat yolu gözlerken, günahsız bebek, çocuklarımız ve sivil halkımız canından olurken, yaralanırken, cuma ve cumartesi akşamları olanca coşku ve neşemle sahnede olacak gücü ben kendimde bulamıyorum. Seyircilerimin affına ve anlayışına sığınıyorum. Barış ve huzur dolu günlerin yakında olması dileğiyle…”
Barış, ortak hasretimiz. Sürekli dile getiriyoruz çünkü bu topraklarda ihtiyaç duyduğumuz şey, barış içinde bir arada yaşamak. Bunu başarabildiğimiz gün her şey sahiden çok güzel olacak. Bu cümlenin seçim vaadini aşması, uygulanabilir olması gerekiyor. Bunun da tek yolu, toplumsal barış. Savaş çığırtkanlarına inat, istediğimiz bu. Neyse ki yalnız değiliz: Başta şarkılar, sanatın her alanında barış hasretiyle kurulmuş cümlelere rastlıyoruz. Bu konuda çok yazı yazdım, bir kere daha aynı mevzuyla sayfayı ve vaktinizi işgal etmeyeyim; sözü, yakın dönemde çıkan bir albüme getireyim.
Gündemin tamamen dışında bir albüm bu: Bize, eski güzel günlerimizi hatırlatıyor. Siyaset konuşmadığımız günleri… Memleket cadı kazanı gibi, sürekli kaynıyor; siyaset her dem gündemimizde ama bilhassa 2013 sonrası, başka hiçbir şeyden söz etmez olduk. Eskiden müzikten, şarkılardan söz ederdik; bugün, pek çok şeyi ikinci plana attık. Gündemin sürekli değişiyor oluşu ve memleketin giderek kötüye gidişinin getirdiği moralsizlik, ortamın da kararmasına sebep. Yine de müzik susmuyor, bir şekilde (sessiz de olsa) varlığını sürdürüyor. Piyasanın hâli fena, yayımlanan CD’ler fiziki olarak alıcısına ulaşmıyor belki ama şarkılar yolunu buluyor, ilgili kulakları dolduruyor. Unuttuğumuz ya da unutturulan duyguları, hadiseleri hatırlatan şarkılar, hepsinden daha fazla ilgi görüyor. Durup durup eski şarkılara yönelmemiz, biraz da bundan.
Tam da bu noktada karşımıza çıkan iki CD’lik bir toplama, derde derman gibi: Fikret Şeneş şarkılarından müteşekkil “Kimler Geldi Kimler Geçti” başlıklı bu albüm, Sezen Aksu’dan Sıla’ya, Şevval Sam’dan Rafet El Roman’a pek çok ismi bir araya getirdi.
Fikret Şeneş, şarkılarıyla memleket müziğine can veren isimlerden. En önemli söz yazarlarından biri; o zamanki adıyla Türkçe sözlü hafif Batı müziğinin can damarlarından. Bilhassa Ajda Pekkan için yazdığı şarkılar, “aranjman” söyleyen utangaç kızın Süperstar unvanıyla taçlandırılmasına uzanan yolda önemli bir kırılma noktası. Yazık ki Pekkan bu albümde yok. Ama bu, onun bu şarkıları kanatlandırdığı gerçeğini değiştirmiyor.
Şeneş’in adını duyduğumuz ilk şarkı, Ajda Pekkan’a alternatif olarak yazılan “İki Yabancı”. Meşhur Frank Sinatra şarkısı “Strangers in the Night”ın aynı adlı iki Türkçe versiyonundan biri. Bilinen, Ajda Pekkan’ın tanınmasına sebep olan plak –ki sözlerini, Fikret Şeneş’in en büyük rakiplerinden biri olan Fecri Ebcioğlu yazmış. Şeneş’in bu şarkı üzerine yazdığı sözleri, Tanju Okan seslendirmiş. Yazık ki bu şarkı, diğerinin gölgesinde kalmış. Şeneş – Pekkan buluşması, pek çok “hit” şarkının doğmasına sebep. Albüme de adını veren “Kimler Geldi Kimler Geçti”den “Bambaşka Biri”ne, “Ya Sonra”dan “Uykusuz Her Gece”ye uzanan bu işbirliği, uzun yıllar sürdü.
Fikret Şeneş’in ölümünün ardından yazdığım bir yazıda, onu, “güçlü kadının sesi” olarak nitelemiştim. Sözleri, kadınların sesini yükseltiyor. “Bambaşka Biri”, bu anlamda, kitlelerce söylenen, dilden dile yayılan, bugüne aynı coşkuyla gelen bir “marş”: “Sardı korkular / gelecek yıllar / Düşündüm sensiz nasıl yaşanacaklar / Gözlerimde canlanınca yaptığın haksızlıklar / Güçlendim, her şey bambaşka olacak…” Şarkıyı, albümde, genç isimlerden Serel Yereli seslendirmiş. Benim kalemim değil. Bu yüzden, ayırdığım şarkılardan biri olmadı. Aynı dönemde yapılmış bir başka güçlü şarkı, “yeni” hâliyle ilk dinleyişimde beni çarpanlardan oldu: “Haykıracak Nefesim Kalmasa Bile”, maNga yorumuyla “bambaşka” olmuş. Ankaralı topluluk, yine ezber bozmuş.
Şevval Sam, “Sensiz Yıllarda”yı, dönemin “disko” düzenlemelerine selam çakarcasına gümbür gümbür bir altyapı üzerine söylemiş. Yazık ki ona yakışan, Yıldız Tilbe’ye yakışmamış ve “Mutluluğun Bedeli”, gümbürtüye kurban gitmiş. Fatma Turgut, çok bilinen “Palavra”yı güzel düzenlemesine rağmen eksik söylemiş. Ona eşlik eden, art arda palavralar sıkan erkek olmayınca şarkı tuhaflaşmış. Evrencan Gündüz ve Yalın, aldıkları şarkıları kendilerine uydururken, diğer isimler daha standart düzenlemelere yönelmiş. Bengü, “Bir Günah Gibi”yi neredeyse bire bir yorumlamış ama Buray, *Kimler Geldi Kimler Geçti”de tıpkı maNga gibi ters köşe yapmış. Rubato, “Bana Yalan Söylediler”i Müslüm Gürses gibi söylemeseymiş, Six Pack “Sana Bana Yeter”i biraz daha bozsaymış şahane olacakmış. Bu hâlleri de yeter belki ama küçük dokunuşlarla harikalar yaratabilirlermiş.
Albümün “sürpriz”i, belli ki Ali İnsan. Almanya’da düzenlenen bir yarışmada Mozart Ödülü’nü alan 13 yaşındaki küçük müzisyen, “Memleketim”e el atmış. Söyleyebileceğim tek şey şu: Şarkının içinde karşımıza çıkan ve şarkının ruhuna (ya da aslında ona biçilen hisse) pek de uymayan “Ben gönleme eylerim / Gerisi Allah kerim” dizeleri, yerini bulmuş. Benim için sürpriz değil, bu yüzden “Memleketim”, ayırdığım şarkılardan biri olmadı. Olmasa da olurmuş.
Memlekette yapılan “tribute” albümler tartışmasına girmeyeceğim zira bu konu üzerine de çok yazdım. Bu tarz saygı albümlerini beceremediğimiz muhakkak. Bu toplama da (içindeki güzellikleri saymazsak) “olmamış” albümler arasında yerini aldı. Yine de Sıla’dan “Her Yaşın Ayrı Bir Güzelliği Var”ı, Tuğba Özerk’ten “Aşk Defteri”ni dinlemek güzel. Her şey bir yana, Işıl Yücesoy’un “Dönüyorum Eski Sevgilime” yorumu, muazzam. Özediğimiz sanatçı, şanına yakışır bir yorumla seslendirmiş şarkıyı. Kalbimizi delip geçmesi, bundan.
Olumsuzluklarına, içindeki klişelere rağmen, memleketin zor günlerinde içimizi ısıtan albümlerden biri bu. Fikret Şeneş adını yeniden gündeme getirmesi bir yana, yukarıda altını çizdiğim şarkılar, ileriye kalacak olanlar. Bir şey daha var: Yapımcının iki albümü ayrı ayrı piyasaya sürmesi, işin ruhuna aykırı. Tek bir pakette toplansa, içine ayrıntılı bir kitapçık konulsa, şansı daha da artardı. Açık söyleyeyim, insanın eli gitmiyor. CD’nin zaten satılmadığı bir dönemde böylesi cinlikler satışı artırmaktan ziyade onu engellemeye yönelik hamleler. Keşke olmasa.
Ekonominin dibe vurduğu, savaşın canımızı sıktığı bir dönemde aşk şarkıları dinlemek, onlara sığınmak isterseniz, “Kimler Geldi Kimler Geçti” (en azından içindeki kimi şarkılarla) bir can simidi olarak devreye girebilir.