Aşka kesilmiş bilet: Mezel ve Burhan Ekinci

Burhan Ekinci'nin romanı "Mezel" okurla buluştu. Okur romanda, Mezel ve Dicle’nin aşkı ile bu aşk etrafında 1990’lı yılların politik duyarlığına; savaş, ölüm ve ayrılıklara tanıklık ederken, Ekinci de Kürt coğrafyasının vefasızlıklarını, ihanetlerini ince bir akıl süzgecinden geçirerek okuru romanın içine çekiyor.

Abone ol

A. Rahim Kılıç

Bireyin düşsel ve psikanalitik yolculuğunun “buradayım” ile başlayıp “buradasın” ile biten derin hesaplaşmalarının romanıdır Mezel. Burhan Ekinci’nin Klaros Yayınları tarafından yayımlanan ve bir üçlemenin ilk eseri olan Mezel 'Odima' üçlemesi, “Var oluşum yeter diyecek ve yok oluşum gel diye fısıldayacak” cümlesiyle başlangıç yaparak şiirsel bir anlatıyı seçiyor. Bu iddialı cümle, romanın ilerleyen sayfalarında Türkçenin zembereğinden süzülen berceste betimlemelerle okuru seksen sekizinci istasyona ulaştırıyor. 291 sayfalık anlatının daha ilk sayfalarında ölümü yedeğine alarak başlayacak bir tren yolculuğunun, yaşamın bilinmezliklerine çarparak yazarın imgeleminde nasıl bir keşmekeşliğe yol açtığını merak ediyoruz.

Kendini arayışın, yaşama anlam biçmenin yolculuğunda bazı istasyonları es geçerek gelinen seksen sekizinci istasyonda yazarın gördüğü “Dicle”dir. Fakat burada Dicle bir kadından ziyade çağrışımları zengin bir metaforu tanımlıyor. İç içe geçen kadın adları Mezel karakterinin kendi gerçekliğiyle yüzleşmeleri üzerinden Elif, Dilan, Selin, Çimen, Meryemcan ve Dicle olup ruh buluyor. Yazarın Haydarpaşa Garı’ndan başlattığı arayışın Odima Garı’nda ya da ruhunun çırpındığı yerde sona eren ruhsal sürgünlüğüdür anlatılan.

Burhan Ekinci, bu anlatıda bazı anlar roman dilinden uzaklaşarak mektup yazıyormuş gibi, sohbet ediyormuş gibi bir anlatımı tercih ediyor. Bilinçli bir tercih mi bilmiyorum, ama okurla kurduğu bu samimiyet, romanına kekre bir tat bırakıyor. Bu durum onu birinci tekil anlatımla ikinci tekil anlatım arasında gelgitlere zorluyor. Dilin anlatım olanaklarını kurduğu kısa cümlelerle ve hitaplarla kendine özgü bir mecraya dönüştürüyor.  Kahramanlarına kurduğu hemen tüm diyalogların sonrasında anlatıcı monologlarla örgüye dâhil oluyor. Bu da okurun belleğinde merak duygusunu kışkırtıyor. Anlatıcı Mezel mi, yazar mı yoksa sürekli değişen bir döngü içerisinde nevrotik hezeyanlar yaşatan romanın kendisi mi, bilemiyoruz!

Mezel, Burhan Ekinci, 298 syf., Klaros Yayınları, 2019.

Romanın akışını yazarımız rahat bırakmış. Adeta dizginlerini koparmış gibi olaylar bir akışkanlık içerisinde zaman ve mekân sınırlarını yıkarak kendini dipsiz bir boşluğa vuruyor. Bu boşluk, dipsiz olsa da anlamlı bir boşluktur. Mezel karakteri üzerinden ölümü (Mezel Kürtçede mezar demek), Dicle karakteri üzerinden ise yaşamı önceleyen bir metonime sığınıyor. Haydarpaşa Garı’ndaki yolculuk bir anda bizi Suriçi’ne (Diyarbakır) çekiyor ve anı-mektup karışımı bir anlatımla politik çekişmelerin, ideolojik kabullenmelerin ortasına bırakıyor. Mekânın ruhuna sinmiş olan politik kimliği, yazarımız morg görevlisi karakteriyle buluşturarak ölüm ve yaşam kavramlarını kadın kimliği üzerinden inşa ediyor.

'KÜRT COĞRAFYASININ DAĞINIK YAŞAMLARINDAN KESİTLER'

Mezel sahte kimliği üzerinden kendine yaşam bulan kahramanı gibi, Burhan Ekinci de Kürt coğrafyasının bütün sahteliklerini, vefasızlıklarını, ihanetlerini ince bir akıl süzgecinden geçirerek okuru romanın içine çekiyor. Yoğun biçimde kullandığı küfürler, okura kaba ve incitici gelmiyor. Yaşamın olağan akışında kıyısından köşesinden nasiplendiğimiz sokak dilini edebiyat sokağına estetize ederek var olan jargonları yıkıyor. Alışıldık roman dilinden ve olay örgüsünden farklı olarak savruk, ama aynı zamanda disipline edilmiş bir ustalıkla Kürt coğrafyasının dağınık yaşamlarından kesitler sunuyor.

'AŞKIN ÖLÜMLE GRİLEŞMİŞ TEMSİLİ: DİCLE'

Yazar, romanın bütün akışı boyunca bazen Mezel oluyor bazen de Mezel ile sohbet ediyor. Bunu yaparken de art arda sıraladığı soru ve felsefi sorgulamalarla Mezel’i hesaba çekerken aslında okuru da kendi pişmanlıkları ve ihanetleriyle yüzleştiriyor. Yazar, eteğindeki bütün bilgi birikimlerini ve haznesindeki tüm sözcükleri romana dökmekten, yaşamışlıklarını ulu orta sergilemekten kaçınmıyor. Mezel romanında belki de son yıllarda okuduğum hiçbir öykü ve romanda olmadığı kadar çok betimleme ve imgeler kullanılmış. Felsefi ve psikanalitik değerlendirmelerle soru üstüne sorularla okur, sözcük sağanağında sığınacak yer arıyor. Ama romanda “Griyiz” diyerek rengini belli eden kahraman Mezel gibi, yazar da yaşantısında sadece siyah beyaz renklere değil, unutulmaz bir aşkın ölümle grileşmiş temsili olan Dicle’ye sığınıyor.

Mezel romanında trendeyiz, ama mutfakta, ama morgta, ama mezarlıkta, ama bir yerlerde ya da hiçbir yerde. Mekânlar sürekli değişiyor, kafa karıştırıyor. Nasıl ki kahraman sürekli bir devinim içindeyse mekân da bir değişim ve devinim içinde oluyor. “Buradayım” ile başlayan her bölüm, değişen kadın kimliği ve bu kimlik bağlamında sorgulayıcı bir eril dil dikkat çekiyor. Okur bir tren yolcusunun macerasına eşlik edeceğini düşünürken ileri-geri sıçramalarla (feed back-forward back) kurgulanmış bir gerçekliğin içinde buluyor kendini. Kurgunun temel dinamiği Mezel değildir, Mezel yazar için bir argüman; mekan ve kadın imgesi için Mezel bir aracı, hikayenin anlatıcısı Mezel, anlatılan kadınlar…

Mezel, sade bir aşk romanı değil, edebiyatı, felsefeyi ve bir meramı anlatmayı kendine dert edinmiş kompleks bir roman. Aşkın vücut bulduğu bir düşsellikle hakikatin İstanbul ve Diyarbakır’da arayışa dönüştüğü, masumiyetin yürekleri kor gibi yaktığı incelikli bir roman. Mezel “Bir kadının aşk, çok kadının yalnızlık” olduğunu toplumsal olgularıyla harmanlayarak 1990’ların fail-i meçhul cinayetlerinden, köy yakmalardan, kayıp annelerinden ve toplumun acılarından yola çıkıp 2000’lerin sanal aşklarına, ucuz dostluklarına, zarif ihanetlerine tırmanıyor. Yazar, bu yaklaşımıyla yeni bir anlatım tarzını denediğinin farkında olacak ki, bilinen roman diline resti çekiyor. Nasıl bir yaşanmışlıktır ki Burhan Ekinci’ye “Mezel”i yazdırıyor! Farklı örgüsü ve özgün anlatımıyla okunması gereken bir roman.