“Suriye’nin kuzeyinde oluşan otorite boşluğu nedeniyle uluslararası hukukun ve Adana Anlaşması'nın verdiği haklarla, terör ve benzeri tehditler gerekçeleri ile” Suriye’de bulunduğumuz söyleniyor. Bu açıklama ne kadar doğru?
Kamuoyu çok hızlı gelişmeler nedeniyle bilginin ucunu kaçırıyor ve meseleyi son gelişme(ler)den ibaret/itibaren görüyor.
İdlib özeline sıkıştırılan bu sürecin daha iyi anlaşılabilmesi ve klişe deyişle “büyük resmin görülebilmesi” için, Suriye’de örtülü amaçlarla hareket edenlere ve bunların propagandalarını yapanlara bir kez daha hatırlatmak lazım:
- İdlib’te çeşitli zamanlarda çeşitli yerlerden nakledilen konsantre cihatçılar var. Konsantre diyoruz çünkü ılımlı olanların büyük çoğunluğu Suriye yönetimi ile anlaşma yapmayı kabul ederek bu gruplardan ayrıldı. Kalanların büyük bir kısmı ise dini ideolojileri gereği cihat yapmak isteyenlerden oluşuyor. Bu gruplar, demokrasi gibi bir amaçlarının olmadığını bizatihi kendileri vurguluyor. Toplum adına siyasi bir ideolojileri yok. Amaçları Farabi, İbn-i Sina, El Kındi, Harezmi, Maarratul Numan’da heykelinin kafasını kopardıkları şair ve felsefeci Ebu Ala El Maarri gibi filozof, şair, matematikçi, müzik adamı, astronomlar ve benzerlerinin izlerini yeryüzünden silmek ve kendi İslami anlayışları içinde bir düzeni hakim kılmak. İnsan, emekçi, kadın, çocuk, hayvan hakları umurlarında değil. Teknoloji ve bilimle ilişkileri sadece kendi cihatlarını yürütebilecekleri silah ve iletişim araçları ile sınırlı. Üretim, sanayi, gelişim gibi kavramlardan haberleri bile yok.
- Bu gruplar cihat anlayışıyla hareket ettikleri için kendi amaçlarına engel olarak gördükleri herkesi katletmekten zerre kadar çekinmiyorlar. Bu nedenle hukuku önemsemiyorlar ve bu açıdan toplum için büyük tehlike oluşturuyorlar.
- Dini açıdan kendileri gibi olmayan/düşünmeyen Sünnileri, Alevileri, Hıristyanları, Ezidileri, Ermenileri, Arapları, Türkleri, laikleri, solcuları, sosyalistleri düşman ve yok edilmesi gereken olarak görüyorlar.
- Bu silahlı grupların bazıları Türkiye ve Rusya ile birçok devlet tarafından “terör örgütü” olarak kabul ediliyor. Aslında İdlib’te silah gücü ve alan hakimiyeti olan grupların hepsi terör örgütü.
- Bu grupların bazıları Türkiye ile Rusya arasında yapılan gerilimi azaltma anlaşmasını en baştan reddetti, silahlı grupların hepsi ateşkes anlaşmasına bir saat bile uymadı ve saldırılarına devam etti.
- İdlib’te bulunan sivillerin çoğunluğu bu grupları onaylamıyor. Ancak kaçabilenlerin dışında imkanı olmayanlar bu örgütlere mahkumlar. Bir kısmı bu cihatçıların aileleri ve başka şansları da yok.
- Suriye’de artık siyasal sürecin başlatılması için şartlar oluşmaya başladı. Ancak siyasal süreç de bu örgütlere kurban edilmiş durumda. Bu nedenle Kürtlerin dışında hükümet ile masaya oturabilecek tek bir siyasal grup ya da parti yok. Suriye sürecine müdahil olan ülkeler sanki Sünniler siyaset yapamazmış gibi ya da bu cihatçılara mahkummuş gibi hareket ediyor ve Sünni Müslümanlara “şeriat” dayatılıyor.
Bu ahval ve şerait içinde birçok ülke Suriye’den elini çekmişken Türkiye ısrarcı olmaya devam ederek hatalar zincirini devam ettiriyor.
- Türkiye’nin içinde bulunduğu topraklar Suriye’nin, yani bir başka ülkenin toprağı.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan Adana Mutabakatı'nın böyle bir hak verdiğini söylüyor ancak bu doğru değil. Adana Mutabakatı'nın muhatabı kim? Suriye. Suriye yönetimini tanıyor muyuz? Hayır. “Teröre karşı” yapılmış olan mutabakatı kimin yararına ve kime karşı kullanıyoruz? Bizim de terör örgütü olarak kabul ettiğimiz (daha doğrusu etmek zorunda kaldığımız) El Nusra ve benzerlerinin yanında anlaşmanın altında imzası olan Suriye’nin ordusuna karşı.
TSK unsurlarının İdlib ve diğer bölgelerde tutulmasının, savaştırılmasının faydası ne? Bu bölgelerden gelebilecek terör tehdidi var mı gerçekten? Fırat’ın doğusundan yok. Batısında ise bu omurgasız ve kendilerine üç kuruş fazla verenin yanında savaşacak cihatçılar var. O halde tehlike asıl nereden kaynaklanıyor? Bizatihi uğruna asker feda edilen bu gruplardan.
Neresinden bakarsanız bakın iktidarın o bölgede asker bulundurması/savaştırması yukarıdaki gerçekler ışığında akla, mantığa, uluslararası hukuka, komşuluğa aykırı.
Hükümet, halkla ilişkilercilerinin bütün çalışmalarına rağmen sokağı askerlerin orada bulunması konusunda ikna edebilmiş değil. Sokakta vatandaşla biraz sohbet edince “Ne işimiz var orada” demeye başlıyor. Ortada biz gafillerin anlayamadığı, olağanüstü zeka gerektirecek bir durum da yok.
Memleketi yönetenlerin cevaplaması gereken iki soru ile bitirelim:
1- Askerler ne için ölüyor?
2- Amaç İdlib’i ilhak mı?