'Aşkkıran'dan 'Kekemece'ye Mehmet Çetin

Mehmet Çetin, klasik politik yaşamından kopuşunu, daha üst birikim ve üretim alanlarında derinleşerek sürdürmüştür. Devrimci romantizmini yitirmeyen bir şair ve yazar olarak, yazdıklarındaki özgün başkalık ve biriciklik önümüzdeki zamanlarda daha hak edilmiş incelemelerle görülecektir. Kendi öz dili Kırmançki tarihine ait önemli şiirler bırakmıştır.

Abone ol

Namık Kuyumcu

“Unutulsun bir gövdeye duyulan hasret
Unutulsun bu alışılmış duyarlık
O kadar sade o kadar  kalabalık ki
Unutulmaya değer onların insan gövdeleri
Ve unutulmalı mutlaka
Dolsunlar diye yüreklere
Dolsunlar damarlara.

Ölü mü denir
Ölü mü denir şimdi onlara”

Edip Cansever, ilgili şiirini bu dizelerle bitirir.

Aslında Edip Cansever “Ölü mü denir onlara” dizesinde, çok açık anlatıyordur kimi gidişlerin başka türlü bir kalmak ve yeniden doğmak olduğunu.

Mehmet Çetin kardeşim de gidişini bir şiire taşıyan hayatların değerli öznelerinden birisi olarak, giderken de şiir yazmıştır. Devamı, düş yoldaşlarıyla yazılmaya devam edecek bir şiir…

Vasiyeti gereği Dersim/ Ovacık’ta, doğduğu topraklarda, kardeşlerinin, arkadaşlarının buğulu gözlerinde çiçek olup, esmer ağrılar ovasının kalbine ekilmiştir. Yeniden çiçek açması için…

Mehmet Çetin şair, yazar, çevirmen, yayımcı, anlam arayıcısı, söz bulucusu, düş kurucusu olarak hayatıma 1981 yılının karlı bir sabahında girdi. 2. Ordu Konya Sıkıyönetim Askeri Cezaevi’ne yaralı bir kuş daha eklenmişti. Oralarda başlayan yoldaşlık serüvenimiz, sürgünler, tecritler, baskılar, açlık grevleri, direnişler, düş kurma hünerliliğiyle buluşarak, başka türlü bir itiraz olmanın arayışıyla ve inadıyla bugünlere kadar gelmiştir.

Mehmet’ten daha genç bir delikanlıydım. Başından bu yana eşit ve aidiyet derinliğiyle zenginleşen bir sürecin gönüllü yolcuları olduk hep. Ne sorularımız bitti, düne ve sonrasına ait ne de cevap ve anlam arayışlarımız.

İçeride zaman yetmiyordu bize. Okumak, yazmak, araştırmak, yeniden öğrenmek ve yeni pencereler çoğaltmak arayışımız hiç bitmemişti.

Sürgün geldiğimiz Kayseri Zincidere Askeri Ceza ve Tutukevi yöneticileri, yeni pencereler arama hevesimizi öğrenmiş olacaklar ki; duvarlar yetmiyormuş gibi tüm camları da siyaha boyamışlardı. Dışarıyı görmek yasaktı! Oysa tüm heybeti ve karlı yeleleriyle yanı başımızda bizleri çağıran Erciyes’e bakarak düş kurmaya kararlıydık.

Kalem uçlarıyla, yakalanmayacak ölçekte küçücük delikler açarak, gözlerimizle firar etmeleri başardık. Düş kurmamızı hiç kimse engelleyemezdi.

O zor ve zalim koşullarda birbirimize söz vermiştik. “Bir gün buralardan mutlaka çıkacağız. Bedenlerimizden önce düşlerimiz ve yazdıklarımız çıkacaklar ya da firar edecekler. Dışarılardaki ve bekleyişlerdeki kardeş seslerle buluşacağız. Benzerlerimizle kucaklaşıp farklı olan yayınevi kuracağız. İtirazı hakikatin bağlamından üreten; popülariteden ve kaba toplumcu didaktik anlayışlardan uzak dergiler çıkartacağız. Kendi haritasını çizen serüvencilerle yoldaş şiirler ve yazılar yazacağız. Azalarak çoğalacağız. Türkiye’nin ve Avrupa’nın önemli bütün kentlerinde, kardeş seslerle bir araya gelip; başta edebiyat olmak üzere, sanatın diğer disiplinleriyle de kucaklaşıp, iktidar ve egemenlik üreten bütün ilişkilerle hesaplaşacağız… “

Erciyes Dağı eteklerinde kurduğumuz düşlerimizin hemen hepsini gerçekleştirdik. İçeride ve dışarıda çok değerli arkadaşlarla yürürken, karşımıza çıkan, gereksiz tüm akıl ustalarını ve oyun kurucularını ardımızda bıraktık. Alışılageldik sol vargı ve yargı bizimle baş edemiyordu bir türlü. Dersini derinden çalışmış, devlet ve dolaylı tüm egemenlik ilişkilerine kalbiyle kalkan olan hayatların kurucusu olmaya çalışıyorduk…

80’li yılların sonunda çoğumuz dışardaydık artık. Önce Piya Yayınları’nı kurduk. Burada Önder Kızılkaya ve Nezat Çelik kardeşlerimin başlangıç katkısı unutulmamalıdır.

Ardından dergiler ve atölye çalışmaları geldi. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde, İstanbul, İzmir, Ankara olmak üzere, baştan sona kadar sivil ve iktidarsız Piya Kolektifleri oluşturduk. Bu kentlerde fizik mekan anlamında (kafe, büro, atölye, çalışma alanları ) söz ve ifade kanalları açmaya çalıştık. Sürecin arka planlarına katkı olsun diye girdiğimiz bütün ticari girişimlerde iflas ettik! Parasız ve işsiz kaldık. Ama asla yalnız kalmadık. Tersine, çoğalan nitelikli saflaşmalar zenginleştirdi bizi.

Piya Kolektifi olarak, anlam ve arayış yolcuğundayken; iki değerli heykeltıraş arkadaşımız Burhan Özkan ve Sercihan Alioğlu’nun  enerjisiyle buluştuk. Tuğrul Keskin, Emirali Yağan, Akif Kurtuluş, Ahmet Telli, Emirhan Oğuz, Fadıl Öztürk, Süha Tuğtepe, Yücelay Sal ve başta isimlerini saydığım arkadaşlarla birlikte, Sanat Hareketi Düşüncesi isimli bir bildiri yayımladık. O güne dek alışılmadık sahicilikte ve derinlikte söz kurma ve eleştirel ahlak oluşturma haritasını imzalayarak, her alanda derin tartışmalara girmiştik. Ülkenin önde gelen sanatsal ve siyasal erbaplarıyla hesaplaşıyorduk...

Oturanlar: Burhan Özkan, Namık Kuyumcu, Mehmet Çetin. Ayaktakiler: Emirali Yağan, Alirıza Bilir.

Cümlemiz çok sıkıydı… “… Sanatsal alanda da her türlü iktidar ve egemenlik ilişkisiyle hesaplaşmak… eleştirel ahlakın değiştirici ve dönüştürücü gücünü, mücadelemizin temel önermesi olarak kabul etmek…”

Bu sürecin başlangıcından bugüne dek, mücadelenin en sıkı uygulayıcılarından birisi de Mehmet Çetin olmuştur. Ömrünü ve entelektüel birikimlerini, gittiği her alanda bu uğurda paylaşmıştır.

Benzerlerimizle buluşmak ve sözümüzü çoğaltmak gibi bir cümleden söz edilebilecek her yerde, Mehmet Çetin kardeşimizin adı, başta saygıyla anılmalıdır.

Mehmet Çetin, klasik politik yaşamından kopuşunu, daha üst birikim ve üretim alanlarında derinleşerek sürdürmüştür. Devrimci romantizmini yitirmeyen bir şair ve yazar olarak, yazdıklarındaki özgün başkalık ve biriciklik önümüzdeki zamanlarda daha hak edilmiş incelemelerle görülecektir. Kendi öz dili Kırmançki tarihine ait önemli şiirler bırakmıştır. Bu dilin sanatsal kullanımında hem teorik hem de pratik alanlar çoğaltmak mücadelesinde, Türkçe şiirlerinin önemli başarısını bile cümlesine düşürmemiştir. Hatta bu alandaki başarılarını geri planda tutarak, çoklu üretim ilişkilerinde öz dilinin derinlikli arayış ve uygulayış öncüsü olmuştur.

Sanat Hareketi Düşüncesi metnimiz, aslında hayata bakış ve yaşayış pratiklerimizi oluşturmak anlamında ilk günden itibaren değerlidir. Bu dinamikleri, imzacılar olarak, tüm kardeş ve arkadaşlarımız kendi algı ve sindirme süreçleri kadar yaşayabildikleri de içtenlikle belirtilmelidir. Buradan da kimse kimseyi test etmek ayrıcalığına sahip değildir elbette. Kendi içimizdeki kavrayış ve eyleyiş yolculuğumuzun, üstlenme ve sürdürebilme dönemeçlerindeki yaraları ve yamaları da bize ait başka türlü bir öğrenme sürecidir bir bakıma.

Doğrusu , Mehmet Çetin’in kendi yaşamına temel oluşturma çabası, bu süreçteki bana en yakın gelen duruş ve tavır ilişkilerinin örneklerindendir. Çünkü daha çocukken öğrendiğimiz; “ düşündüğün gibi yaşayamazsan, yaşadığın gibi düşünmeye başlarsın…” sözü, kapı eşiklerimizde bir vicdan çivisi değil midir?

Başka bir yaşama inanmayan geçiciler olarak; hepimiz için, hemen, şimdi ve daima sözcükleri şiirlerimizde ve yazılarımızda kalmayacak. Kesin!

Mehmet Çetin, bizler; düş yoldaşları ve seçilmiş kardeşleri tarafından bundan sonra da, çok anlamda yaşatılacaktır. Yazdıkları, yazamadıkları, söyledikleri, söyleyemedikleri, yaptıkları, yapamadıklarının ayak izlerini daha yükseğe, daha ileriye taşıyacağız. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın!

Son kitabımı (Toplu Şiirler), kendisi hayattayken, kendisine adayacağımı söylediğimde, utanarak, bilinen burnunu kaşıma hareketini yapmıştı. Dağların ve uçurumların hakkı için, bu söz en kısa zamanda yerine getirilecektir.

Ayrıca “ her veda elveda değildir” biliyorsunuz.

Acısı, anımız olarak kalacak ve daima kalbimizdeki çiçek bahçesinde Asmin olarak yaşayacaktır.

İyi ki Mehmet Çetin kardeşim… İyi ki…

Bir şiirimin son dizeleriyle selamlıyorum Mehmet’i…

“… ödeşmek isterim acılarımın kuşkusunu da kundaklayıp
işgalci aşklar ve devletle derinden ödeşmek

ödeşmek isterim erken gidişlerle ve ölümle

ödeşmek
ödeşmek
ödeşmek

ömür denilen sefil zamanla
ve kendimle ödeşmek

ölüm dediğin şairlere nedir ki bağışlanmak istesinler
toprağın ve kumaşın hatırı kalmasın için

ille de ödeşmek
ödeşmek gerek…”