Daha önceki haftalarda sıklıkla vurguladığım ve geçen hafta “Liderlik, şampiyonluk için yeterli değil!” diye yazdığım gibi, Galatasaray yine bir sert maçta takıldı. Sarı-kırmızılılar, evinde ligin alt tarafında bulunan takımlara karşı sergiledikleri oyunu fazlasıyla ciddi bir referans olarak aldılar. Ne o Galatasaray, ne de Başakşehir'den 5 gol yiyen Galatasaray gerçek. Gerçek, Tudor'un takımla çok fazla oynaması ve oyuncuların pozisyonlarında süreklilik sağlayamamaları, bir oyun ezberi oluşturamamaları. Rakip Başakşehir ise bu konunun uzmanı. Abdullah Avcı yıllarca deneyerek üst noktaya taşıdığı pozisyon oyununu, yapılan transferlerin ardından oyun kalitesine çevirebildi.
BAŞAKŞEHİR ŞAMPİYON OLUR MU?
Fakat yine de onları izlemek çoğu futbol yorumcusunun aksine bana keyif vermiyor. Bunda bir büyük etken de iç saha maçlarında stadyumda çıkan dağınık gürültüler ve bir türlü oluşmayan atmosfer. Fenerbahçe'nin dolmayan tribünleri bile yılların getirdiği bir “futbol kültürü” ile daha iyi bir ambiyans yaratıyor.
Peki, Başakşehir şampiyon olur mu? Kendi oyunları buna yetmez; ancak diğer rakipleri bu şekilde takılmaya devam ederse aradan sıyrılmaları da zor değil. Altınordu'nun üretime dayalı futbol anlayışının tam aksine, parayı ve yatırımı temsil eden turuncu-lacivertli kulübün şampiyonluğu, Türk futbol piyasasına yeni bir aktör kazandırmaktan öteye geçmeyecek, yani ülkeye bir kültür kazandırmayacaktır.
OYUNCULAR DEĞİL, TARAFTAR MAÇ SEÇER
Ligin açılış maçını oynayan Beşiktaş, bu maçın bir benzerini daha önce de izlettirmişti bize: Ankara'daki Gençlerbirliği maçı. Onunla kıyaslandığında daha hareketli bir oyun, az da olsa kazanmaya yetecek kadar pozisyon üretimi gördük. Fakat Ankara'daki gibi büyük bir konsantrasyon eksikliği ve kendini sakınma hali de bunlara eşlik etti. Buna kesinlikle “maç seçme” denilemez.
Kaldı ki, tamamen parasal saiklerle hareket eden profesyonel futbolcuların maç seçmesi pek akla yatkın değil. Kendileri için önemli bir gelir kalemi olan maç başı puan primlerinden mahrum kalıyorlar. Maçı taraftar seçer. Kombine alsa da bu hafta iç sahada Karabük'ü, Akhisar'ı, Konya'yı izlemek yerine hafta içi Porto'yu, Monaco'yu, Leipzig'i izlemeyi tercih eder. Yanıldığı nokta da buradadır çünkü profesyonel yapının da bu bakışla olaya yaklaştığını düşünür. Fakat “yukarıda” işler tribündeki mantıkla işlemez.
FENERBAHÇE'Yİ ZOR DEPLASMANLAR BEKLİYOR
Fenerbahçe olabilecek en heybetli şekilde galip geldi; hem farklı kazandı hem de sadece 20 dakikada yaptığı "hat-trickle" Soldado aramıza katıldı. Maç gününe kadar Aykut Kocaman ve onun istifası, kişiliği hakkındaki konuşmaların üstü bir süre kapanacak. Bu maçla birlikte bir kez daha gördük ki, ülkede en iyi taktik hâlâ motivasyon. Nasıl olursa olsun, camiayı “birlik ve beraberliğe” muhtaç duruma getirmek de başarı yolunda uygulanan bir taktik. Maçın içine istediği ölçüde bir türlü giremeyen ancak ikinci yarıya iyi başlayıp, Fenerbahçe'yi tedirgin hale getiren golü bulsa da Sivasspor maçı Bifuma'nın atıldığı kaybetti ve 5'inci sıradaki yerini de rakibine teslim etti.
Fenerbahçe'nin ilk yarı sonuna kadar gideceği Antalya, Bursa ve Konya deplasmanları, yarışta olup olmayacaklarını belirleyecek. Şu ana kadar oynanan maçları düşünürsek, işleri kolay değil. Galatasaray için geçerli olan sürekli iyi olma zorunluluğu ve her an tribünlerin ters yönde tavır alma potansiyelleri, bu iki büyüğün işini daha da zorlaştırıyor. Beşiktaş ve Başakşehir'in “relax” tavrı bu camialara şampiyon olamadıkları takdirde gelecek gibi değil. Ve kötü haber; en az birisi için sezon hiç de hayırlı bitmeyecek. Velhasıl, büyüklerin derdi bitmez!
GENÇLERBİRLİĞİ KÜME DÜŞTÜ!
“Küçüklere” baktığımızda bir durum net bir şekilde belirdi: Gençlerbirliği lige veda etti. Bunu söylemek için "erken" diyebilirsiniz fakat geri dönecek ne kudret, ne bilgi, ne de oyuncu kalitesi var Alkaralar'ın. Bunlara ek olarak, bir zamanlar herkesin sempatiyle baktığı kulüp, verdiği kötü imajla gönüllerden de düştü. İlhan Cavcav Sezonu'nda alt lige gidecek olmaları da ayrıca manidar. İlhan Cavcav, en büyük kötülüğü kulüp yönetimini sadece kendi mevcudiyetine indirgeyerek yaptı. Bu da onun meyvesi. “Tahta” geçen oğul, olayları kontrol edebilecek meleklere sahip olmadığını gösterdi. Kulübün bu halde olmasının en büyük pay sahiplerinden biri de “buranın çocuğuyum” diyen Ümit Özat'ın sezon başında kurduğu kadro oldu.
SOSA'NIN KÖTÜ SAÇLARI!
Trabzon'da yine 7 gollü bir maç izledik; aynı statta bu üçüncü kez oldu. İlk ikisinde bordo-mavililer mağlup olmuştu ancak bu kez 90+3'te gelen penaltı golüyle 4-3 galip geldiler. Osmanlıspor, kullandığı ilk iki kornerden iki gol buldu ve Trabzonsporlu Pereria ise aynı maçta iki kez kendi kalesine gol attı. Sahada dikkat çeken bir başka şey ise Castillo ve Sosa'nın saç modelleriydi. Castillo'nunki neyse de, Sosa'nınki net olmamış!
Trabzonspor, 2-0 gerideyken üst üste iki gol buldu. İkinci golde Ndoye'nin pasını güzel kontrol edip önüne alan Burak Yılmaz'ın gol kombinasyonu çok başarılıydı. Fakat maçın spikeri ve birçok kişi bu pozisyona "Ndoye asist yaptı" dedi. Burak'a topu içeri atmaktan başka çare bırakmayacak denli net bir pozisyon değildi ki, asist olsun. Zaten futbolun en önemli istatistiği goldür!
Bu sezonun en özel performanslarından birini de Vagner Love'den gösteriyor. 32 yaşındaki golcü attığı nefis golle hem bizleri hem de takımını mutlu etti. Bir başka golcü Eto'o da kalabalık savunma arasında yaptığı verkaç sonrası bulduğu golle kalitesini gösterdi. Bu golden 10 dakika önce buldukları golle öne geçen ve büyük bir sevinç yaşayan taraftarın ve teknik direktör Mehmet Özdilek'in hevesi de yarım kaldı.
Ligin genel değerlendirmesini yaptığım bu yazılar normalde tüm maçlar tamamlanınca yazıyordum. İstatistiklere göre ne Kasımpaşalı ne de Karabüklü okuyucu olmadığından bu hafta onları es geçmiş olduk. İstatistiklere girmeyen okuyucular affetsin...