Memleketi İzlanda da çektiği “101 Reykjavík” ve “Hafið” filmleriyle tanınan, sonraki kariyerine yarı ülkesi yarı ABD’de devam eden Baltasar Kormákur bu kez Afrika’ya açılıyor. Açıkçası “Bataklık”, “Belalı Düğün”, “Derin Sular” gibi memleketinde çektiği filmleri “Nefes Nefese”, “Son Vurgun”, “Zorlu İkili”, “Everest” gibi yapımlara yeğlediğimi belirteyim.
Böyle düşünmemin nedeni Baltasar Kormákur’un yönetmenlik maharetinden/ zanaatından daha çok, kimi zaman yanlış tercihler yapıyor olması, kötü senaryoları çekmesi.
İşte bu hafta itibarıyla salonlarda gösterilmeye başlanan “Canavar” da (Beast) bu listeye eklenecek yapımlardan. Daha önce “Gece Saldırısı” (Breaking In) filmini birlikte kaleme alan Ryan Engle - Jaime Primak Sullivan ikilisinin senaryosunun sıkıntısı malzeme kıtlığı.
Bir ailenin tekrar bir araya gelmesi, bir babanın kudretini yeniden inşa etmesi fikri çok tanıdık aslında. Filmin orijinal yanı, bunu ilkel bir dünyaya taşıması, hayvani içgüdülerle eşleştirmesi ve oradan anlamlandırmaya çalışması.
Kahramanımız Nate Samuels, eşini yakın zaman önce kaybetmiştir ve biri ergen, öbürü ergenliğin arifesinde iki kızıyla baş başa kalmıştır. Üstelik kızları Meredith ve Norah onu son günlerinde annelerinin yanında olmamakla itham etmektedir. Nate ve kızları, annenin vatanı olan Güney Afrika’ya seyahat halindeyken tanışıyoruz kahramanlarımızla. Orada doğal hayatı koruma görevi yapan Nate’in yakın arkadaşı Martin ile buluşurlar. Martin, Nate ve kızlarını turistlerin gitmediği bir rotadan safariye çıkarır. Bu safarinin öznesi aslanlar olacaktır. Öte yandan daha açılışta kaçak avcıların saldırısına uğrayan bir aslan sürüsünü ve kurtulan erkek aslanı görürüz. Bu turistik seyahat bir süre sonra ailesi elinden alınan kızgın aslanın öfkesi ile ailesini yeniden bir araya getirmeye çalışan Nate’in azmi arasında bir mücadeleye dönüşür.
Öfkeli aslan bizim ailemiz dahil herkesi hedefe koyup teker teker avlarken; Nate için kızlarına bir kez daha baba olduğunu kanıtlamak, onlara bir araya getirebileceğini, koruyacağını ispatlamak fırsatı ortaya çıkar... Nasıl ki, erkek aslan sürünün yaşam alanına yönelik tehdidi bertaraf etmek için ilkel benliğini ortaya çıkarıyorsa, Nate de kızlarını korumak için benzer bir içgüdüyle hareket eder. Bu alegori, filme hoş bir tat katmıyor değil ama o kadar. Açıkçası hikâyenin tamamını taşıyamıyor.
İnsanlar tarafından mağdur edilmiş, ailesi katledilmiş aslanın haklı intikamının gölgelenmesi de ayrıca haksızlık. Aslanın öfkesi Nate, Meredith ve Norah’a yönelince kahramanlarımızla özdeşleşen seyirci için aslanın haklılığın da bir anlamı kalmıyor. En nihayetinde onun yaşam alanına giren ister kaçak avcı olsun, ister ABD’li turist, insanlar. Yani o kadar haklı ki. ABD’li bir babanın kırılan onurunu, yıkılan erkeklik gururunu yeniden inşa etmesi dışında haksız duruma düşmesini gerektirecek hiçbir durum yok!
Bir de gerçekten doğa, iklim konusunda hassasiyetin bu kadar yükseldiği; insan soyunun dünyadaki diğer türler üzerindeki yıkıcı etkisinin sonuçlarının ağır bir biçimde hissedildiği bir zamanda bu meseleyi fon olarak kullanmak da en hafif tabirle saflık olabilir. Aslanları yok eden kaçak avcıları gösterip sonra bütün bu işleyişi bir adamın yeniden babalığını inşa edişine malzeme haline getirmek ancak, Amerikanlıkla açıklanabilir her halde.
Haksızlık etmeyelim Baltasar Kormákur’un gerilimi, aslanın dehşetini çok iyi aktardığı sahneler de yok değil. Bu bakımdan yer yer vasatın çok üzerine çıkabiliyor film. Ama toplamında elindeki malzemenin yeterince güçlü olmadığını, baba ve kızlarının ilişkisine odaklanmaktan doğanın ve insanoğlunun onunla kurduğu ilişkinin nimetlerini göremediğini söyleyerek bitirelim.