Pilot Galeri’deki “Bir Zar Atımı... ” grup sergisi dil ve dilin çizgisel biçimleri arasında bağlar kurarak ülkenin temel meselelerine iniyor.
“Söz’ün masumiyetine inanırdım bir zamanlar. Bir zamanlar ben de deli gibi sevmiştim… Çok sonradan, Heideggerce söylersek; “dünyanın içinde ve dünyayla birlikte olarak,” bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketin “ölüm” değil de, “Dil” olduğunu fark ettiğimde; o bence yüklenmiş masumiyet imgesi, yerini giderek deruni bir korkuya bıraktı. Dil bir gazaptı! Söz ve onun çizgisel imlere dökülmüş gerçekliği, işte bu gazabın lanetlenmiş birlikteliğiydi.”
Şener Özmen yazar olarak üretimlerini gerçekleştirirken onu “çağdaş sanatçı” olarak İstanbul’a getiren Şizo-Defter’ine bu cümleleri yazarak başlamıştı 1998 yılında. Yirmi yıllık süreç birçok şeyi değiştirip hiçbir şeyi de değiştirmemiş olacak ki dil üzerine sorunlarımız devam ediyor. Pilot Galeri’nin sezon açılış sergisi “Bir Zar Atımı Asla Ortadan Kaldırmayacak Rastlantıyı” Özmen’in bahsettiği “söz ve onun çizgisel imlere dökülmüş gerçekliği” arasındaki irdeliyor.
Dünyada her şey kitap olmak üzere vardır, der Mallarme. Bunu söyler, ancak sergiye ilham veren Bir Zar Atımı şiirinde de kitaba ve yazıya dair pratiklerimizle dalga geçer. Zihinde gerçekleşen yazma/okuma edimiyle gözde gerçekleşen yazıyı görme arasındaki bağları ters yüz eder. Kavramsal sanatçı Marcel Broodthaers’e ilham vermesi de bu nedenle çok şaşırtmaz. Mallarme’ın zamanın dergilerinden birinde alışılmış şiir yayımlama pratiklerinden farklı bir şekilde yer alan şiirinin metinlerini kapatan Broodthaers kelimeleri tamamen işin dışına çıkararak okuyucuyu/izleyiciyi görüntüye odaklar. Pilot’taki sergi kendini ifade etme biçimi olarak sözle onun politik, toplumsal ve görsel yansımaları arasındaki bağlantıları kurcalayan işlerden oluşuyor.
Özgür Demirci’nin darbe yıllarında yasak getirilen ailesinin kütüphanesindeki kitapları gazeteyle kapladığı işi ülkenin dille olan sorunlu ilişkisindeki temellere indiriyor izleyiciyi. Ceylan Öztürk’ün iki metrelik defteri (ve nasıl kullanacağımızı gösteren videosu) Uzun Kitap - Praxis fiziki bir zorluk yaratarak okuma edimini sorgulatıyor.
Hacer Kıroğlu’nun Kafka’nın Dönüşüm kitabını harflerin üzerinden mürekkeple geçerek tekrar yazdığı işi yazıyla kurduğumuz ilişkiyi bir yandan obsesif bir yandan da meditatif bir noktaya taşıyor. Didem Erk, Elmaz Deniz ve Ali Miharbi de farklı dil metotları üzerinden gerçekleştiriyor çalışmalarını. Didem Erk havalimanlarında kullanılan işaret dili üzerinden Andımız yazıyor. Elmaz Deniz Casparov’la Deep Blue bilgisayarının efsanevi satranç karşılaştırmasının kodlarını tebeşirle işliyor. Ali Miharbi de bir bilgisayar programı ve tırmık yardımıyla galerinin duvarına yeni işaretler çiziktiriyor. Özgür Demirci sergideki diğer işinde Türkiye’de kaybolmakta olan dilleri şaka kalemiyle bir deftere yazarak kayda alıyor. Ancak 15 dakika sonra kendiliğinden silinen kalem kurtarma çalışmalarının/çalışmalarımızın boşyereliğini vurguluyor.
Sergi alanının girişinin tam karşısına konumlandırılacak izleyiciye hoş geldin diyen ve sergi bitiminde de son iş olarak yakından incelediğimiz Alican Leblebici’nin The Story Of Art resmi de serginin temel izleklerini özetleyen bir çalışma niteliğinde. Dünyanın en çok satan ve en çok tartışılan Gombrich’in Sanatın Öyküsü kitabının kapağının buruşturulmuş şekilde resmini yapan Leblebici yüzlerce yıllık sanat tarihini (çok da sorunlu bir şekilde) kitaba dönüştüren Gombrich’le hesaplaşma meselesini tekrar ortaya çıkarıyor. Belki de meseleyi buruşturup atıyor.
Pilot Galeri’nin bu sergideki küratöryel tercihleri ve tavrı sayesinde son dönemde görmediğimiz düşünsel kuvvette bir grup sergisi var karşımızda. Aynı zamanda sıralardan ve raflardan oluşan sergileme metodu da izleyiciyi alışılmış yazma/okuma pozisyonuna sokarak serginin içine kolayca girmesini sağlıyor. Serginin genelinde 2000’li yıllar çağdaş sanat sahnesinin elementlerini hatırlatan yönler var. En eski tarihli iş olan Özmen’in Şizo-Defter’inde billurlaşan Diyarbakır Mucizesi sonrası farklı biçimlerde tezahür eden kavramsal ağırlığı hatırlatıyor işler. (Ayrıca şu an orjinali bir koleksiyonda bulunan Şizo-Defter’in tıpkıbasımını okuyabilmemiz için de bir fırsat bu sergi.) Ancak sergiyi bugüne getiren şey ise yaşadığımız “açılım” döneminin tekrardan başa dönmesi. Gazetelerin ve televizyonların kapatıldığı, yazarların hapse atıldığı, dışarıda kalanların da ayrı bir hapiste yaşadığı şu dönem gösteriyor ki dil halen bir gazap. 90’lara mı dönüyoruz tartışmaları yaşanırken, genç sanatçıların yakın tarihli işlerinde görüyoruz ki aslında 90’lardan hiç de çıkmamışız.