Neredeyse her hafta; doğanın hepimize ders vermesiyle, yönetim zaaflarıyla, IBAN talepleriyle ve bunlara rağmen hiçbir koşulda açılmayan Meclis ile karşı karşıya kalıyoruz. Devletin vekillerinin tatilde olduğu, iktidarı ile muhalefetiyle bütün devlet aygıtının bilinçli ataletine canlı canlı tanıklık ediyoruz. Meclis’in toplanmamasının vebali elbette 120 imzayı toplamaktan aciz muhalefet partilerine ait olsa gerek. Bu konuda yoğun çaba harcayan Önder Algedik’in fikri takiplerinden öğreniyoruz ki muhalefet katıldığı oturumlarda zaten iktidarla kol kola hareket ediyormuş. Söz konusu durum elbette yıllardır iliklerimize kadar hissettiğimiz siyasal krizin ne derece kronikleştiğinin de göstergesi. Ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına her gün daha da karmaşıklaşan sorunlar yumağı eşliğinde, sürdürülebilir olmaktan çıkmış bir yönetim krizi bu.
En basit şeffaf yönetim ilkeleri, vatandaşın bilgi alma hakkı, devletin menfaatleri bahane edilerek yok ediliyor. “Kaç tane yangın uçağımız var, Bozkurt’ta kaç kişi hayatını kaybetti, Van’dan kaç Afgan ülkeye giriş yaptı, Altındağ’da o gece neler oldu” gibi hayati sorulara; “okullar açılacak mı, memurlara yüzde kaç zam yapılacak, gerçek enflasyon ve işsizlik rakamları nedir, neden aynı vaka sayılarına sahip olduğumuz ülkelerin dörtte biri kadar ölüm sayısına sahibiz” gibi son derece önemli ama gündem yoğunluğunu göz önüne aldığımızda ikinci planda kalan onlarcası eklenebilir.
Neler olup bittiğini bilmiyoruz, işin kötü tarafı da kimin bildiğini, ya da bildiğini söyleyen makamların gerçekten neyi bilip bilmediğini de bilmiyoruz. Socrates’in “neyi bilmediğimi biliyorum” demesi gibi bilmediğimizi çok iyi biliyoruz. Resmi bilginin üst bir erk tarafından yönetildiği, İletişim Başkanlığı’nda 1500 kişinin ne iş yaptığını tahminlerimiz olsa da haliyle bilmiyoruz. Yazılı medyanın miadını doldurmasına rağmen, ana akımın hala güçlü olması, bilgiye erişim ve haberin kolayca siyasal otorite tarafından manipüle edilmesine olanak sağlıyor. Sosyal medyanın; alternatif üretme, sivil dayanışmayı organize etme, otoriteye baskı oluşturma potansiyeli, birçok muhalif partiden elbette daha yüksek. Ancak anketlerin gidişatına bakarak devletin bilgiyi direkt ya da dolaylı olarak eğip bükme kapasitesinin hala belli oranda da olsa geniş kitleler konusunda karşılık bulduğunu söylememiz gerekiyor.
Misal vermek gerekirse, Devletin yetkilileri “ormanları söndürdük” diyorsa “sönmüştür”, zira devlet geleneği, devletin ağzından çıkanın kutsanmasına dayalıdır ülkemizde. Birey olarak “Help Turkey” diyemezsin, çünkü Devlet o yardım işini zaten sana havale etmiştir. Sosyal devlet taşeronu olarak her bireyden, verilen IBAN’lara para yatırması beklenir. Devlet resmi ağızlardan “yangın söndü”, “selde yaraları sardık” demişse bunun sorgulanmaması beklenir. Canlı canlı yangının ortasında bile kalsan Devlet “söndü” diyorsa, söndüğüne inanacaksın arkadaş, yanlış yerde yanlış zamanda olduysan ve yangın halüsinasyonu gördüysen sorun sendedir.
NTV’nin “Manavgat ilçesinde bir haftadır devam eden yangında söndürülen alanlar havadan görüntülendi” başlıklı haberi bu açıdan mükemmel bir örnektir. Zam yerine “fiyat ayarlaması” demekle eşdeğerdir bu haber aslında. “Yangında bir yer yanmadı, çünkü söndürüldü” mesajıdır verilmek istenen… Bugünkü başlığa da vesile olan “Aslında deprem olmadı” yazısına bu noktada bir kez daha bağlanalım: “Baudrillard’ın kitabının ismi her şeyi özetliyor aslında: ‘Körfez Savaşı Olmadı.’ Tamam işte aslında deprem falan da olmadı, çadırlarda kalanlara ‘Mutlusunuz değil mi’ sorusu bu açıdan daha da manidardır. Gerçeği formüle eden ve sunan her zaman otoritedir. İktidarla organik ilişki halindeki gazeteciler, televizyoncular bu otoritenin bilinçli ya da bilinçsiz önemli dişlileridir. Nitekim Elazığ depreminin olduğu akşamın ilk dakikalarında, ana kanallardan birinde spiker olay yerindeki gazeteciye bağlanır ve gazeteci ‘İki vatandaşın öldüğünü öğrendik’ der. Stüdyodaki spiker içinse ‘Tabii bu teyide muhtaç’tır. Bağlandığı gazeteci arkadaşına inanmaz, çünkü “gerçek” sadece devlet derse gerçektir. Şayet teyit yoksa ölüm de yoktur… O zaman aslında deprem de yoktur, ama devletin gücü vardır ve her zaman bakidir.” Başka bir deyişle Mr. Prompter ne derse odur.
Manavgat’ta, Marmaris’te, Bodrum’da yangınların, benim de memleketim olan Bozkurt’ta, Abana’da meydana gelen sellerin meydana gelmediği iddia ediliyorsa, bilginin yeniden üretilmesi için gerekli yöntemleri bulma zamanı gelmiş demektir. Bilgi tekelinin kırılması için küçük büyük bütün muhalif yayın organları insan güçlerinin en azından belli bir bölümünü birleştirerek alternatif, profesyonel bir haber ajansı kurmalıdır. Yayın politikaları doğrultusunda editörlerin yorumlarıyla çalışan bu yayınlar, genelde sosyal medya hesaplarından, ana akım mecralarından ya da büyük ajanslardan aldıkları bilgilerle beslenirler. Gazetecilerin azarlandığı, gözaltına alındığı, sürekli akreditasyon sorunu yaşatıldığı bir ortamda, Devlet tarafından formüle edilen, sınırlandırılan, manipüle edilen bilgiye/habere erişim için, alternatif mecralar artık haberin kaynağından bilgi aktarabilmeli, güçlerini birleştirerek, her şeye rağmen ve her yerden haber geçebilmelidir.
“Cehennem ateşi ahirette olur, sen beni dünyada ateşe attın” parçasını fiilen deneyimlediğimiz günlerden geçerken “kaç uçağımızın olduğunu, selde kaç kişinin kayıp olduğunu, neden Meclis'in toplanmadığını” yerinde sorgulayacak, bilgi tekelini kıracak, yurttaş gazetecilik ilkelerine bağlı, dayanışma ve birlikten güç doğacağına inanan, ulusal bazda yayın yapacak bir haber ajansı kurmanın tam zamanıdır.