Asteroit Şehir: Wes Anderson’dan postmodern bir deneyim
Wes Anderson'ın o bilindik renkli dünyasının son durağı olan "Asteroit Şehir", 1950’lerin popüler gündem maddesi olan uzaylıların varlığının toplum üzerindeki etkileri üstünde dururken, her zamanki Wes Anderson anlatımlarında olduğu gibi, aile kavramının sancıları, ansızın başlayan ergen aşklar, yetişkin dünyasının görünmeyen mesafeli halleri önümüzde beliriyor.
Wes Anderson'ın yeni filmi "Asteroit Şehir", 16 Haziran’da sinemalarda gösterime girdi. "Asteroit Şehir", ilk gösterimini mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde yapmıştı. Cannes’dan sonra hızlıca vizyonda karşımıza çıkan film, Tom Hanks, Margot Robbie, Jason Schwartzman, Scarlett Johansson, Jeffrey Wright, Tilda Swinton, Bryan Cranston, Edward Norton, Adrien Brody, Liev Schreiber, Hope Davis, Stephen Park, Rupert Friend, Maya Hawke, Steve Carell, Matt Dillon, Hong Chau, Willem Dafoe, Tony Revolori, Jake Ryan, Grace Edwards, Aristou Meehan, Sophia Lillis, Ethan Lee, Jeff Goldblum ve Rita Wilson gibi çok sayıda oyuncuyu bünyesinde taşıyor. Her Wes Anderson filminde olduğu gibi kimi bir anda karşımıza çıkıp kaybolurken kimisi de film boyunca bizi yalnız bırakmıyor.
"Asteroit Şehir"de 1950’ler ABD’sinde, bir çöl kasabasında düzenlenen Kıdemsiz Yıldız Gözlemcileri ve Askeri Uzay Öğrencileri Kongresi’nde öğrenciler ve aileleri bir araya gelmişken davetsiz misafir bir uzaylı da kasabada belirir. Ordu, kasabaya karantina uyguladığında bu akıl küpü çocuklar ve ailelerini türlü absürtlükler içinde görürüz. Film içinde film kurgusuyla organize edilen yapımda, filmin senaryo aşaması ile film kurgusu postmodern bir anlatımla iç içe geçmiş biçimde sunuluyor.
Wes Anderson'ın o bilindik renkli dünyasının son durağı olan "Asteroit Şehir", 1950’lerin popüler gündem maddesi olan uzaylıların varlığının toplum üzerindeki etkileri üstünde dururken, her zamanki Wes Anderson anlatımlarında olduğu gibi, aile kavramının sancıları, ansızın başlayan ergen aşklar, yetişkin dünyasının görünmeyen mesafeli halleri önümüzde beliriyor.
AMERİKAN EKSANTRİK SİNEMASI’NIN USTA TEMSİLCİSİ WES ANDERSON
1990 sonrasında ortaya çıkan Amerikan Eksantrik Sineması’nın en karakteristik temsilcisi sayabileceğimiz Wes Anderson, Charlie Kaufman ve Spike Jonze gibi ana akımın dışında kalmayı başarabilmiş isimlerle birlikte kendine has bir üslup ve yaklaşım geliştirebilmiş bir sinemayı temsil ediyorlar. Amerikan Eksantrik Sineması, Hollywood filmlerinden beklenen kalıplaşmış anlatıların dışına taşarak tutturduğu üslupla, etik, bireyin yükümlülükleri, ailenin parçalanmasının etkileri ve sosyal yabancılaşma gibi elzem konuları izlenebilir bir seyirlik içinde sunmayı başaran bir akım oldu. Wes Anderson bu akımın en ses getiren yönetmeni sayılabilir.
TİCARİ BAŞARI YAKALAYAN ESTETİK SİNEMA
Wes Anderson, 1990’larda başladığı sinema macerasında bütün filmleriyle kendine has bir üslup tutturmayı başardı. Hem biçim hem de içerik olarak içinde yer aldığı Hollywood sinemasından ayrıksı durmayı başaran yönetmen, bunu yaparken Hollywood için en önemli kıstas olan ticari başarı yakalamayı da sürdürdü. 2012'de Anderson'ın "Moonrise Kingdom" filmi ilk kez Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye için yarıştığında 16 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilmişti. Gişedeyse 68.3 milyon dolar kazandı. 2014'te Anderson'ın bir sonraki filmi "The Grand Budapest Hotel" gösterime girdi. 25 milyon dolar bütçeyle çekilen filmin gişe başarısı 170 milyon doların üstündeydi. Üstelik dokuz Oscar adaylığı alan film; En İyi Yapım Tasarımı, En İyi Kostüm Tasarımı, En İyi Makyaj ve En İyi Orijinal Müzik dallarında da Oscar kazanmıştı.
YÖNETMEN SİNEMASININ HOLLYWOOD TEMSİLCİSİ
Amerika merkezli endüstriyel sinemada filmlerin üretiminde yönetmenden ziyade yapımcının baskınlığı ön plandadır. Avrupa merkezli sinemada yönetmenin öne çıkan tavrına karşın dünya sinema sektörünü domine eden ABD merkezli sinemada yapımcı filmin mutlak hâkimi olarak yönetmenin alanını daraltarak; senaryo, oyuncu seçimi ve kurgu yaklaşımında belirgin olarak söz sahibidir. Bu baskınlık içinde az sayıdaki Hollywood yönetmeni kendi sinema dilini oluşturabilmiştir. Martin Scorsese, Quentin Tarantino, Christopher Nolan gibi isimler kazandıkları ticari başarılardan ötürü büyük bütçeli filmlerin söz sahibi olabilen yönetmenleri olabildiler. Kimi zaman bu yönetmenler filmlerinin yapımcısı da olurlar. Wes Anderson da oldukça kişisel sinemasında yapımcılara kendi sinema dilini kabul ettirebilmiş isimlerden biri. Onun karakteristik özellikleri haline gelen pastel renklerdeki ısrarı, filmlerini adeta bir masal evrenindeymişçesine kurduğu sanat yönetimi ve neredeyse her filminde karşımıza çıkan aynı oyuncularıyla Wes Anderson kuşkusuz gerçek bir Auteur yönetmen olarak görülebilir.
ASTEROİT ŞEHİR: TANIYANLARA KAPILAR AÇILIR, YENİLERE YER YOK
"Asteroit Şehir", Wes Anderson sinemasını tanıyanlar, sevenler için keyifli bir sinema vaat ediyor. Ancak Anderson sinemasıyla tanışmak için iyi bir vesile sayılmaz. İzlemesi sabır isteyen, durağan ve komplike bir tavrı var. 1950’lerin popüler Amerikan kültürü yansımaları ve uzay yarışı süreçlerine aşına olmayanlar filmin evrenine giremeyebilir. Öte yandan kasabanın devlet nizamında karantinaya alınmasıyla hepimizin evlerimize tıkıldığımız o kaotik dönemi de hatırlatan film, 1950’lerden güncel bir panorama da sunuyor. Ancak ilk kez Anderson dünyasını keşif için uygun film sayılmaz. Wes Anderson sinemasıyla tanışmak için en iyi tercihler "Grand Budapest Hotel" ve "Moonrise Kingdom" filmlerini keşfettikten sonra onun büyülü ve olanca renkli dünyasında yeni bir aşama olarak "Asteroit Şehir"in postmodern dünyası keşfedilebilir.