Atalar: AK Parti’nin kentsel dönüşüm karnesi başarısız
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülşah Deniz Atalar, iktidarın kentsel dönüşümle ilgili yaptığı yasal düzenlemeyi eleştirerek; “AK Parti’nin kentsel dönüşüm karnesi, başarısızlıklarla doludur" dedi.
DUVAR - CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülşah Deniz Atalar, iktidarın kentsel dönüşümle ilgili yaptığı yasal düzenlemeyi eleştirdi.
"20 yıldır, kentsel dönüşüm adına yaptıkları her hamle, yapılan her hukuki düzenleme, kentsel ranta dönüşmüştür" diye Atalar'ın açıklamalarından başlıklar şöyle:
SORUNLAR DAHA DA KARMAŞIK HALE GELMİŞTİR: Bildiğiniz üzere Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bağlı, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı, ‘6306 sayılı Kanun’ kapsamında, Hatay’ın Antakya ve Defne ilçelerinde 207 hektarlık bölgeyi rezerv yapı alanı ilan ettiğini duyurdu. İlgili alan, halen 6 Şubat depremlerinden en çok etkilenen vatandaşlarımızın yaşadığı, kışın ortasında, yağışta, konteynerlerde, çadırlarda barınmaya çalıştığı, sağlam binaların da bulunduğu bir yerleşim yeridir. İlan metninde, rezerv yapı alanında kalan parsellerin hangisinde, nasıl bir işlem yapılacağının ayrıntılarına, hangi yapıların dönüştürüleceğine yer verilmemiştir. Kanun değişikliğinde yer alan süre azaltımları ve tebliğ yerine ilan koşulunun getirilmesi, deprem bölgelerinde yaşayan vatandaşlarımızın hukuki erişim hakkına ulaşabilmelerinin önünü kapatmıştır. Bu bölge özel bir bölgedir, bir afet bölgesidir. Tek bir yasal düzenlemeyle bölgenin sorunlarının çözülmesi mümkün değilken bu değişikliklerle sorunlar daha da karmaşık hale gelmiştir. Deprem bölgelerinde riskli yapıların kentsel dönüşümü, elbette ki deprem gerçeğini asla göz ardı edemeyeceğimiz ülkemizde bir zorunluluktur. Ancak kentsel dönüşüm, kent ve barınma hakkı, alanların sosyal ve kültürel dayanıklılığı göz ardı edilerek, hukuka aykırı olarak temellendirilecek bir mesele değildir.
HER HUKUKİ DÜZENLEME, KENTSEL RANTA DÖNÜŞMÜŞTÜR: AK Parti’nin kentsel dönüşüm karnesi, başarısızlıklarla doludur. 20 yıldır, kentsel dönüşüm adına yaptıkları her hamle, yapılan her hukuki düzenleme, kentsel ranta dönüşmüştür. Kentsel dönüşüme ilişkin kanunlar, uzun zamandır hukuki enstrüman olarak kullanılmaktadır. İktidar, kanunlarda tıkandığı bir noktada, yaşadığımız acı depremi, kendine bir alan açıp agresif şekilde, kentsel dönüşümü ranta çevirmek için bir düzenleme değişikliğine gitti. Bu yasalar zaten vardı. Değişiklikten önce kentsel dönüşüm için ne yaptınız ki şimdi ne yapacaksınız? 6 Şubat depremlerinin yaşanma ihtimalini, bilim insanları her toplantıda dile getiriyordu. Raporlarınız, tatbikatlarınız vardı. Önlem almadınız. Siyasal rantlarınız, sermaye gruplarınız için deprem nedeniyle halkın kentsel dönüşüme olan ihtiyacını, ilgisini ve talebini; yasal çerçeveyi aygıt olarak kullanarak istismar etmenin önünü açtınız. Bu düzenleme, ne yazık ki yetki karmaşasını derinleştirmek, sorunları büyütmek ve kentsel rant için yeni bir nefes alıp kentin kamu alanlarını dönüştürmek için kullanılacaktır.
YEREL YÖNETİMLER KISITLANARAK YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER, KENT HAKKINI KORUYAMAZ: İktidarın karnesinde; yeşil alanların AVM’ye dönüştürüldüğü, deprem toplanma alanlarının ranta çevrildiği, askeri alanlara göz dikildiği yer alıyorken bu değişikliğin kamu yararı güttüğüne dair bir inanç, ne yazık ki metinde dahi yer almıyor. Kentsel dönüşüm, dünyada böyle bir yetki karmaşasıyla konuşulmuyor. Yerel yönetimlerin fikirleri alınmadan, yetkileri kısıtlanarak yapılan değişiklikler, kent hakkını koruyamaz. Gelin, bu çerçeveyi 30 büyükşehir belediyemiz, belediyelerimiz, meslek odaları, ülkemizden ve dünyadan alanında uzman akademisyenler, siyasetçilerimiz ve yurttaş temsilcileriyle konuşalım. Ülkemiz çok büyük bir ülke, deprem ülkesi. Her mahallenin, şehrin kendine özel durumu, mülkiyet yapısı, planları farklı. Bunları göz önüne alarak kamu yararı güden bir düzenlemeyi yapabiliriz.
KENTSEL RANT ÜRETİLMESİNE SEBEBİYET VERECEKTİR: 6306 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikler, ne yazık ki siyasi rant elde etme dışında, kentsel dönüşüme ilişkin bir sürü belirsizliği de beraberinde getirmiştir. Sadece riskli alan olarak değerlendirilen yapıların değil, yerleşim yerlerinde bulunan parsellerin de rezerv yapı olarak belirlenmesinin önü açılmıştır. Bu değişiklik, idarenin takdir yetkisini, mutlak ve sınırsız kullanmasına sebebiyet verir niteliktedir. Özel mülkiyetteki taşınmazların rezerv yapı alanı ilan edilmesinde, arsa metrekaresinin yüzde 30’u veya değerinin dönüşüm projeleri özel hesabına kaydedilmek üzere Başkanlığa verilmesi kuralı getirilmiştir. Bu değişiklik, yaşam alanlarının sermaye gruplarına peşkeş çekilmesine ve kentsel rant üretilmesine sebebiyet verecektir.
ÜLKEMİZ, ÇOKLU KRİZLERİN İÇERİSİNDEDİR: Tescil dışı alanlarla ilgili Başkanlığa yine çok geniş bir yetki verildiği görülmektedir. Park, aktif yeşil alanlar ve yolların, ana arter veya tali yol olup olmadığına bakılmaksızın Kentsel Dönüşüm Başkanlığı’na devri söz konusu olabilecektir. Koruma kapsamındaki alanların yapılaşmaya açılacağına, boşaltılan ve rant değeri yüksek olan askeri alanların ve yeşil alanların da rezerv alanı ilan edilerek yapılaşmaya açılacağına dair riskleri barındırmaktadır. Maliklerin ve ilgililerin 2/3 çoğunluğu yerine, salt çoğunluk kuralı getirilmiştir. Bu değişiklik, azınlık haklarının çoğunluk karşısında ezilmesine sebebiyet verecektir. Bu değişiklikler, deprem bölgelerinde herhangi bir sorunu çözmekten çok uzaktır. Deprem kuşağında yer alan ülkemizin yapısal sorunlarına da bir çare değildir. Ülkemiz, çoklu krizlerin içerisindedir. Geçen hafta, deprem bölgemizde ve bu hafta başından beri ülkemizin kıyı bölgelerinde, sel felaketleri yaşanmaktadır. İklim krizi, artık ötelenemeyecek kadar yakındadır.
İKLİM KRİZİ, UZAK GELECEKTE KARŞILAŞILACAK BİR KOMPLO TEORİSİ DEĞİL: Bugün, her yıl olduğu gibi, dünya hükümetleri iklim krizine bir çözüm bulmak üzere bir araya geliyor. Bu seneki toplantı, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ev sahipliğinde, Dubai’de yapılıyor. Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin Taraflar Konferansı -kısaca COP- 12 Aralık tarihine kadar da devam edecek. İklim Zirvesi, küresel sıcaklık artışının geçen haftalarda, ilk kez Sanayi Devrimi öncesi seviyelerinin 2 derece üzerine çıkmasıyla başlıyor. İklim krizi, uzak bir gelecekte karşılaşılacak bir komplo teorisi değil; en yıkıcı etkilerini göstermeye başlayan bir gerçeklik olduğunu, günden güne bizlere hissettiriyor. Taraf devletlerce bu sene, ülkemizin de taraf olduğu Paris Anlaşması hedeflerine ne kadar yakın olunduğu da tartışılacak. COP28; ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele eylemlerini, küresel ısınmanın dünya ortalamasında en fazla 1 buçuk derece ısınması hedefiyle uyumlu hale getirmesi ve küresel iklim eylemi için bir emsal oluşturması adına kritik bir fırsat.
İKLİM KRİZİYLE MÜCADELE, BİR KÜLFET DEĞİL: Paris Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, iklim değişikliği konusunda çalışmalarını hızlandıran Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İklim Zirvesini fırsat olarak görmesi gerekirken hâlâ 2030 yılında emisyonlara ilişkin olarak artırımdan azaltım hedefini sürdürmektedir. Geçtiğimiz günlerde, iklim değişikliği alanında çalışan sivil toplum örgütleri, artırımdan azaltım hedefinin güncellenerek 2030 yılında, yüzde 35 mutlak azaltım hedefine geçilmesi gerekliliğini anlattılar. Alanında uzman bilim insanları ve STK’ların iklim krizi ve emisyon azaltımı ve değişikliğe uyum konusundaki görüşleri dikkate alınmalıdır. Bakanlık, 2053 yılında, emisyonları sıfırlayacağı hedefinde samimiyse uluslararası fonlardan gelen her türlü paranın yeşil ve temiz bir devlet için yatırıma dönüştürülmesini öncelemeli, ulusal bir mesele olan enerji bağımsızlığını sağlamak için yenilenebilir enerjiye yatırımın şart olduğunu anlatmalı, iklim kriziyle mücadele konusundaki kararlığını göstermelidir. Unutmayalım ki iklim kriziyle mücadele, bir külfet değil aksine ülkemize birçok ekonomik faydası olabilecek bir uyum çalışmasıdır. Çünkü mücadele etmemenin hem sağlık hem çevre hem de yaşam alanlarında birçok yıkıcı etkisi olacaktır. Çocuklarımıza güzel bir dünya bırakmak hepimizin borcudur.
KÖMÜR BİTER AMA ZEYTİN AĞACI ÖLMEZ: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından diğer bakanlıklarla eş güdüm içerisinde hareket ederek sera gazı emisyonlarının en büyük sebebi olan kömürlü termik santrallerin planlı bir şekilde, kimseyi mağdur etmeden adil bir geçiş sağlanarak kapatılması konusunda bir adım atılmıyor. Çalışmalar yapılmadığı gibi, özelleştirilmiş termik santrallerin doğa katliamı yapmasına tepki de gösterilmiyor. Ekonomik ömrünü tamamlamış Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri için Akbelen’de ormanlar tahrip ediliyor, ağaçlar kesiliyor ve yeni maden ocağı açılıyor. Bu yetmezmiş gibi, dinamit patlatmalarıyla zeytin hasadı yapan köylülerin üzerine taşlar yağıyor, milli servetimiz zeytinliklerimiz zarar görüyor. Ama kamuoyunun tüm tepkisine rağmen şirket, çalışmalarına, karbon salımına hızla devam ediyor. Dünya, iklim krizi nedeniyle zeytin ve zeytinyağı kıtlığı yaşarken biz zeytinliklerimizi katlediyoruz. Unutmayın ki kömür biter ama zeytin ağacı ölmez. (HABER MERKEZİ)