Süslü bir cümle kuralım: Herhalde siyaset de, diplomasi gibi,
makulu mümkünde aramak olmalı. Bunun tercümesi eyyamcılık yahut
idare-i maslahat değil. İkinci süslü cümle, bir Hint atasözüydü
sanırım, “gideceği limanı bilmeyen yelkenliye hiçbir rüzgardan
hayır gelmez”. Devam edelim: İngilizce’de “having a vision” vizyon
sahibi olmak demek malum. Çoğul yaptığımızda ise, “having visions”
sanrılar görmek demek oluyor. Bir de Amerikalılar “düşündüğün her
şeye inanma” veya “her düşündüğünü gerçek sanma” derler.
Diplomasi müzakere işi. Her müzakere bir alışveriş. Bülent
Ortaçgil’in klasikleşmiş şarkısının sözleri gibi “Aşk bir
dengesizlik işi/Sensiz olmaz, sensiz olmaz”. Alışveriş için,
müzakere zemini için hem gücünüzün hem karşı tarafa verecek bir
şeylerinizin olması lazım. Güç bilinir, karşı tarafa gösterilmesine
gerek yoktur. İnançlıysanız, “almadan vermek Allah’a mahsus” da
diyebilirsiniz. Yine diplomasi konuşursak, “bayrağı diktim, bir
adım geri atmadım” olsa olsa avcı palavrasından ibarettir.
Acaba başlığa “ve biz” diye bir ek mi yapmalıydım? Biz kimiz?
“Biz” var mı, kaldı mı? Ortak tarihimizin öyküselleştirilmesinde
pek anlaşamıyoruz. Cumhuriyeti Kürtler ve Türkler birlikte Müslüman
“milleti” (Osmanlı millet sistemini kastediyorum) olarak kurmuşuz.
Ama kurduğumuz cumhuriyet laik. Sonra tekçilik girmiş içine. Bu o
dönem için modern bir yaklaşım belki. Orada da Selanik
milliyetçiliği (Moiz Kohen/Munis Tekinalp) ile Tataristan esintili
milliyetçilik (Yusuf Akçura) yaklaşımlarının karşılaştırmasına,
üzerine 1930’ların yükselen Avrupa faşizminin etkilerine de
bakmalı.
Çocukken okuduğum Jean Bruce’ün OSS-117 serisinden bir kitabın
başlığı “Les secrets font la valise” (“Sırlar Bavul Dolusu”) idi.
Bizim de dolabımızdaki iskeletler pek çok değil mi? Ramin Matin’in
güzel “Kusursuzlar” filminin Barış Diri’ye ait
eğlenceli özgün müziğinde “Günahları yaz da kitap
olsun/Bu geceyi en başa koy güzelim/Hikayemiz best-seller olsun”
diyor. Hiç düşündünüz mü, bir yönüyle Türklerin ve Kürtlerin ortak
vatanın temel harcını birlikte koydukları söylenebilecek 1919
Erzurum Kongresi, 1915 Ermeni Soykırımı’ndan hepi topu dört yıl
sonra toplanmış. Bu tarihsel bağıntıyı düşündürten değerli anayasa
hukukçusu Dinçer Demirkent’in Ayrıntı Yayınları’ndan yeni çıkan
“Bir Devlet, İki Cumhuriyet” kitabını ayrıca hararetle öneririm.
Başlığı dahi zihniyet kilitlerimizden bazılarını açmak için yeterli
bence.
1921 âdemimerkeziyetçi anayasa, 1923 Lozan, 1924 merkeziyetçi
anayasa, 1925 Şeyh Sait isyanı, 1926 Musul’u Irak’ta bırakan Ankara
Anlaşması. Ben de bu kadarını bilebilip, tarihçeyi yan yana
dizebiliyorum. 1934 Edirne Fortuna, 1938 Dersim Tertele diye
uzatılabilir de. Bilmeyelim, okumayalım, öğrenmeyelim, konuşmayalım
da demiyorum. Sorum, tam da 10 Kasım günü, 2017 Türkiye’sinde
birincil öncelikli meselemiz 1938’de vefat etmiş Kemal Atatürk’ün
Kürtlere ne fenalıklar ettiğini tartışmak mıdır? Hemen komşumuzdaki
Irak ve Suriye’nin ne halde olduğu, IŞİD vahşeti ortadayken hem
de.
Bakınız o arada Sayın Cumhurbaşkanı “Bir büyükşehrimizde (Bursa)
CHP'li ilçe belediyesi (Nilüfer), mahalle komiteleri için yapılacak
seçimde beşte bir oranında eşcinsel kotası koyabiliyor. Allah
şaşırtmasın. Şu hale bak.” buyurdular. LGBTI bireyler bu ülkenin
yurttaşı değil mi? LGBTI bireyin rahat ettiği bir ülkede, tüm
yurttaşlara iyi gelen bir hukuk devleti, çoğulculuk ortamı hâkim
olmaz mı? Hepsini geçtim, Sayın Cumhurbaşkanı inançlı biri,
eşcinselleri yaradandan ötürü sevmez mi?
Yine Sayın Cumhurbaşkanı 10 Kasım vesilesiyle CHP seçmenine
konuşmalarında çeşitli çiçekler attığı gün, “Müslüman kadınların
hassasiyetine güveniyorum. Türkiye'deki terör örgütü bu konuda çok
hassas. En az 10, 15 çocukları var.” dedi. Yok sanmam, “Kürtler çok
çocuk yapıyor, etnik nüfus dengesi değişecek bu gidişle” demiş
olamaz. “Bunlar öldürmekle bitecek gibi değil” de dememiştir. Ben
öyle anlamadım yahut ne dediğini tam olarak anlayamadım. Pekiyi,
Kürt yurttaşlarımız hepimizin Cumhurbaşkanı’nın söz konusu
ifadelerinden ne anlamıştır acaba?
Geçenlerde muhalefet içinden keza sair muhalefete yönelik
“kendilerine ‘sadece demokratlar’ diyenler türedi” yollu bir
siyasal tutum eleştirisi gördüm. Eyvallah da, ne kadar az sözü alt
alta yazarsak başımızı altına sokacağımız sundurma o denli geniş
olmaz mı? “Sadece” demokratlar, sadece hukuk devleti isteyenler,
sadece eşit anayasal yurttaşlık diyenler en azından şimdilik
Türküyle, Kürdüyle yan yana dursa fena mıdır? Badireyi (“fortuna”?)
atlatana dek. Yoksa cumhuriyetin cenaze namazında mı yan yana
dizilmek evladır?
Buraya kadar sabredebildiyseniz bu yazıyı bir pazar günü
sayıklaması sayın. Sosyal medyada daha önce paylaşmıştım, hayatımda
gördüğüm en güzel araba yazısına Denizli taraflarında karayolunda
rastladım: Aksesuarlı bir Doğan’ın arka camında büyük harflerle tek
kelime “OLMUYOR” yazıyordu. Sadece demokrat sıfatımla acizane
hayıflanıyorum, hakikaten olmuyor galiba.