"Örgün Eğitimle Birlikte Hafızlık Projesi" kapsamında hafızlıklarını tamamlayan 136 öğrenci, Erdoğan’ın katılımıyla Ayasofya'da dün düzenlenen programda icazet aldı. Erdoğan'a yakınlığı ile bilinen Üsküdar Yıldırım Beyazıt Camii eski İmam Hatibi Mustafa Demirkan, Erdoğan'ın da dinlediği anlarda şu ifadeleri kullandı:
"Bu ve bu gibi mabedler mabed olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kafir kim olabilir... Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma... "
2021 yılının Türkiye Cumhuriyeti’nde bir imam, bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nın gözünün içine baka baka, bu ülkenin kurucusuna hakaret etti. Sonrasında Cumhurbaşkanı bu çirkinliğe ilişkin tek kelime etmedi.
* * *
Ertesi gün ofisime geldiğimde AKP’ye oy verdiğini bildiğim ve insanlığına daima değer verdiğim aşağıdaki esnaf komşumla karşılaştığımda, bana kendiliğinden şunları söyledi; “Tuba Hanım, biz böyle bir ülke istemiyoruz. Ülke gözümüzün önünde mahvoldu. Biz yanıldık. Oyumuz artık AKP’ye değil.” Gülümsedim tabi, sevindiğimi belirttim. Tam giderken durdurdu; “Bu arada bize Atatürk’ü de hep yanlış anlattılar. Dinsiz dediler. Fakat şimdi anladık ki Atatürk’ün dinle bir derdi yokmuş. Dini bunlar gibi kullananlarla derdi varmış…”
İçime güneşler doğdu.
Ofisime çıkarken aklıma geldi. Dedemlerin yaşadığı yer Kahramanmaraş’ın muhafazakar bir bölgesiydi. Çocukken yaz tatillerinde dedemlere giderdik. Ben mahalledeki çocukları toplardım, oyunlar oynar, piknikler yapardık. Kimi zaman onlara bahçede doğum günü partisi düzenlerdim. Aklıma o günlerden biri geldi. Unutmuyorum, kardeşimin doğum gününü kutluyorduk. Öncesinde birlikte annelerimizden tarif alıp basit bir pasta yapmıştık. Çok güzel bir gündü. O gün kendi aramızda konuşurken, içlerinden biri bana “Biliyor musun, Atatürk Allah’ı hiç sevmezmiş. Tuvalette Kuran’ı tepelemiş” demişti. Atatürk sevgisiyle büyümüş bir asker kızı için yeterince büyük bir şoktu benim için. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Ama kimseye söylemedim. Atatürk’ün öyle bir şey yapıp yapmayacağı konusunda ciddi şüpheleri vardı zira. Diğer yandan inançlı da bir ailem vardı. Babam sabahları çok erken kalkar, Kuran okur, koşuya çıkar, sonra gelir bize kahvaltı hazırlar ve okula gönderirdi. İbadetini hep gizli yapardı. Dine ilişkin sorular sorduğumuzda cevaplar ama asla dini herhangi bir şey dikte etmezdi. Hatta bir gün –sonradan FETÖ sebebiyle kapanan- bir dershaneye yazılmak istediğimi söylemiştim babama. O dershaneye giden arkadaşlarım sınavlarda çok iyi sonuç alıyordu çünkü. Babam çok kızdı. “Asla olmaz, bizim onlarla işimiz olmaz!” demişti. Elbette sebebini anlamamıştım, el mahkum “Peki” dedim. Çok sonraları babama teşekkür ettim. Hem o dershaneye göndermediği hem de böyle bir baba olduğu için.
Ofise çıkarken bunlar geçiyordu aklımdan. Çocuk yaşta Atatürk düşmanlığıyla büyütülen çocuklar, milletvekili veya hakim veya imam veya trol olmuşlardı. Fatih Tezcan olmuşlardı. Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na başkan olmuşlardı. Ve daha söyleyemediğim fakat sizlerin anladığı birçok kişi olmuşlardı. Atatürk olsaydı ne yapardı diye düşündüm. Bugünlerde hep bunu düşünüyorum...
* * *
Bizim komşunun dediği gibi, Atatürk’ün dinle bir derdi yoktu. Atatürk’ün dini menfaatlerine alet edenlerle bir derdi vardı. Atatürk’ün irticayla, örümcek kafalılarla, bilim ve özgürlük düşmanlarıyla bir derdi vardı. Laiklik bu yüzden en önemli devrimlerinden biriydi. Laiklik yoksa demokrasi de yoktur çünkü. Bu yüzden, dini kendine alet eden kötücüller hep laiklik düşmanı oldular, Laikliği dinsizlik gibi anlattılar. Bu insanlar kendilerinden başka kimsenin söz söylemesini istemediler. 1500 yıllık insanlığın ortak mirası mabetleri kendilerine hasrettiler. Bunu hak sandılar. İnsanlığa ve ortak değerlerine saygı duyanları o pis ağızlarıyla utanmadan lanetlediler.
Şimdi biz bunları yazıyoruz diye Kemalist diyecek bazıları. Atatürk’e saygı duymak Kemalist olmak değildir. Atatürk’e saygı duymak, bir ülkenin bağımsızlığı için verilen emeğe saygı duymak, demektir. Evet, Atatürk eleştirilebilir. Eminim ki, kendisi de eleştirilmeyi isterdi. Hatta kaç gündür Nutuk’u karıştırıyorum tekrar. Kendi zamanında da çok eleştirilmiş. Kimseyi asıp kesmemiş. Bilakis, birçok fikri oylamaya sunmuş. Birçok fikri tartışmış. Kendisine karşı olanların düşüncelerini son derece normal karşılayarak defterine not etmiş. Öyle ki, dinlenmeye çekildiği bir vakit kendisine mektupla sorulan bir soruya cevaben, “Her şeyi benden beklemeyin, nihayetinde ben de bir kulum” demiş. Çevresindekilere alan açmış. Üstelik de kurtuluşun hemen akabindeki şartlarda. Çünkü, ilericilik bunu gerektirir.
Atatürk din düşmanı olsaydı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmazdı. Elmalılı Hamdi Yazır’a Kuran’ı tefsir ettirmezdi ya da en basitinden başka bir İstiklal Marşı’nın seçilmesine müsaade etmezdi. “Atatürk ve Din” başlığında yazacak çok şey var. Fakat objektif değerlendirebilmek için açık beyinler gerekiyor. Atatürk düşmanlığını baştan kabul etmiş dogmatik kişilere bunu anlatmak elbette çok zor. Yine de artık hepimizin bıktığı ve anlamsız bulduğu şu soruyu sormadan edemiyorum; bu ülkede halen yürürlükte olan bir Atatürk’ü Koruma Kanunu var. Bu ülkede halen Atatürk’ü ve devrimlerini koruyan bir Anayasa var. Ortalık, cezasızlık sebebiyle Atatürk’e hakaret eden yobazlardan geçilmiyorken, Erdoğan, gözünün içine baka baka kendisine oturduğu koltuğu bahşeden Atatürk’e hakaret edenlere niçin tek kelime etmiyor? Koltuğunu, Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu veya Anayasa’yı uygulamayarak koruyamayacağının niçin farkında olmaz bir insan? Atatürk’e hakaret edenleri cezalandırır bu ülke. Ne kadar inançlı da olsa dini menfaatine alet edip, milletin vergisini cebe indirenleri cezalandırır. Halkı aptal yerine koyanları cezalandırır. Halkın elinde bir oyları kaldı, onunla cezalandırır. Tıpkı benim esnaf komşu gibi. Cezalandıracakları gün yakındır.