Al Jazeera kanalının 2019 başlarında yayınladığı “fi Seba Sinin” (Yedi Yılda) adlı belgesel, Arap dünyasında etkisi günümüze devam eden ve ülkemizde yaşanan sorunlara farklı yönleriyle ayna tutabilme potansiyeli taşıyan büyük bir tartışma başlattı. Belgesel, “Tahrir Devrimi” olarak adlandırılan ayaklanmalara Müslüman Kardeşler ve de diğer devrimci güçler saflarında katılan gençlerin bir kısmının 2013’de Sisi darbesinden sonra bütün dini değerlerin reddi ile IŞİD'e katılma arasında gidip gelen uçlardaki yolculuğunu anlatıyordu.
Ancak işin ilginç yanı belgeselin anlatısında darbeden sonra ateizm ya da deizmden medet umanların sadece Müslüman gençlerden ibaret olmadığıydı. Hıristiyan gençler içerisinde de ateizme yönelimlerin olması, gençlerin baskılara karşı gençliğin isyanının hem devlete ve hem de toplumsal kurumlara yönelik bir çıktısı olarak da okunabilirdi. Zira dinin de bir toplumsal kurum olduğu unutulmamalı. Başka bir ifadeyle belgeselden gençliğin sadece İslamcı hareketten ya da darbeci yönetimden değil, aynı zamanda toplumdan umudunu kestiği ya da bütün toplumsal kesitlere öfke duyduğu yönünde bir sonuç çıkarmak da mümkün.
Ülkemizde gençler arasında hızla yaygınlaştığı söylenen deizmin yanı sıra başını açan mütedeyyin gençlerin sayısındaki artışta somutlaşan gerçekliğe de belki ışık tutacak olması, bu belgeseli bizim açımızdan da ilgi çekici hale getiriyor. Mısır’daki gençliğin sorunlarıyla Türkiye’deki gençlerin sorunları birebir aynı olmayabilir ama küreselleşmenin beraberinde getirdiği homojenleşmenin en azından belirli ortak kesişim noktalarının olma ihtimalini artırdığının bir göstergesi. Ayrıca topluma ve toplumsal kurumlara isyanın yanı sıra belki konunun kuşaklar arası çatışmayla da ilgisi olabilir. Nitekim kuşaklar üzerine çalışan uzmanlar, internet teknolojisinin ve sosyal medya kullanımının gelişmesinde yaşanan baş döndürücü hızın, kuşaklar arasındaki çatışmayı derinleştirdiğine işaret ediyorlar.
Öte yandan belgesel yayınlandığında toplumun farklı kesimlerinin gösterdiği tepkiler, konunun hala cepheleşme üzerinden ele alınma gibi bir alışkanlıkla malul olduğunu dolayısıyla toplumsal sorunlara ilişkin çözümler üretme konusundaki acziyeti ortaya koymakta. Sorunlar ve bu sorunların çözümünü ele alma konusundaki zaaflar birbirine ne kadar benziyor değil mi? Tartışmanın bir tarafı, yani İslamcılar, belgesele sert eleştiriler yönelterek gençlerimin yönelimiyle ilgili kendi hatalarının da rolü olabileceğini kabul etmeye yanaşmazken diğer taraf yani darbeye destek veren seküler kesim, yaşanan toplumsal krize karşı kendilerini körleştiriyor. Bunu yaparken de mevcut otoriter siyasi düzeni yani darbeci Sisi yönetimini ve onun İslamcılara karşı tutumunu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Her iki tutumun da sorunlu olduğunda kuşku yok.
Mısır’da belgeselin içeriğine ilişkin tutumlar birbirinden 180 derece farklılık gösterse de herkes, belgeselin gerek içerik gerekse görsel yönetmenlik açısından büyük emek harcandığı konusunda hemfikir. Ancak kafaları karıştıran husus, gençlik aslında sadece ateizme yönelmemişti, zira diğer başka gençlerin Rabia katliamı ve darbeden sonra Suriye’ye IŞİD ya da el Kaide saflarında savaşmaya gitmesi, aslında gençlerin daha çok aşırı uçlarda gezindiğini göstermesi açısından son derece ilgi çekici. Müslüman Kardeşler’e yakın olanlar belgeseli, İslamcı gençlerin maruz kaldığı adaletsizlikleri görmezden gelme yönünde eleştirirken aslında, Hürriyet ve Adalet Partisi’nin iktidarda iken gerek diğer siyasi partilerden devrimcilere gerekse toplumun farklı kesimlerine karşı yaptığı hataları değinmeye değer bile bulmadı.
Sisi yanlıları ise belgeselin muhtevasının aslında kendi tutumlarının ne kadar doğru olduğunun kanıtı olarak okumayı tercih ettiler. Onlara göre belgesel aslında Arap isyanları denen şeyin ne kadar sorunlu olduğunu ve Arap ülkelerine felaketten başka bir şey getirmediğini söylemekteydi. Bu kesimin tek odaklandığı şey, şiddetin ve aşırılığa dönüşün yol açtığı sorunlar ve ateizmi kişisel bir özgürlük, medeniyet ve ilerleme göstergesi olarak görülmesi gerektiğiydi! Halbuki ateizme yönelen gençlerin karşısında IŞİD saflarına katılan gençler bulunmaktaydı ve sorun teizm ya da ateizm sorunu değil bir radikalleşme ve toplumun yaşadığı sorunlara çözüm üretme kapasitesindeki yetersizliğin açığa çıkma sorunuydu.
Kısacası bu belgesel üzerinden kendini açığa vuran şey, öncelikle Arap isyanları sırasında yaşananlardan tek bir kesimin sorumlu olduğunu ilan etmenin büyük bir hata olduğudur. Bütün taraflar yaptığı hatalar karşısında hesap ve özeleştiri vermeye yanaşmayan tutumlarından vazgeçmediği ve toplum kutuplaşmalar döngüsünden kurtarılarak hızla normalleştirilmediği taktirde Mısır’ı karanlık bir gelecek beklediğinde kuşku yok.
Aksi takdirde gençlik patlamaya hazır bir bomba ve kimse onun öfke ve umutsuzluğunu nereye kanalize edeceğini kestiremeyebilir. Zira gençler arasındaki sorun sadece ateizm ve aşırılıkla sınırlı değil, nihilist bir öfke dalgası, bağımlılık ve uyuşturucu kullanımının artması, gençlerin yaşadığı çaresizliğin boyutlarını gözler önüne seriyor. Bu, bazen kayıtsızlık ve ilgisizlik şeklinde kendini dışa vururken gençleri anavatanlarından koparmaya ve kitlesel bir beyin göçünün patlak vermesine kadar götürecek bir sürecin ilk sinyallerini veriyor olabilir.