İdlib ateşe atıldığımız yerdir. O ateşe muhtaç kalmış siyasi liderin yanlış hesaplarını denkleştirme inadıdır. Kaçak stratejiyle büyüyen bir krizdir.
Bir faninin fevriliğine kalmış her şey. İbresiz, pusulasız; şahlanan ve düşen!
İdlib’in 2015’te El Kaide ve müttefiklerinin eline geçmesini sağlayanlar bugün bu statükoyu farklı hesaplarla sürdürmek istiyor. İdlib için Batılı ve Körfez’deki (eski) müttefiklerin dahliyle Fetih Ordusu’nu kuran Antep ve Antakya Operasyon Odaları yok ama Türk ordusu var.
“Rejim şubat ayı içinde gözlem noktalarımızın gerisine çekilmezse Türkiye bu işi bizzat yapmak mecburiyetinde kalacak” diyor. Yapacağını zaten yapıyor. 3 Ocak’ta yedisi asker sekiz kişinin öldüğü saldırı bu yapılanların sonucu değil miydi?
Türkiye elini çekse cihatçı yığın kaç gün daha tutunabilir? Amerikalılar umutlarını yitirip Amman Operasyon Odası’na kilit vurduklarında Güney Cephesi ne kadar dayandıysa o kadar…
Canımıza tak eden onlarca krizle kuşatılmışken oturmuşuz Türkiye savaşa girecek mi girmeyecek mi diye kestirmeye çalışıyoruz. İşimiz fala kalmış. Bir saat sonrasını kestirebileni en baba strateji uzmanı sayıyoruz.
İhtarların ardından ne Suriye devleti operasyonları durdurdu ne de destekçileri Rusya ve İran frene bastı. Türkiye Suriye ordusunun M-5 yolunu açmak için Maaret el Numan’dan sonra hedefe koyduğu Serakıp’ı geçilmez kılmak için Türk askerini bariyer gibi dikti. Buna karşın Suriye ordusu güneyden yay çizip M-4 otoyolunu kesti ve Serakıp’ı batıdan kuşattı. Hatta dün ordunun kente girdiğine dair haberler gelmeye başladı. Suriye ordusu bu noktaya 22’si son 24 saatte olmak üzere 88 yerin kontrolünü ele alarak geldi.
Bazı kaynaklar Türk topçusunun cihatçı yığınların Neyrep gibi yerlerde Suriye ordusunu püskürtme hamlelerine ateşle destek verdiğini aktarıyor. Taftanaz’da da karşılıklı atışların olduğu söyleniyor. Yani “Savaş başlar mı” sorusu biraz dünde kaldı, zaten ilan edilmemiş bir savaşın içindeyiz.
Herkesin eli ağzında, kötü haber düştü düşecek! Yine de silahlı gruplar TOW gibi silahlar temin etmediği, gözlem noktalarında gerektiği kadar caydırıcı olmadığı, Rusya’ya diş geçiremediği için Türkiye’ye kızgın!
***
Bu iş gerçekten de nereye varır? Rusya, Türkiye’yi kaybetme pahasına operasyonları sürdürebilir mi? İdlib’e yeniden dönen İran son dönemlerde Ankara’nın hassasiyetlerine yaklaşan tutumunu neden terk etti? ABD bu tehlikeli tırmanışın neresinde?
“Muhatabımız Rusya değil artık Suriye’dir” çıkışından sonra Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ile Sergey Lavrov, ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Rusya lideri Vladimir Putin’in yaptığı görüşmelerle ‘mutlak’ kopuş önlendi. Yine de Kremlin ‘terörle mücadele’ çizgisinden bir milim sapmadı. Erdoğan’ın bu gidişata Rus-Türk ilişkilerinin kurban edilmeyeceği yönündeki ifadeleriyle öfke biraz ayar buldu. Ve ardından Çavuşoğlu’nun dünkü açıklamasına yansıdığı üzere “Rusya rejimi durdursun” moduna geri dönüldü.
Fakat sahadaki operasyonlar ve Türk askeri tahkimatı sürdüğünden durumun kontrolden çıkma riski hâlâ yüksek. Anlaşıldığı kadarıyla Putin, Türkiye’nin Rusya’dan kolayca vazgeçemeyeceği öngörüsüyle limitleri sonuna kadar zorlayacak. En azından Soçi Mutabakatı’ndaki taahhütleri Erdoğan’a hatırlata hatırlata M-4 ve M-5 otoyollarını açmadan durmayacak. Sonrasında haritanın güncellenmiş hali masaya konulup yeni bir mutabakat hattı belirlenebilir. Türkiye direnmeyi bırakırsa ona da gerek kalmayabilir. Yeni bir hat belirlense de bozulmak içindir.
***
Bir taraftan da Putin sanki Erdoğan’ın ABD’den bir güvence alıp almadığını, aldıysa bunun kendisini nasıl göstereceğini görmek istiyor. Evet İdlib’de dur-kalk taktiğiyle süregelen askeri hareketlilik hep olageldi. Fakat Türkiye’nin Maaret el Numan ordunun kontrolüne geçerken pek sessizken Serakıp’ta birden bire alevlenmesi pek çok taraf için manidar geldi.
Geçen ay Erdoğan’ın Suriye’de vites küçültüp Libya’da masa kurma stratejisi daha işin başında Putin’in yapacağı iyiliklere bel bağlamıştı. Putin’i Libya’da Türk planına çekemeyeceğini gören Erdoğan, Suriye’de yeniden sertleşti. Ne kadar etkili oldu bilemiyoruz ama Amerikan kanadı da birden bire Türkiye’nin değerli bir NATO müttefiki olduğunu hatırladı. ABD'nin Avrupa Kuvvetleri Komutanı Tod Wolters 30 Ocak’ta Ankara’ya gelip Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ile İdlib’i görüştü. Ardından Türkiye Serakıp’ın güneyine takviye güç göndermeye başladı. 1 Şubat’ta 4 Rus istihbaratçısı öldürüldü. Rus basınına göre istihbaratçılar Keseb’de Türkiye-Suriye görüşmesinin güvenliğini temin için Lazkiye’ye gitmişti. Türkiye’nin yedisi asker sekiz kişiyi kaybettiği saldırı ise 3 Şubat’ta gerçekleşti. Ve Amerikan yönetiminden Türkiye’ye gaz veren açıklamalar ardı ardına sökün etti.
***
Çok da senaryo yazmaya gerek yok: ABD ve Türkiye’nin İdlib hesabı birbirbiriyle örtüşüyor. Erdoğan, İdlib’de statükonun korunmasından yana. İdlib cephesi kapanırsa sıra Afrin’e, ardından Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı Harekatları ile tutulan bölgelere gelecek. Erdoğan, Astana-Soçi zemininde Putin ile girdiği ortaklığın semerelerini toplamadan paydos etmek istemiyor. ABD de İdlib cephesinin Suriye devletini oyalayacak, yoracak ve kemirecek şekilde açık kalmasından yana. Hiçbir koşulda Suriye’nin yeniden toparlanmasını istemedikleri gibi İdlib’de cihatçıların defteri dürülürse Amerikan askeri varlığının ana gündem olacağını biliyor. Amerikalıların gördüğü başka bir şey daha var: İran, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin öldürülmesinin ardından İdlib cephesine geri döndü. Halbuki Han Şeyhun’un geri alındığı operasyon sırasında İran geri planda durmuştu. Bunda Amerikan yaptırımlarına karşı Türkiye ile paslaşma ihtiyacı da etkiliydi. ABD’nin Suriye’de kalma gerekçesi olarak İran’ı öne sürmesi, İsrail’in de İran’ı Suriye’yi vurma bahanesi yapması karşısında Tahran, Moskova’nın da telkinleriyle profilini düşürmüştü. İran yönetimi şimdi intikam için ABD’yi Irak ve Suriye’den atmaktan bahsediyor. CIA, Fırat’ın batısında eğit-donat programına son verse de İranlıların gözünde Türkiye, İdlib’de hâlâ ABD ve İsrail’in çıkarlarına uygun hareket ediyor. Rusya gibi İran da İdlib’de önemli bir komutanını kaybetti. İdlib’deki kararlılıkta bu türden özel faktörler de sözkonusu.
***
Peki, Amerikan güvencesiyle Türkiye, Rusya ile ortaklığı bitirip tek taraflı hamlelerini büyütebilir mi? Deklarasyonlar bu yönde. Ancak bu tür bir seçeneğin yüzleşmekten kaçınamayacağı caydırıcı gerçeklik kâbus gibi aynada beliriyor. Rusya ile eşgüdüm Türkiye’ye ‘emniyetli operasyon’ kapıları araladı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı, Rusya’ya rağmen düzenlenebilecek hareketler değildi. Hava savunma sistemi Türkiye için körelmeseydi durum farklı olurdu. Rusya, Türkiye ve Suriye ordularının karşı karşıya gelmesini önleyen bir sigorta işlevi gördü. Erdoğan boşu boşuna ikide bir Putin’e, “Esad’ı dizginle” demiyor. Ve bağlanan taşlar var; bunların ipleri salındığında “Orta Doğu’da nereden vurulduğunu bilemezsin” sözü kulaklarımıza çalınacaktır. Gözardı edilen başka bir şey daha: Eğer işler kontrolsüz bir çatışmaya dönüşürse Fırat’ın batısında Afrin, Menbic ve Tel Rıfat, doğusunda uzunca bir şeritte Kürt cephesinin açılması bu senaryoda kendine yer bulabilir. Rusya zaten YPG’nin Suriye ordusuna sokulması için koşulları olgunlaştırmaya çalışıyor.
***
Durum derin bir nefes alıp basit bir soruya yanıt verilmesini gerektiriyor: Suriye’yi kendi topraklarının kontrolünü cihatçı yığınlardan geri almaktan men eden bir mantık savunulabilir mi? Türkiye’yi bir bataklıktan ötekine sürüklenmenin adı strateji olabilir mi? Bela çıkarmada dünyaya bedel olmanın övünülecek bir tarafı olabilir mi?