Rahmetli Robinson Ahmet vardı, (şimdi maalesef JetSki’lerin tur attığı) Fethiye Gemiler koyunda yalnız yaşardı. Derme çatma kulübesinin üzerinde “n” ile “varsa yoksa tenbellik” yazardı. Bir gün Ahmet abi beni koyun karşısındaki Likya yıkıntıları olan adaya götürmüş, tepeye çıkarmıştı. Elime bir taş verdi, “at hadi şuraya” dedi. Şuraya dediği yer o kadar aşağıda ve ileride, delik o kadar küçüktü ki, dalga geçiyor sandım. Kırmamak için attım. Yaklaşamadım bile tabii deliğe. Ahmet abi ise o inanılmaz mesafeden arkasını dönerek taş atıyordu ve o deliğe potasız sokuyordu. Sağdan soldan zıplayarak, her şekilde deliği isabet ettiriyordu. Mucize gibiydi.
Çünkü Ahmet abinin yeterince vakti vardı. Kim bilir kaç kere taş taşımıştı, kaç kere o taşı o deliğe atmıştı bu hale gelene kadar. Meşhur posterin dediği gibi, yeterince vaktiniz varsa replika Mısır piramiti bile yaparsınız.
Siz sağdan sayın, ben soldan. İkinci Mahmut’tan beri herkes batılılaşmaya çalıştı buralarda. Tam 208 yıldır, muhafazakarların bayıldığı Abdülhamid’den, Menderes’e, Özal’a, Erdoğan’a herkes. Daha solda görünen Abdülmecid’den Atatürk’e, baba-oğul İnönü’lere, Ecevit’e hepsi…
Bir insanın, şirketin, ülkenin, derneğin, bir amaç uğruna 208 sene vakti olsa ne yapardı? Sürekli aynı hataları aynı gerekçelerle tekrarlamazdı değil mi? Kendisinden sıkılırdı her şeyden önce. Buralar maalesef sıkıcılığı o kadar içselleştirmiş topraklar ki kendisinden sıkılamıyor.
Lütfen hemen başlamayın “Hristiyanlar kulübü”, “onlar da zaten bizi istemiyor” filan edebiyatına. Bunlar yalan dolan. İnanın bana Alman, Fransız yahut İngiliz kibri aslında kendisinden başka hiç bir şeyi istemiyor. Felçli gülümsemeleri ve sentetik nezaketleriyle meşhur Alman diplomatlarının Bulgaristan’a, Yunanistan’a, Macaristan’a, Polonya’ya bayıldığını düşünen yanılır. Ayrıca Müslüman Bosna-Hersek, Arnavutluk, Kosova ve yarıya yakını Müslüman olan Makedonya girmeyecek mi AB’ye? Atı alan Avrupa’yı geçti bile.
Yahut “Avrupa matah bir şey mi?” ezberine de sarılmayın. Elbette değil. Afrika’ya sağ eliyle Laptop’tan aşıya bir çok şey gönderip sol eliyle ne bileyim bütün balıklarını emen o Avrupa. Ruanda’sından Cezayir’ine cetvelle sınır çizip kanla kıta temizliği yapan da o Avrupa. Bugün içindeki, yoldaki göçmenlere (Türkiye kadar olmasa da) kötü davranan da o Avrupa. Ama konu bu değil.
Bir de “Batı’nın kötü ahlakı” edebiyatı var. Bu saçmalığa nefes tüketmeyeceğim. Bir klişeyi anıp geçeceğim: Türkiye’nin pek çok yerinde bir erkeğin bir kadını sokakta öpmesi dövmesinden daha risklidir. Bu, ahlaksızlığın daniskasıdır. Batı’da böyle değildir.
Son olarak “paraları var ondan böyle” edebiyatından bahsedeyim. Paranın feriştahı Suudi Arabistan’da var. Var da sanki insanların ve bilumum mahlukatın saadeti için harcanıyor. Suudiler dahil herkes biliyor ki krallarının, prenslerinin kepazeliklerine, silaha ve görgüsüz binalara terbiyesizce harcanıyor o servet.
Velhasıl bunlar gibi yığınla martaval bizim memleket 208 boyunca yanaştığı Avrupa’dan uzaklaştıkça masanın üzerine çıkarılır. Listeyi çıkar, ezberden say (Devletin bu kurnazlığı tamam da halka ne oluyor onu anlamam).
Halbuki Avrupa bir medeniyet projesi olarak güzeldir. İlkeleri, kriterleri, demokrasisi en iyi durumda olan olduğu için güzeldir. Menüde en makul bu var. Siz ne isterdiniz? Pakistan, Rusya Suudi Arabistan? İmkansızı yuttuysanız, tasavvuru dahi olmayan bir mükemmelin peşindeyseniz işimiz var. Demokrasi, okul, aile, iş, tatil, sendika… Hayatımızdaki pek çok şey ikame edecek bir şey bulunamadığı için ‘çaresizlikten’ yaşayan, esasında saçma sapan müesseseler çünkü. Bunları ikame edecek olanakların tasavvuruna dalalım elbette. Ama bu fenalığın göbeğinde Batılılaşmaya ayak diremek ne iş? Batılılaşalım dedim. Emperyalist hezeyanlarına, bilumum sahtekarlıklarına karşı çıkmaya devam etmeyelim demedim.
Üstelik durum göründüğü gibi de değil. 208 sene aynı hatayı yapmaktan kafalar örümceklenmiş. Unutulmuş olan iyi haber şu: Biz zaten Avrupalıyız. Kötü haber birazdan.
Şöyle ki, Batı, zaten Doğu’dan çıkma bir şey. Dahası, malumunuz Osmanlı önce Balkanları almıştır, sonra İstanbul’u. Ve sonra Doğu’ya ilerlemiştir. Üstelik yerleşik fikirlerin aksine bunu Avrupalı bir memleketin Doğu’ya ilerlemesi gibi yapmıştır.
İnanmıyorsanız iki tur atın Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Bulgaristan’da, Yunanistan’da… Kendinizi evinizde hissedeceksiniz. Yemeklerinden mimarisine çok şey tanıdık gelecek.
Osmanlı bugün sanıldığı gibi doğunun en batısında değil, batının en doğusundadır. Bunun detayları için Mehmet Ali Kılıçbay’ın “Biz Zaten Avrupalıyız” adındaki leziz kitabına başvurabilirsiniz.
Lakin kötü haberi de verelim. Osmanlı ve Türkiye zaten Avrupalı ama Batılı değil. Kılıçbay’dan aktaralım: “Osmanlı’nın Batı ile Doğu’nun kesişme alanında, ikisi tarafından da içerilmeyen bir alt-uygarlık alanı oluşturması ama bunun, Osmanlının Avrupa’nın Doğu’ya doğru bir uzantısı olmasının sonucu ortaya çıktığıdır. Benzeri bir kaderi Rusya yaşamıştır, yaşamaktadır. Tıpkı Türkiye’nin de bugün yaşamakta olduğu gibi.”
Son olarak… 208 yıllık hatadan dönmek, Avrupa’nın parçası olmak o kadar da zor değil. AKP’sinden Mesut Yılmaz’ına, Ecevit’ine ne kadar güzel yol aldılar dönem dönem. Sonra hemen şımardılar. Şımarmak memleketin kromozom yapısında var sanırım. Yeni değil Abdülmecid de böyleymiş. Ne bileyim Ecevit 1974’te birinci Kıbrıs harekatıyla bütün dünyada yaptığı primden gaza gelip ikinciye kalkışmasaydı belki oradaydık şimdi.
Avrupa’nın bütün sahtekar yüzüne karşın Türkiye kitabına uyarsa, değişirse AB’ye girebilir diye düşünüyorum. Beni telaşa sevk eden taşınırken ülkemizi yanımızda götürme alışkanlığımız. Onun için Türkiye değişirse kısmına çifte vurgu yapın.
“Arkadaş sen nerede yaşıyorsun, ne Avrupa’sı, hayal mi görüyorsun?” demeyin hemen. Her şey o kadar saçma ki muhakkak bir şeyler değişecek. Uzun vadede güzel olacak da vade kaç vakit onu bilemiyorum işte.