Beş yıl önce ‘Don’t Breathe/Nefesini Tut’ (2016) filminin yaratmış olduğu ‘hoş’ sürprizden sonra bu devam filmi, çok risk almadan aynı ana karakter etrafından şekillenen, ilk adımın atmosferine benzer, bir ‘kapalı alan’ gerilimi olma yolunda ilerliyor. Ancak film, bu sefer başkarakterine ciddi bir değişiklik katarak onu ‘avlayan’ değil ‘avlanan’ bir kişi gibi sunuyor. Peki, sadece bu fark, bir devamı haklı çıkarır mı ya da gerekli kılar mı? Bizce son derece tartışmaya açık bir konu….
Hatırlanacağı üzere Norman Nordstrom (Stephan Lang) tek başına, köpeğiyle eski bir evde yaşayan, görme engelli, yaşlı bir savaş gazisiydi (Irak’ta yaralanmış olduğu söyleniyor!). İlk filmde küçük çaplı, genç bir hırsız çetesi ‘kolay lokma’ olduğunu düşündükleri bu eve giriyor ama sonrasında soygun onlar için bir kabusa dönüşüyordu.
Bu sefer ise, tam anlayamadığımız trajik bir olaydan yıllar sonra Norman’ı 10-11 yaşlarındaki kızı Phoenix ile yaşarken görüyoruz. Tamamen dış dünyadan kopuk yaşayan bu ‘ikilinin’ huzuru, peşlerine takılan bazı esrarengiz ve tehditkâr adamlar tarafından bozulur.
KENDİNİ AFFEDEN ADAM…
İlk bakışta başkarakter Norman’ın bu ikinci adımdaki ‘radikal’ değişikliği vaatkar bir başlangıç noktası oluşturuyor. İlk filmde evine giren genç hırsızlara ‘cehennemi’ yaşatan bu ihtiyar adam oldukça duygusuz, acımasız ve kendi iç ‘hesaplaşmalarını’ en sert biçimde yaşayan ve yaşatan bir karakter çiziyordu. İnsanî vicdan ve acıma duygusundan yoksun olan Norman hiçbir şeye inanmıyordu. Hatta adil olmadığını düşündüğü Tanrı’ya bile!
Burada ise ilk filmdeki ‘antagonist’ karakter adeta bir kahraman gibi sunuluyor! Norman’ı, hayatına tekrar bir anlam katmış, travmatik geçmişine sünger çekmiş, kızına kısıtlı ama güvenli bir hayat sağlamaya çalışan bir baba olarak görüyoruz. Hatta bizce Tanrı’ya ve inanca olan bakışı da değişmiş gibi duruyor. Şiddetten ve savaştan ‘emekli’ olmuş bu adam ancak kızı ve kendi hayatı tehlike altına girince zalim yüzünü tekrar ortaya çıkartıyor.
Ne yazık ki bu ‘ilk’ ve büyük değişiklik ‘Don’t Breathe 2’nin tek orijinal fikri! Bu sefer ilk filmin yönetmeni Fede Alvarez’in yerine geçmiş olan Rodo Sayagues (aynı zamanda ilk filmin ortak senaristi) nerdeyse ‘B Movie’ olarak adlandırabileceğimiz filmlerle flört eden aksiyon ve şiddet sekanslarını boca etmeye başlıyor. Buna rağmen asla ilk filmdeki basit ve zalim gücü bulamadan…
SAF İYİYE KARŞI SAF KÖTÜLER…
Aslında ‘Don’t Breathe’in senaryosu basit gibi görünmesine rağmen hikayesinin gidişatı ile belli bir şaşkınlık ve derinlik duygusu yaratıyordu: Zararsız görünen yaşlı bir adamın evine giren karakterler profesyonel olmuş hırsızlardı ve her zamankinden daha şiddetli bir yolla adeta ‘haneye tecavüz’ suçunu işlemişlerdi. Dolayısıyla başta ‘evini savunan’ biri gibi duran Norman karakteri bu ‘izinsiz’ girişe misliyle karşılık veriyor ve genç suçluları adeta ‘av’ durumuna sokuyordu.
Oysa karakterlerini ‘gri’ bir bölgeye sürükleyebilecek bir yaklaşımı ‘elinin tersiyle’ iten bu devam filmi, basit bir iyiler ve kötüler savaşına dönüşüyor. Üstelik artık ‘iyi tarafa’ geçmiş Norman’a savaş açan bu ‘saf’ kötüler (en azından uzunca bir süre) amaçsız, özelliksiz ve sıradan hatta genel bir tabirle ‘anonim’ duruyorlar. Filmin başkarakterinin bu serseri/kiralık asker karışımı adamlarla çarpışması ilk filmin, bazen uzun sessizliklerle bazen ise beklenmedik sert ‘çıkışlarla’ estirdiği gergin havayı bir aksiyon ve şiddet karnavalına dönüştürüyor.
Ancak bu şiddet ‘artışı’ seyircinin dikkatini ayakta tutmaktan başka pek bir işe yaramıyor. Bu, özellikle çok geç gelen ve inandırıcılıktan son derece uzak, gereksiz final bölümünde iyice göze batıyor.
GÖRÜNTÜ İÇİN YARATILAN SAHNELER…
Yönetmen Rodo Sayagues, kamera arkasındaki bu ilk denemesinde filmine biraz renk katmak için elindeki bütün imkanları kullanıyor. Bu tutum bazen öyle noktalara varıyor ki, zaman zaman sanki filmin, kamera ve ışık kullanımındaki beceriyi göstermek için yapılmış olduğu izlenimini uyandırıyor.
İlk filmin de görüntü yönetmeni olan Pedro Luque ona ciddi anlamda yardım ediyor bazı sekanslarda (özellikle yer altında geçen mücadele) izleme keyfimizi bir ‘tık’ arttırabilecek kadrajlar yaratıyor. Yönetmenin şiddet ve kan gösterme gayretine omuz veriyor ve filmin en azından bu açıdan hedefini tutturmasına yardımcı oluyor.
Oyuncular ellerinden geldiğince görevlerini yerine getiriyorlar ama özellikle filmin ‘merkez’ karakterini canlandıran deneyimli oyuncu Stephen Lang gerçekten hikâyeyi sürüklüyor, göründüğü her karede sendeleyen filmi belli bir ölçüde rayına oturtuyor. Kendisiyle kızı Phoenix (küllerinden doğan Anka kuşu ismi tabii ki sembolik bir gönderme!) arasındaki kimya ise tutmuş gibi duruyor. Burada çocuk oyuncu Madelyn Grace’in başarılı performansının da altını çizmemiz lazım…
Sonuç olarak Fede Alvarez ve bir anlamda ‘himayesine’ aldığı Rodo Sayagues yaratmış oldukları farklı bir korku filminin devamında ‘çıtayı indirmiş’ olmaktan pek rahatsız değil gibi duruyorlar. Ancak biz öyleyiz ve ‘Nefesini Tut’ filmleri ‘nefesini’ iyice kaybetmeden biterse yerinde bir karar olur diye düşünüyoruz!