2002 Martı. Ecevit hükümetinin son nefesleri. MGK Genel
Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç İstanbul Harp Akademileri
Komutanlığınca düzenlenen 'Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl
Oluşturulur' başlıklı sempozyumda Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden
en ufak bir yardım görmediğini, dolayısıyla Türkiye’nin Rusya ve
İran’la beraber alternatif bir ittifaka yönelmesi gerektiğini öne
sürdü. NATO’da en uzun süre görev yapmış bir Türk kurmay subayının,
üstelik bir MGK Genel Sekreteri’nin Türkiye’nin ittifak
politikasında köklü dönüşüm önermesi gündeme bomba gibi düştü. Öyle
ki Kıbrıs fatihi, haşhaş direnişçisi Karaoğlan bile şöyle bir açıklama yapmak durumunda kaldı:
“Sayın Orgeneralin şahsi görüşleri olabilir. Amerika ile İran
nasıl bir araya getirilebilirse onu bilmiyorum tabi. Kişisel
düşünceleri olarak bunu söyledi. Şu sırada AB ile ilişkilerimiz
olumlu gidiyor: İleride ciddi sıkıntılar çıkarsa tabi ona göre
tedbir alınabilir. Fakat şu sırada öyle bir arayış içinde
değiliz.”
BATICI İSLAMCILAR AVRASYACILARA KARŞI
Heyhat! Dedik ya Ecevit’in günleri sayılıydı. Gazeteci Fikret
Bila, 'Ankara’da Irak Savaşları' adlı kitabında giderek zayıflayan
Ecevit hükümetinin ABD ve TÜSİAD’ın AKP lideri Erdoğan’a destek
vermesiyle nasıl sallanmaya başladığını anlatır. AKP, Mücahit
Erbakan’ın Batı karşıtlığını tasfiye ederek, Batıcılığın kendisini
28 Şubat tasallutundan kurtaracak yegane çözüm olduğuna inandığına
Batı’yı ikna ederek yükselmiştir. Nitekim iktidarını
sağlamlaştırırken AKP, Orgeneral Kılınç’ı ve onun gibi düşünenleri
darbe girişimiyle suçlayacak ve hapse atacaktır.
2011 yılında Wikileaks tarafından yayınlanan ve 2003 yılında ABD
Ankara Büyükelçisi tarafından hazırlanan ‘Türk Genelkurmayı:
Bölünmüş ve Huysuz Bir Koalisyon’ başlıklı rapor ordu içindeki
fraksiyonların ABD tarafından nasıl gözlemlendiğine dair bir fikir
verir. Bu raporda Genelkurmaydaki üç fraksiyon tarif edilir:
Atlantikçiler, Ulusalcılar ve Avrasyacılar. Rapora göre
Avrasyacılar bu konseptin Rusya’nın hakimiyetini gerektirdiğini pek
de kavramadan her iki ülkenin de Batı tarafından ezildiği
düşüncesiyle bu akıma meyletmektedir. Diğer bir neden ise Rusya’yla
ittifakın Türkiye’nin demokratikleşmesini gerektirmeyeceği
inancıdır. Yine rapora göre o an itibariyle Ulusalcılar ve
Avrasyacılar ittifak içindedir. Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök
Atlantikçidir. Ona muhalefet eden Ulusalcı-Avrasyacı komutanlar ise
şunlardır: Yaşar Büyükanıt, Aytaç Yalman, Çetin Doğan, Fevzi
Türkeri, Tuncer Kılınç, Şener Eruygur, Köksal Karabay. Bu isimlerin
ileride vesayetle ve darbeyle mücadele adıyla tutuklanması AKP
tarafından sivil iradenin ve demokratikleşmenin zaferi olarak
takdim edilecekti.
5 Mayıs 2007’de artık Genelkurmay Başkanı olmuş Yaşar
Büyükanıt’la dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan arasında
Dolmabahçe’de gerçekleştirilen görüşme bu açıdan bir dönüm
noktasıydı. Genelkurmay Başkanlığı sitesinde ilan edilen ve
Cumhurbaşkanlığı vesilesiyle AKP’ye verilen bir muhtıra niteliği
taşıyan metni bizzat kaleme aldığını söylemesine rağmen
Büyükanıt’ın hiçbir suçlamaya maruz kalmaması, Ergenekon
mahkemeleri döneminde çok konuşulmuştu. Erdoğan, Büyükanıt’la
görüşmesinin mahrem bir görüşme olduğunu ancak komutan isterse
kamuoyuyla paylaşabileceğini söylemişti. Bu ifade görüşmenin
içeriğine dair soruları arttırmıştı. Ertuğrul Kürkçü ise Büyükanıt-Erdoğan uzlaşmasını
Asker-İslamcı İttifakı olarak tanımlıyordu. İttifakın temelini
oluşturan jeostratejik yönelim Batıcılıktı, çünkü Batı ittifakının
desteği AKP’ye devlet aygıtına hükmetme, aygıtı kendi aygıtına
dönüştürme olanağı sunmaktaydı.
AVRASYACI İSLAMCILAR BATICILARA
KARŞI
Aşağı yukarı on yıl kadar sonra bu sefer denklem tersine dönmüşe
benziyor. Bu sefer AKP’nin aygıta hakim olmasının koşulu Avrasyacı
bir politika izlemesinde, Avrasyacılarla ittifakında. Soğuk Savaşın
sona erişinden bu yana Avrasyacıların kazandıkları en büyük zafer
olarak kayda geçilmesi gereken Rusya, İran ve Türkiye’nin Suriye’ye
dair vardığı Moskova uzlaşmasını bu bağlamda değerlendirmeli. Başka
vesilelerle defalarca tekrarladığım gibi: Jeostrateji rejim
inşasıdır.
Peki Avrasyacılığın başarı şansı nedir? Moskova Uzlaşması,
Türkiye’nin NATO’dan kopacağı ve Rusya, İran ve Çin’le alternatif
bir ittifaka gireceği anlamına mı gelmektedir? Dahası Avrasyacı
kadrolar kendilerini cezaevine atmış bir AKP’yle ne kadar sağlam
bir ittifak kurabilir? İki cephe arasında ne kadar güven
kurulabilir?
Sondan başlayalım: Geçtiğimiz dönemin AKP-FETÖ ittifakının
gösterdiği gibi ideolojik olarak ne kadar tahkim edilirse edilsin
ve uluslararası desteği ne olursa olsun hiçbir siyasi ittifak
kalıcı, hiçbir müttefik güvenilir değildir. Anayasa gibi kurallar
manzumesi ve kurumların bir siyasal düzendeki işlevi budur.
Belediyelerdeki rant dağıtım yönetiminden gelen AKP kadroları,
gündelik çıkarlara göre değişen yetki paylaşımının sürekli
istikrarsızlık yaratacağını belki de henüz kavramamış durumdalar.
Veya belki de fazlasıyla kavramış durumdalar. Ancak ittifak
ettikleri Avrasyacı kadroların kendilerini FETÖ'cülerin akıbetinden
koruyacak mekanizmalar talep edecekleri beklenmelidir. Bu açıdan
MHP’nin giriştiği anayasa pazarlığı Perinçek cephesinde kabul
görmemiş, Aydınlıkçılar milli seferberlik talep eder hale
gelmiştir. Yani Avrasyacılar bile henüz kendi aralarında nasıl bir
anayasal düzen istedikleri konusunda anlaşamamıştır. Bu tabii
AKP’nin elini güçlendirmektedir.
BİR KOALİSYON PROGRAMI OLARAK KÜRT
SORUNU
Lakin bu AKP’nin sorunsuz bir şekilde süreci işleteceği anlamına
gelmemektedir. Kürt sorununda militarist politikalara dönüş, hakim
koalisyonu birleştiren en önemli ortak noktadır. Ancak hatırlayacak
olursa FETÖ’yle olan ittifak tam da bu noktada çatlamıştır. Çatlağa
vesile olan olay 17-25 Aralık değil, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın
sorguya çağrılmasıdır. O vakitlerde müzakereci liberalleri, Oslo
sürecini eleştiren FETÖ kadroları Sri Lanka modeli adını verdikleri
bir toplu katliam politikası önermekteydiler. Hükümetin çözüm
sürecine es verdiği dönemde manga manga FETÖ'cü bölgeye atanmış,
Ergenekon nedeniyle askerden çekinildiğinden ön saflarda polisler
tercih edilmişti. Lakin savaşın kanunu derhal hükmünü icra etti:
Kürtlerle savaşta batonu elinde tutan grup Ankara’nın kontrol
edemediği bir güce sahip oluyor, bu güce dayanarak Ankara’da daha
fazla etki ve yetki talep ediyordu. Velhasılıkelam geçmişte
Susurluk çetesi ve FETÖ için işleyen süreç şimdi savaş batonunu
elinde bulunduran heyet için de geçerli olabilir. Gelişmeler nasıl
olur şimdiden öngörmek mümkün değil ancak Ankara’nın cepheyi
sürekli Irak ve Suriye’ye doğru genişletmesinin nedeni kanımca
ideolojik değil politiktir, yani rejim içi dengelerdir.
TRUMP İKTİDARA GELİNCE
Şimdi Avrasyacılığın geleceğine dair sorumuza gelelim. The New
York Times, Moskova Uzlaşmasına dair haberinde haklı olarak
ABD’nin dışlandığından bahsetmiş. Kuşkusuz bu
açıdan Moskova Uzlaşması önemli bir başarı, ancak sadece taktik bir
başarı! Altını çizelim: ABD yakın tarihinin en çalkantılı seçimi
geride bırakarak bir iktidar değişimine hazırlanıyor. Dolayısıyla
ABD diplomasisindeki ağırlık, hantallık muhtemelen geçici.
Moskova’nın, Şam’ın, Tahran’ın, Ankara’nın hamleleri tam da ABD’nin
bu geçiş dönemini fırsata çevirmeye yönelik. Şimdilik görünen
Moskova’nın Suriye konusunda ABD’yle anlaşamadığı için kendine
Ankara şahsında yeni bir muhatap yarattığı. Yani Ankara masaya
kendi gücüyle değil, Moskova’nın bahşettiği bir payeyle oturuyor.
Dolayısıyla Suriye sahnesinde kimi temsil ettiği belli değil. Lakin
uluslararası ilişkilerde dengeler güç kapasiteleri üzerine oturur.
Putin kuşkusuz kaslarını şişiriyor ancak esas stratejik oyundaki
muhatabın ABD olduğunun farkında. Diğer yandan Suriye işini mümkün
mertebe en kısa zamanda ve avantaj kendisindeyken bir neticeye
bağlamak istiyor. ABD’nin aynı acele içinde olmadığını
biliyoruz.
Dahası var: Ocak sonu itibarıyla ABD’nin başına Rusya’ya
sempatik yaklaşan Trump geçecek. Trump şimdiden Ruslarla ortak
işleri olan Exxon Mobil’in CEOsu Rex Tillerson’ı Dışişleri Bakanı
olarak atayacağını ilan etti. Şahsen anti-Amerikancılık adına
kendini Rus muhipliğine kaptıran çevrelerin Rus muhibi bir Amerikan
yönetimi karşısında nasıl bir tutum takınacağını merak ediyorum.
Sadece Trump değil Avrupa’da yükselen birçok aşırı sağcı, faşist
akımın da Putin hayranı olduğunu unutmamak lazım. Peki bu çevreleri
Putin’e bu kadar meftun eden şey nedir? Kuşkusuz Putin’den gelen
maddi ve manevi destek ön sıralarda. Ancak AKP’nin Avrasyacılarla
ilişkisini doğrudan etkileyen başka bir madde var: İslamcılıkla
mücadele. Trump’ın kampanyası boyunca Putin’e övgüler düzmesinin
temel neden Şam’la beraber “İslamcı teröristleri” bombalamasıydı.
Trump, Obama ve Clinton’ı bu teröristlere İslamcı diyemedikleri
için eleştirdi. Bu havada iktidara gelen Trump’ın Putin’le
anlaşması durumunda, Moskova’nın Tahran ve Ankara’yla uzlaşmasına
ne olur emin olamıyorum. Trump’ın, Obama’nın İran’la yürüttüğü
diplomasiye düşman olduğu ve bu konuda İsrail’in yanında saf
tuttuğu sır değil. Ama sonuçta Tahran 1979'dan beri ABD etki
sahasında değil. Ankara için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Yani:
Trump İslamcılığa karşı bizim Avrasyacılarla ortaklığa giderse, hem
Kürtlere karşı savaşta batonu elinde tutan, hem Putin’in hem de
Trump’ın desteğini alan Avrasyacıları AKP nasıl dengeler
bilemiyorum. Önümüzdeki dönem ciddi gelişmelere gebe.