Avrupa Birliği, ekonomi, ulusal kimlik ve İnsan Hakları başta gelmek üzere bir çok konuda 'kalıyor muyuz, gidiyor muyuz' diyerek birbirine kendi tarifini sorduğu ve geleceğini sınadığı günlerden geçiyor. Bu sırada, birliğe en eski üyelerden Belçika ve Macaristan'ın kültür tarihine mal olmuş, klasik ve modern, orijinal pek çok eseri de, İzmir ve İstanbul'da soluklanıyor.
Bu iki girişimden ilkinde, 'Işığın Ustaları' / 'Les Luministes' sergisi, Arkas Koleksiyonu'ndaki Belçika bölümünden 19'ncu yüzyılın sonu ve 20'nci yüzyıl başında Belçika'da, özellikle Paris Ekolü'nden etkilenen Flaman sanatçıların, Romantizm, Empresyonizm ve Post-Empresyonizm akımlarına dahil göz okşayıcı, bir yandan da belgeselleşmiş parçalarını bir araya getiriyor.
Koleksiyoner, sanatsever işadamı Lucien Arkas öncülüğünde, İzmir Alsancak - Kordon'da Yüksek Mimar Niko Filidis ve Altera Mimarlık imzasıyla kültür ve sanata yönelik olarak beş yıl önce yenilenen 130 yıllık Fransız Konsolosluğu Binası'nda kurulan Arkas Sanat Merkezi'nde yer alan bu 14'ncü sergi, 72 yapıtlık bir birikimle, 'kadın portreleri', 'nü'ler, 'erkek portreleri', 'manzaralar ve erkek resimleri', 'enteryör ve gece manzaraları', 'tür resmi' ve 'natürmortlar'dan oluşuyor.
31 Mart'a değin yer alan ve merkezi modern Avrupai bir müze kimliğine biraz daha kavuşturan ücretsiz sergiye emeği geçen sanat tarihçi, küratör Mireille De Lassus, Arkas koleksiyonunda 'kadın' temalı eserlerin büyük yer tutmuş olmasına dikkat çekerken, bunun portre sanatının İkinci Dünya Savaşı'na değin gelişimini takip edebilmemiz adına önemli bir fırsat olduğunu aktarıyor.
Küratör ayrıca, Belçikalı ressamların en önemli özelliğinin Fransız ressamları ve getirdikleri yenilikleri taklit etmek yerine, o dönem revaçta olan bazı hükümlerini kendi geleneklerine, ışıklarına ve hassasiyetlerine uyarlamayı başarmış olduklarını vurguluyor.
İşte bu koşullar altında, 'Kadın' başlığı altında Oryantalist tavrıyla Karel Ooms'un 'Haremde Gündüz Düşleri'ne bizi buyur ettiği sergide, Puantilist / Noktacı ve Divizyonist / Bölümcü tekniğiyle Theo Van Rysselberghe'in dokuz, Leon de Smet'in yedi, Frans Mortelmans'in dört, Fernand Toissaint'in üç, Georges Lemmen'in bir ve Firmin Baes'in ise 11 çalışması görülebiliyor.
Kadın temalı işlere geri dönersek, bu bölümde Alfred Stevens'in 'Mavi Kurdele' isimli yağlıboyası, Toissaint'in 1917 tarihli 'Çiçek Satıcısı' ve 'Buket'i, Louis Buisseret'nin 1929 tarihli 'Mary Louise McBride'ın Portresi' ile, Firmin Baes'in 'Testili Kadın'ı önünde bizleri epey melankolik dakikalar bekliyor desek, yeri.
Hepsi birer ışık ve el / göz işçiliği cevherine dönüşen 'nü'lere baktığımızda ise, tarzları ayrı da olsa Baes ve Rysselberghe'in adeta estetik bir rekabete girdiği gözlerden kaçmıyor. Serginin bu bölümünde özellikle Rysselberghe'in 'Oturan Nü'sü, yansıttığı çıplaklıktan ziyade, izlediğimiz hanımın adeta ressama emanet ettiği gözlerindeki güven ve bizlerle paylaştığı mahremiyetle olağanüstü insancıl dakikalar armağan ediyor.
Adını deniz taşımacılığı ile yan yana getiren Arkas'ın koleksiyonunda şaşılmayacak biçimde yer bularak sergiye taşınan 'Deniz Manzaraları' dışında, natürmortlar ve diğer manzara resimleri de, etkinliğin çeşitliliğini katlayarak devam ediyor.
Ancak etkinliğe adını veren 'ışık ustalığı'na geldiğimizde ise, Petrus van Schendel, Leon de Smet ve adeta tek tuvale taşıdığı dramaturji ve kompozisyon derinliğiyle bir sergi sığdıran George Morren'in 'Piyano' isimli çalışması, özellikle ilgi uyandırıyor.
Arkas Sanat Merkezi, İstanbul'da açtığı ilk büyük sergisinde ise, daha önce 4 Mayıs ve 8 Haziran 2001 tarihleri arasında İstanbul Kâzım Taşkent Sanat Galerisi'nde, Yapı Kredi Kültür Merkezi imzası ve Jozsef Sarkany küratörlüğünde eserlerini izlediğimiz Macar çağdaş sanatçı Victor Vasarely'nin eserlerini bizlerle buluşturuyor. 31 Mart'a değin İstanbul'daki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Tophane-î Amire Kültür Merkezi'nde yer alacak sergi, 10 Nisan'da da, İzmir'deki merkezde açılmak üzere gün sayıyor.
VASARELY 'OP-ART' AKIMININ ÖNCÜSÜ
1906 ve 1997 arasında yaşamış olan Vasarely, sanat tarihinde 'Op-Art' olarak bilinen modern akımın öncüsü olarak kabul ediliyor. Türkiye'deki ilk Vasarely Retrospektifi olma özelliğini taşıyan etkinlik, Fransız Kültür Merkezi, Macar Kültür Merkezi, Fransa Aix en Provence Vasarely Vakfı, Budapeşte Güzel Sanatlar Müzesi, Pecs Vasarely Müzesi, Janus Pannonius Müzesi ve Renault Koleksiyonu gibi sağlam bir kurumsal işbirliğinin meyvesi olma özelliğini taşıyor.
Proje yönetmenliğini Niko Filidis'in üstlendiği sergide Arkas Koleksiyonu'ndan 13 Vasarely çalışması bulunuyor. Sanatçının torunu Pierre Vasarely başkanlığındaki Victor Vasarely Vakfı'nın doğrudan işbirliğini alan sergi, sanatçının 1970'lerdeki atölyesinde çekilmiş orijinal gümüş baskı siyah beyaz fotoğraflarıyla olduğu kadar, kendisine ait çok eski tarihli farklı teknikte eserler, eşi Claire ile ortak yapıtları, heykellerle doyuruculuk kazanıyor.
Torun Vasarely, New York'taki MoMA'da 1965'te büyük bir sergi açarak onurlandırılan dedesinin ürettiği bu akıma dair sergiyle ilgili Arkas Sanat Merkezi'nce hazırlanan özel yayında şunları kaydediyor:
"Optik Sanat, sanatla teknoloji arasındaki duvarları dağıtma arzusunun bir ifadesi olduğu gibi, aynı zamanda optik ve sibernetik gibi, bilimin pek çok alanı arasında köprüler kurmaya da çalışır. Plastik alanın, aralarında endüstriyel estetiğin de bulunduğu pek çok yeni işlevini bünyesinde toplar. Vasarely, 50'li yıllardan itibaren özellikle 'şövale tablosunun krizi' diye adlandırdığı bir olgunun bilincindeydi. (...) 'Görülecek bir şey sunmak' ve 'sanatı sokağa indirmek', çağdaş plastik sanat araştırmalarının temellerini kendisinde barındırması bakımından modernist olan Vasarely sanatının belli başlı postulatlarıdır."
Sergiyle ilgili konuşan ev sahibi, MSGSÜ Rektörü Prof.Dr. Yalçın Karayağız ise, Vasarely'nin Türkiye sanat camiası için önemine değinirken, şunun altını çiziyor:
'VİCTOR VASARELY KURUMUMUZ İÇİN BİR FENOMENDİR'
"...üniversitenin 1960-1980 arası döneminde yetişen pek çok öğrencisinin akademik eğitimlerini tamamlamak için ustaların eserlerinden yapmakla yükümlü oldukları iki mezuniyet kopyalarından birisinin çağdaş ustalardan seçilmesi zorunluluğu, sözünü ettiğim dönemde Victor Vasarely'i kurumumuzda bir fenomen haline getirmiş, pek çok tartışmanın ve uygulamanın merkezine yerleştirmiştir."
Mimarlık, endüstriyel tasarım, kamusal alanda sanat ve estetik, felsefe gibi bir çok unsuru üretimine mayalamış olan Vasarely'nin sergisi, sanatçının duvar halılarından aliminyuma, cam üzerine resimden, grafik baskı, fayans ve çeliğe bir çok yüzeye fikirleri ve vizyonunu nasıl bir bereketle bıraktığını gözler önüne seriyor. Serginin en güzel yönlerinden biri de, sanatçıya ait felsefe, estetik ve sanat teorisi bileşimi aforizmaların izleyenlere refakati. Bu minvalde Torun Pierre'den aktarırsak, Victor Vasarely, bugünkü sanat üretiminin artık kanıksadığı bir varoluş ilkesini de, yıllar yıllar önce çoktan dillendirmiş bir öncü: "Eğer dün sanat hissetmek ve uygulamaksa, bugün tasarlamak ve yaptırmak olabilir."
Küratör ve eleştirmen, sanat tarihçi Dr.Necmi Sönmez ise sergi kitabından bağımsız yayımlanan rehber el kitabında çok ilginç bir noktaya değiniyor. Sönmez, aynı anlamda 'Kinetik Sanat' akımına da öncülük eden ve 1969 itibariyle logosunu da tasarladığı Renault ile çalışmaya başlayan Vasarely'nin, 1955'te Galerie Denise Rene'de Marcel Duchamp ve Alexander Calder gibi ustalarla açtığı 'Le Mouvement' / 'Hareket' sergisinin odağında yer bulan ve pek çok dile çevrilmiş olup, 'Kinetik Sanat' akımının da özü sayılan 'Sarı Manifesto'nun, henüz Türkçeye çevrilmediğini bizlere bildiriyor!
Sergiyi gezdiğimizde önümüzde kimi önermeler belirmiyor da değil: Vasarely'nin temelinde geometri, armoni, matematiğin metafizik temsiliyet olanakları, sanat yapıtını mümkün olan en uzun vadede ve duyusal etkileşim yorumuyla kolektif paylaşım arayışları gibi önemli unsurları barındıran çoğulcu üretimi, bugün artık çoktan küreselleşen bir tür folklora ait entelektüel motiflere dönüşmüş durumda sayılabilir mi? İşte, sanat tarihçi, akademisyen Jale Nejdet Erzen bunu gayet iyi özetliyor. Hocamızdan alıntılarsak, Victor Vasarely, 'bugünkü evrensel gerçekliğin renk ve geometrisinin kaynağı'. Zira yapıtları her ne kadar soyut olarak da etiketlense, o doğayla ilişkisini şöyle dillendiriyor:
"Benim en farklı biçimlerim, çok renkli daire ve kareler özde yıldızlarla, atomlarla, kum tanecikleri, yapraklar, çiçekler ve hücrelerle akrabadır. Ben doğaya herhangi bir peyzaj ressamından daha yakınım. Bu biçimlerin ve unsurların temelinde, kendimi doğanın karşısında buluyorum."
Netice yerine: Çok kültürlü Avrupa'nın (en az) iki farklı doğası, 18, 19, 20'nci yüzyılın aynası bu sergiler üzerinden, 21'nci yüzyıl Türkiye'sinde, iki büyük şehrimizde misafirlik ediyor. Belki de Avrupa, okunup anlaşılmayı, hatta aşılmayı hâlâ sabırla, bizden bekliyor.