Avrupa panoraması: Virüsten faşizm çıkar mı?
Faşistler ortada yok, toz olmuşlar. İnsanlar her geçen gün dayanışmanın öneminin daha çok farkına varıyorken “faşizm geliyor” diye yazmak, psikolojik direnci kırmak ve demokrasiyi altın tepside faşistlere sunmakla eşdeğer nazarımda.
Özgür Çoban*
Koronavirüs sınırları dağıttığından bu yana Avrupa Birliği (AB) entegrasyonu ve birlikteliği sarsılmış ya da daha keskin bir ifadeyle bozulmuş görünüyor. Peki, bu tablo nereye doğru evrilir? Faşizm, yeniden Avrupalı devletlerin siyasi ajandalarına “yönetim şekli” olarak girebilir mi?
Avrupa’nın, 2. Dünya Savaşı öncesine döndüğü ve ülkelerin sınır duvarlarını yükseltmeye başladığı doğru. AB ülkeleri şu anda kapılarını, pencerelerini sıkı sıkı kapatmış evlere benziyorlar. Özü itibarıyla ulus-devlet anlayışı diriliyor. Hiçbir yerden hava, ışık girmiyor ve dört bir yanı nem kaplıyor. Mantar oluşması için elverişli bir ortam yani. İşte bu mantarın faşizm olacağını iddia edenlerin sayısı bir hayli fazla.
Gazete Duvar’da yer alan bir önceki makalemde, “Bu iddiaya ilişkin bazı tereddütlerim var. Ben AB’nin bu derece şiddetli bir türbülansa gireceğini sanmıyorum. Diğer yandan virüs salgınıyla birlikte ülkelerin sınırlarının içine çekilmesi ve duvarları yükseltmesi, izolasyonist neofaşistlerin rüyasının gerçekleşmesi anlamına geliyor. AB esasında şu anda faşistlerin önerdiği; dışa kapalı, sınırların belirginleştiği, ülkeler arası insani dayanışmanın en aza indirildiği bir yönetim sistemini test ediyor. AB’nin bu sistemi test etmesinin faydalı sonuçları da olacaktır diye düşünüyorum. Bir süre sonra salgınla mücadelenin yerelde başlayıp uluslararası ölçekte sürdürülmesi gereken bir çalışma olduğu anlaşılacaktır. Sonuç itibarıyla insani ve medeni temas eksikliğinin yaratacağı boşluğu faşizm ile doldurmazsınız” diye yazmıştım.
ARA Kİ FAŞİST BULASIN
Evet, olumsuz görünüşe rağmen Covid-19 krizinden yeni bir faşizm belireceğini hayâl edenlerin umutları boşa çıkabilir. Bunun oldukça güçlü emareleri mevcut. Bu tezi ülkeler bazında örnekler vererek açıklarsak daha anlaşılır olacağını düşünüyorum.
Almanya Federal Meclisi’nde ana muhalefet koltuğunda oturan, faşist parti Almanya için Alternatif (AfD) şu anda kendi iç meseleleriyle uğraşıyor. Bir süre Türkiye-Yunanistan sınırına yığılan mültecileri öne sürerek, Avrupa’ya koronavirüs taşınacağını iddia ettiler ancak salgın İtalya’nın kuzeyinde patlayınca bu söylemlerini terk etmek zorunda kaldılar. Şu anda partide Björn Höcke’nin başını çektiği ve çeşitli sıkıntılara neden olan “Neonazi” kanadı, “görünmez” hale getirmeye çalışıyorlar. Avrupalı tüm faşist partilerde olduğu gibi içe ve dışa yönelik hiçbir reel politikası olmadığı halde salt sosyal medya üzerinden çığırtkanlık yaparak kitleleri mobilize etmeye çalışan parti, nefes darlığı çekiyor. Çünkü Almanya’da 2015’ten bu yana ilk kez bir başka (Covid-19) tema, faşistler tarafından oldukça verimli bir şekilde yağmalanan “göçmenler” temasına baskın geldi. Alman faşistler, koronavirüs ve göçmenleri örtüştüremeyince şu aralar pek esameleri okunmuyor. Zaten 2021 yılının sonbaharında yapılması planlanan genel seçimlere atfen düzenlenen anketlerde de partinin 2 puan kadar kaybederek yüzde 10’a kadar düştüğü görülüyor.
İtalya’da da aşırı sağın demokrasi ve medeniyete olan saldırısının dozunu epeyce düşürdüğünü görüyoruz. Anlamlı ve derinlikli politik çalışmaları olan, örneğin Nutella’nın içerisinde Anadolu fındığı bulunduğu için protesto eylemleri düzenleyen faşist Kuzey Ligi Lideri ve eski İçişleri Bakanı Matteo Salvini de pek ortalıklarda görünmüyor bu aralar. Asıl görevi Twitter’da trollük olan ABD Başkanı Donald Trump gibi sosyal medyayı aktif kullanan Salvini, bu alanda da eskisi kadar ilgi görmüyor.
ABD Başkanı Trump’a gelince o da Brezilya’nın Neonazi Başkanı Jair Bolsonaro gibi uzunca bir süre Covid-19 ile dalga geçmek yolunu seçti. Ancak kendisi koronavirüs pozitif vaka ile temas edince aklı başına geldi. Şimdilerde yine Twitter’dan “kendisini yan gelip yatmakla suçlayan” eyalet valilerine laf yetiştirmekle meşgul.
Bu 3 örnek, faşistlerin zekâ düzeyleri açısından reel politikanın ne derece zorlu bir denklem ya da uğraş olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. “Kahrolsun göçmenler” ya da “Göçmenler ülkemizi yağmalıyor” tarzı sığ politik argümanların, şu dönemde iyiden iyiye popülaritesini kaybettiğini görüyoruz.
DEMOKRASİ ELDEN GİDİYOR MU?
Bu arada, Avrupa’nın içerisinde bulunduğu duruma atfen, iyice köpürmüş halde bulunan “faşizm geliyor” tedirginliğinin yön verdiği duygu dünyasıyla kaleme alınmış yazılara sıkça rastlıyorum. Bu anlamda faşizm yancısı propaganda aygıtlarının tuzağına düşmemek gerekiyor.
Evet, devletlerin içe kapanmasını ben de eleştirdim ancak “dayanışma lazım daha çok dayanışma lazım” diye ekledim. Yani “demokrasi elden gidiyor” diye ağlaşmayı da doğru bulmuyorum. Ne yapalım o zaman? Pılımızı pırtımızı toplayıp, medeniyet ve demokrasi mücadelesinden mi vazgeçelim? Faşistler ortada yok, toz olmuşlar. İnsanlar her geçen gün dayanışmanın öneminin daha çok farkına varıyorken “faşizm geliyor” diye yazmak, psikolojik direnci kırmak ve demokrasiyi altın tepside faşistlere sunmakla eşdeğer nazarımda.
Bakın Küba örneği ortada. 10 milyonluk sosyalist Küba dünya için böylesine çırpınırken, umut dağıtırken, çıkıp “bu işin sonunda faşizm kazanabilir” demek hangi mantık silsilesinin ürünü? Che Guevara öyle bir üflemiş, Fidel öyle bir mayalamış ki bu Kübalıların yüreklerinde insanlık, merhamet ve umut hiç bitmiyor. Gani gani dağıtıyorlar. Sen dünyanın biricik onuru, en güzel çiçeklerinden birisin Küba.
DAYANIŞMA YAŞADIĞINI HİSSETTİRİR
Hal böyleyken insanlar kriz anlarında ortalıktan toz olan faşistleri neden tercih etsin? Zira salgının başladığı ilk anda yaşanan panik hali yerini yavaş yavaş aklıselime bırakıyor. Devletlerarası dayanışma sinyalleri güçleniyor. Örneğin, Almanya birkaç gündür, Fransa’ya, İtalya’ya hastanelerini açıyor, pozitif vakaları kabul ediyor, yine İtalya’ya tıbbi malzeme ve gıda yardımında bulunuyor.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, bu bağlamda dün yaptığı görüntülü açıklamada, uluslararası dayanışmanın önemine dikkati çekti. “Dayanışma demek, sınırlarımızın ötesine bakmak demektir” diyen Steinmeier, sözlerini şöyle sürdürdü:
“İtalya’dan gelen görüntüleri gördükçe hepimizin yürekleri parçalanıyor. Almanya’nın hastanelerinde şu anda İtalya’dan ve Fransa’dan ağır hastalara bakılıyor olması çok güzel. Bu virüsün milliyeti yok ve yaşattığı acılar da sınır tanımıyor. Biz de dayanışmada sınır tanımamalıyız.” Bu tablodan bir faşizm tehlikesi belirir mi, çok da emin değilim doğrusu. Bakın yukarıdaki paragraflarda sözünü ettiğimiz o yüksek yüksek duvarlarda gedikler açılmaya başladı bile. Ben bu dayanışma çabalarının artarak devam edeceği umudunu büyütüyorum kalbimde.
Daha bugün, alışverişe giden, hemen yan binamızda oturan Alman dostlarımız Daniela ve Kai, bize de 4 adet kâğıt peçete almış. Bu aralar Almanya’da marketlerde tuvalet kâğıdı ve kâğıt peçete bulmakta sıkıntı yaşıyoruz. Oysaki onlardan böyle bir istekte bulunmamıştık bile. Çok mutlu olduk. İnsan kâğıt peçete hediye aldığına sevinir mi? Bugünlerde birilerinin sizi düşünüyor olmasından ve sizinle dayanışma içerisinde olmasından daha güzel bir şey var mı? İşte tam da bu nedenle son yıllarda aldığımız en güzel hediyeydi belki de. Bugünlerin moda deyimiyle “dayanışma yaşatır” aslında en çok da “yaşadığınızı hissettirir” değil mi? Bireyler düzeyinde de ülkeler düzeyinde de bu tam olarak böyle bir şey işte.
Sözü fazla uzatmayalım, virüs akışı tersine çeviriyor ve insanlığa hangi sistemin kendisi için daha yararlı olduğu konusunda tarihi niteliği olan bir ders veriyor. Bunu iyi okumak gerekiyor.
*Gazeteci