Avrupa Parlamentosu Milletvekilli Villanueva: AB Filistin’de çözümün değil, sorunun bir parçası
İlk etapta AB’nin vermesi gereken karar şudur: Ya yapması gereken şekilde Filistin genelindeki soykırıma ve işlenen suçlara son vermek için harekete geçecek, ya da İsrail'deki ABD'yi takip etmeye ve suç ortaklığına devam ederek ahlaki ve stratejik gerilemeyi derinleştirecek.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısı iki ayı aşkın bir sürede on binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine, yüz binlercesininse evsiz kalmasına neden oldu. Uzun bir süredir her anlamda İsrail’in kıskacı altında bulunan Gazze’de yaşanan katliamın boyutu korkunç seviyelere ulaşırken ABD ve Avrupa Birliği’nin ödün vermeksizin İsrail’in soykırım politikasından yana aldığı tutum, dünya çapında toplumsal bir tepkiye neden oldu.
Peki AB’nin kayıtsız İsrail desteği Avrupa toplumunun genelini temsil ediyor mu? AB, neden Ukrayna’da takındığı tutumu Filistin’de takınmaktan aciz? İsrail’in işlediği suçlara doğrudan ve dolaylı ortak olan AB’nin bu yüzden ödeyeceği bedel ne olacak? İdeal tutum ne olmalı?
Bu soruları soran ve Avrupa’da İsrail’e karşı ses çıkartmaya cüret eden ülkelerden biri de İspanya’ydı. Geçtiğimiz haftalara kadar İspanya’daki koalisyon hükümetinin içinde bulunan Podemos’un çeşitli bakanları ve temsilcileri İsrail’e karşı sert tepki verilmesi gerektiğini dile getirdi.
Biz de AB ve Avrupa toplumuna dair merak ettiğimiz konuları Podemos’un Uluslararası Sekreterlik Sorumlusu ve Avrupa Parlamentosu (AP) Milletvekilli Idoia Villanueva ile konuştuk.
‘AVRUPA KURUMLARI İLE TOPLUM ARASINDAKİ UÇURUM BÜYÜDÜ’
Savaşın başından beri Avrupa’dan farklı farklı reaksiyonlara tanıklık ediyoruz. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen’in diğer ülkelere danışmadan aldığı tutum ve yaptığı açıklamaları ya da Almanya gibi ülkelerin İsrail’e sunduğu ölçüsüz desteği örnek gösterebiliriz. Bu ve benzeri savaş yanlısı tutum alışların Avrupa toplumunun genelini temsil ettiğini düşünüyor musunuz?
Filistin’de yaşanan olaylar sonucunda Avrupa kurumları ile yurttaşlar arasındaki uçurum ve kopukluk daha da belirginleşti ve genişledi. Dünyanın çeşitli yerlerinde olduğu gibi Avrupa’da da sivil toplum sokaklara dökülüp İsrail’in dokunulmazlığına ve soykırıma son verilmesi talebini yükseltiyor. Sokaklarda kitleler ‘Filistinlilere yönelik şiddeti meşrulaştıran insanlık dışı söylemlere yeter’ çağrısında bulunuyorlar. Madrid, Barselona, Londra, Paris, Roma’da ve daha pek çok yerde bu doğrultuda düzenlenen kitlesel protestolar şunu gösteriyor: Avrupa, -Avrupa Parlamentosu hariç- demokratik olarak seçilmeyen Avrupa Birliği kurumlarının liderlerinden çok daha fazlasını ifade ediyor.
Bahsettiğimiz AB kurum temsilcilerinin isimlerini savaş ile birlikte zikrettiğimizde, ister istemez aklımıza Ukrayna örneği geliyor. Çünkü bir tarafa İsrail’i diğer tarafa Ukrayna’yı koyduğumuz vakit AB temsilcilerinin bambaşka söylemleri benimsediğini görüyoruz. Sizce bu makas farkı neyden kaynaklanıyor?
AB’de uluslararası hukukun uygulanışı konusunda kesin bir çifte standart var. Avrupa kurumları ve toplumu, Rusya’nın açık ve yasadışı işgali ile birlikte yüzünü Ukrayna’ya çevirdi. Ancak Ukrayna’da yaptıklarının aynısını ne Gazze’de, ne Batı Sahra’da, ne Sudan’da, ne Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde; ne de Kürt, Afgan ya da İran halklarının maruz kaldığı baskıya karşı yapıyorlar. İşin aslına bakarsanız, bu halkları baskı altında tutan rejimlerle Avrupa Birliği’nin ittifakları var. Onları destekleyip doğrudan finanse ediyorlar.
AB, aynı zamanda sınırlarını güçlendirerek bu bölgelerdeki çatışmalardan kaçan insanları kriminalize ediyor. Bugün Avrupa’nın göç politikası, özellikle Akdeniz’de yaşanan ölümleri beraberinde getiren kriminal bir politikadır. Bu kısa vadeli ve sorumsuz göç politikası ile dış politikanın nedenleri, Soğuk Savaş döneminden kalma ve mevcut dünyaya veya AB'nin çıkarlarına cevap vermeyen eski, köhne bir ilişki modelinde yatmaktadır. Daha net bir şekilde ifade etmek gerekirse AB, ABD'yi takip etmeye devam ediyor ve uluslararası hukuka, insan haklarına ve çok taraflılığa dayalı özerk bir dış politikayı benimsemeyi reddediyor. Tüm bunların temeline bakınca, liderlerde ve karar verici aktörlerde çok eskilere dayanan köklü bir ırkçılığın yattığı kanısındayım. Bugün gerici güçlerin daha önce görülmemiş şiddetteki atılımıyla birlikte bunun her zamankinden daha geçerli olduğunu düşünüyorum.
İşte tam da bu yüzden demokrasi ve insan haklarının savunulması için AB içinde ve dışında halk seferberliği ile ilerici halk güçlerinin eylem ve dönüşümleri bu kadar önemli.
‘AB FİLİSTİN’DE ÇÖZÜMÜN DEĞİL, SORUNUN BİR PARÇASI’
Geride bıraktığımız dönemde AB tarafından yapılan açıklamaları gözden geçirdiğimizde ‘demokrasiye’ veya ‘insan haklarına’ fazla rastlamıyoruz. Daha ziyade tarafların sadece bir tanesine, İsrail’e tanınan ‘kendini savunma hakkına destek’ ifadelerini işittik, işitiyoruz. Sizce AB’nin önümüzdeki süreçteki beklentileri neler?
Her şeyden önce şunu belirtmenin önemli olduğunu düşünüyorum: Uluslararası hukuk, İsrail'in işgal ettiği bir devletin silahlı grubundan gelen saldırganlığa karşı ‘kendini savunma hakkını’ tanımamaktadır. Burada uluslararası hukuk düzleminde söz konusu olan ‘saldırı’, egemen başka bir devletten geliyor gözükmüyor; kendi işgal ettiği yerden geliyor. Üstelik uluslararası hukuk, meşru bir özsavunma yöntemi olarak kolektif cezalandırmayı daha da az kapsıyor… Bahsedilen yasanın tanıdığı şey, bir tehditten kendisini koruma hakkıdır.
AB, Filistin halkına yönelik soykırıma kayıtsız kalarak doğrudan suç ortaklığı yapıyor. Eğer AB, onlarca yıllık işgale ve Nakba’nın yeni bir faslı gibi görünen 7 Ekim’den bu yana yaşananlara dair tutumunda mevcut hattında devam ederse, çözüme yönelik herhangi bir rol oynaması düşünülemez. Aksine sorunun bir parçası olmaya devam edecek.
Şu an için AB'nin ateşkes ve sivil halkın korunması yönünde ortak bir çağrı üzerinde anlaşamadığını görüyoruz. Yardım kamyonları Gazze’ye İsrail tarafından kontrol edilen bir girişten bölük pörçük giriyor. Uçakla yardım gönderen tek ülke Ürdün oldu, böylece girişteki kontrolden kaçındı. AB’nin de aynısını yapması gerektiğini düşünüyorum.
Aynı zamanda AB’nin, Gazzeli mültecilerin Mısır’dan Avrupa’ya doğru olası tahliyesini önlemek için Mısır’la bir anlaşmayı masaya yatırdığını gördük. Bu bize gösteriyor ki AB, İsrail’in soykırım niyetini kabul etmiştir ve bunun doğuracağı sonuçlara hazırlanmaktadır. Tamamıyla kabul edilemez bir şey.
İşte Barselona limanında yükleme yapanların İsrail'e yola çıkacak silahları göndermeyi reddetmesi gibi seferberlik ve eylemlerin bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Soykırımı kınayan ve işlenen bu suçların cezasız kalmaması için harekete geçen toplum temsilcilerinin sesinin giderek artması da önemli. Küresel Güney’deki pek çok hükümetin yaptığı gibi, insanlar kendi hükümetlerinden İsrail ile ilişkilerin kesilmesini talep ediyorlar. AB’nin silah ambargosu uygulamasını ve suçlulara karşı ekonomik yaptırımlarla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) soruşturmalarına destek istiyorlar. Podemos’un Genel Sekreteri ve İspanya Sosyal Haklar ve 2030 Ajandası Bakanı [31 Mart 2021 - 21 Kasım 2023 tarihleri arasında] Ione Belarra’nın en başından beri yaptığı şey budur.
‘SOYKIRIM DEVAM EDERKEN ÇÖZÜMDEN BAHSETMEK ÇOK ZOR’
Mevcut koşullar dahilinde AB’nin çözümde bir rol oynayamayacağından bahsettiniz. Hatta toplumsal hareketler ve İspanya hükümetinin aldığı tavırlar üzerinden nasıl bir tutum alınması gerektiğini de işaret ettiniz. Peki AB ölçeğinde alınması gereken ideal tutum ne olmalı, nasıl olursa AB çözümde pay sahibi olabilir?
İlk etapta AB’nin vermesi gereken karar şudur: Ya yapması gereken şekilde Filistin genelindeki soykırıma ve işlenen suçlara son vermek için harekete geçecek, ya da İsrail'deki ABD'yi takip etmeye ve suç ortaklığına devam ederek ahlaki ve stratejik gerilemeyi derinleştirecek. Açık olan şu ki, savaş suçlarının bu şekilde meşrulaştırılmasından ve uluslararası hukukun hiçe sayılmasından iyi bir şey çıkamaz. Buna izin vermek sadece bizi yalnızca felakete sürüklemekle kalmaz aynı zamanda tüm insanlığı etkiler.
Öyle ya da böyle, uluslararası hukuka dayalı bir çözümün arkasında durulması söz konusu olduğunda AB’nin İsrail’e sunduğu destek sadece kendisini bir suç ortağı yapmıyor, aynı zamanda kayıtsız kalıyor. Öyle bir çözüm ki, biz çözümden konuşurken bile Filistinliler katledilmeye devam ediyor. Bizim konuştuğumuz sırada bir soykırım halihazırda hâlâ devam ediyorken siyasi bir çözümden bahsetmek çok zor.
Özetle: Ben, AB’nin tutumunu radikal bir şekilde değiştirip ateşkes, sivillerin korunması, maddi yardımların sağlanması, abluka ve kuşatmanın sona ermesini talep etmesi halinde Filistin sorununun çözümünde rol oynayabileceğine inanıyorum. Aynı zamanda İsrail’e verdiği fonları geri çekip İsrail’e karşı bir Avrupalı silah ambargosu ile suçlulara yaptırımlar uygularsa; şu anda İsrail’deki apartheid devletinin parçalanıp uluslararası hukukun uygulanmasını talep ederse çözüme katkı sunabilir. Avrupa Birliği'nin Filistin halkı için olası adil bir çözümde yararlı bir aktör olmasının -bugün alakası yok- başka bir yolunu görmüyorum.
‘ŞİDDET PATLAMALARI BEKLENEBİLİR’
Tüm dünyada olduğu gibi pek çok Avrupa ülkesin de İsrail saldırılarına karşı geniş protesto gösterilerine sahne oluyor, siz de bu gösterilerin öneminden bahsettiniz. Peki sizce bu gösterilerin siyasi anlamda geri dönüşü nasıl oluyor?
Seferberliğin Avrupa siyasetine ve diğer ülkelere etkilerinin olduğu yadsınamaz. Her ne kadar iletişimsel anlamın ötesine geçmese de Von der Leyen'i, İsrail'e desteğini dizginlemeye iten ve ‘AB'nin Gazze'ye insani yardımı sürdüreceğini’ ifade etmeye mecbur kılan toplumun tepkisiydi. Aynı zamanda Avrupa ve Dünya halklarının Filistin’e desteği Konsey’in insani yardım için duraklamayı talep etmesine neden oldu. Bu duraksama tamamen yetersizdi ancak üye devletler arasındaki farklılıklar nedeniyle o zamana kadar düşünülemez bir tutumdu. Toplumun harekete geçip seferberliğini koruması büyük önem taşıyor, çünkü bu baskı aynı zamanda AB’nin aldığı kararları da koşullandırabilir.
Son olarak, İsrail’in Gazze’de işlediği suçları desteklemenin -ya da sessiz kalmanın- Avrupa kurumlarını nasıl etkileyebileceğini düşünüyorsunuz?
Avrupa kurumları, soykırımı durdurmak üzere harekete geçmeme kararlarından, desteklerinden, sessizliklerinden, suç ortaklıklarından, finansmanlarından ve ihmallerinden sorumlu tutulmalıdır. Üye devletlerin toplumları, sokaktan yükselen taleplere AB’nin yanıt vermediğini gördü. Bu durumun, başta güçlü bir kitlesel başkaldırı olmak üzere pek çok alanda sonuçları olacak.
Bu sağduyudur. Avrupa halkları da hükümetlerin ve topluluğun Netanyahu’yu durdurmak üzere neden hiçbir şey yapmadığını anlamıyor. Bir diğer sonuç ise AB’nin güvenilirliğinin ve uluslararası geçerliliğinin ortadan kayboluşudur. An itibariyle ne bahsettiğimiz sorunları ne de diğer çatışmaları çözmekten aciz bir konumda, bunun acilen değişmesi gerekiyor. Öte yandan gelişigüzel ve cezasız bırakılan şiddet nedeniyle, yine aynı özellikleri taşıyacak şiddet patlamaları beklenebilir. Şiddet her zaman daha fazla şiddet doğurur ve acı çeken her zaman halklar olur.