Zor günlerden geçiyor Avrupa. Birkaç sene önceden, özellikle Covid-19 kısıtlamalarının hemen evvelinden bakılsa, kimsenin öngöremeyeceği kadar zor günlerden. Siyasiler kapkaranlık konuşuyor. Halk daha da karanlık ve huzursuz. İsyanlar kapıda. Kış başlıyor… Ya da bu ara çok sevilen ifadeyle ‘winter is coming.’
İngilizlerin, Shakespeare’den ödünç alarak kullanmayı çok sevdiği bir tabir var: Hoşnutsuzluğun kışı… İngiltere’de yetmişlerin sonundaki grev dönemi için özellikle kullanılan bu tabir, şimdi tüm Avrupa için yeniden dolaşımda.
Biz bu tabiri, bir Murathan Mungan dizesinden de tanırız: “Kış başlıyor sevgilim / Hoşnutsuzluğumuzun kışı başlıyor…” (Yalnız Bir Opera, ‘Yaz Geçer’de, 1992)
*
Evet, kış başlıyor. Ya da bu ara çok sevilen ifadeyle ‘winter is coming.’
Zor günler geçiriyor Avrupa. Birkaç sene önceden, özellikle Covid-19 kısıtlamalarının hemen evvelinden bakılsa, kimsenin öngöremeyeceği kadar zor günler bunlar. Siyasiler kapkaranlık konuşuyor. Halk daha da karanlık ve huzursuz. İsyanlar kapıda. Kaldı ki yazdayız. Faturaların ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli olsa da henüz soğuklar gelmedi. Buna rağmen Avrupa’nın ‘mood’u çok düşük.
İşte birkaç sene öncesinin mağrur ve ödünsüz kıtasından son kareler…
İlk kare Fransa’dan.
Nord Stream’i yani Avrupa’ya giden gazın vanasını kapayan Moskova, bu hafta başında, yaptırımlar kalkana kadar muslukları açmayacağını söyleyerek rest çekti. Sonrasında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron çıktı sahneye ve kışın gerçekten gelmekte olduğunu açıkça ilan etti. O çok sevdiği dramatik hallere bürünerek “Savaştayız” dedi Macron.
“Savaştayız, durum bu, Moskova gazı bize karşı bir silah olarak kullanıyor, ama kaderimiz elimizde ve korkmaya gerek yok.”
Yok mu gerçekten?
Avrupa’nın kaderi kendi elinde mi? Dayanışmayla darboğazdan çıkabilir mi sahi?
*
Ya da hangi Avrupa?
Bu kare de Belçika’dan gelsin.
Dün Belçika’nın De Standaard gazetesi, 1500 Euro’nun altında kazanan ailelerin ısınma ve sağlık masrafları arasında tercih yaptığını haberleştirdi.
Aynı haberin ilerleyen satırlarında, Aviel Verbruggen isimli emekli bir profesörün bir çalışmasına da yer veriliyordu. Buna göre, geçen 50 yıl boyunca petrol ve gaz endüstrisi, her gün 2.8 milyar dolar gelir elde etti.
Ama bu bile artık eski bir hesap.
Avrupalı Total, Shell, Engie, BP… Amerikan Exxon, Chevron… Hepsi, Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından itibaren enerji fiyatlarının yükselmesiyle, olağanüstü bir kârlılık yaşıyorlar.
Azdan çok, çoktan az gidiyor. Halk yoksullaşırken bu şirketler semiriyor. Hem de hiçbir şey yapmadan. Bir lira bile harcamadan. Şu an Almanya ve Fransa’da bu süperkârlılığa ekstra vergi getirilip getirilmeyeceği konuşuluyor. Ama biraz alçak sesle. Savaşla beraber daha da zenginleşen zenginlere dokunacak mı Avrupa?
Dokunmazsa bir dayanışmadan söz edilebilir mi?
*
Söz edilen dayanışmaya bakalım.
Avrupa hükümetleri öncelikle tasarruf öneriyor. Macron, enerji sarfiyatını yüzde 10 düşüreceklerini söyledi.
Tasarruf bir süredir başta Almanya, birçok ülkenin sloganı zaten. Almanya mesela bu yaz toplu taşımayı desteklemek için dokuz euroluk kombine toplu taşıma biletleri çıkarmıştı. Yeni tedbirler: Devlet daireleri ve üniversiteler 19 derecenin üzerinde ısıtılmayacak, dükkânların kapısı açılmayacak…
Bunlar her Avrupa gazetesi’nde gün aşırı çarşaf çarşaf yayımlanıyor ama işe yarayacak gibi de durmuyorlar.
En azından herkes için işe yaramayacak.
Zira tasarruf hali vakti yerinde olanlar için, yoksullukta tasarruf olmuyor.
*
Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, daha önceki 30 milyar euro’luk paketin ardından bir de 65 milyar dolarlık bir destek paketi açıkladı. Bu bile işe yarayacak gibi durmuyor.
Karamsarlık dağılmıyor.
Çünkü Avrupa’da kimse bu kış gerçekte ne olacağını bilmiyor.
Çünkü kimse bundan sonra ne olacağını bilmiyor.
Zengin Avrupa’nın on yıllardır yaşamadığı türde bir belirsizlik bütün idrak yollarını tıkadı.
Mesela Hollanda’da…
Hollandalı gazeteci Marike Stellinga’nın kaleme aldığı üzere, esas dert “fiyatların yükselmesi kadar daha ne kadar yükseleceğini bilmemek” artık.
“Fiyatların bir kereliğine üçte bir oranında yükseldiğini düşünün. Bu ciddi bir darbedir ama yine de devam edebilirsiniz. Şu an ev masraflarınızın birkaç ay içinde nereye kadar çıkabileceğini bile bilmiyorsunuz.”
Tanıdık geldi mi?
Hollandalıların krizi… Bizim yaşam biçimimiz.
*
Hemen her ülkede kriz var. Hemen her ülkede protesto var.
Almanya’dan bir kareyle devam edelim.
Bu hafta başı, Almanya’da Leipzig’de aynı günde hem solun hem aşırı sağın eylemi vardı. Bunların Leipzig’de olması önemli çünkü burası Doğu Almanya’nın lokomotif şehri ve halk iki Almanya’nın birleşmesinden sonra süregiden eşitsizlikten en çok burada şikâyetçi. Leipzig, Almanya’nın belki en huzursuz şehri. Bir bakıma Avrupa’nın da en huzursuz şehri. Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, bundan sonra bir dizi eylem beklediklerini söylemişti. Eylemler başladı. Özellikle Sol Parti’nin (Die Linke) sürüklediği ‘sıcak sonbahar’ eylemleri ses getireceğe benziyor.
*
Huzursuzluk sadece Almanya’da değil.
Şimdi Çekya’dayız.
Geçen hafta sonu Prag’da toplanan 70 bin kişi de hükümetlerinin siyasetini “neden tarafsız kalmadık” diye protesto ediyordu.
Evet, Avrupa tarafsız kalmadı. Bu ölçüde taraflılığı ne tek tek Avrupa ülkeleri ne de Putin bekliyordu. O kadar ki 200 yıldır tarafsızlığını koruyan, dünya savaşlarından dahi bir şekilde sıyrılmayı başaran İsveç bile bu tutumunu rafa kaldırmayı seçti. Rusya’ya karşı NATO’ya katıldı.
O halde İsveç’e gidelim.
Bu savaşın ilk testini onlar yaşayacak. Pazar günü İsveç’te seçimler var. Özellikle enerji darboğazı ve fiyatların yükselmesi konusunu iyi işleyen aşırı sağın, bu seçimlerden her halükârda güçlenerek çıkması bekleniyor.
Bu durumda İsveç’in sosyal demokrat hükümeti, Putin’in ilk siyasi kurbanı olabilir.
*
Ve İtalya…
Geçtiğimiz hafta sonu İtalya da karışıktı.
Örneğin Napoli’de elektrik faturalarını yakanlar oldu. Ülkedeki birinci gündem bu. Bir örnek: İtalya’nın en büyük gazetesi Corriere Della Sera’nın hafta başındaki ilk dört beş sayfası sadece enerji sıkıntısı ve bundan doğan huzursuzluğa ayrılmış. İtalyanların olaya bakışındaki ruh halini yansıtan bir de fotoğraf koymuşlar; Putin elinde bir şahinle poz veriyor.
Bu fotoğraf tercihi, bir ruh halinin de tescili. Avrupa’da halklar kendini av olarak görmeye başladı. Yılın başındaki omuz omuza dayanışmada huzursuzluk zaten vardı; soğukla beraber o beton, komple çatlayıp kırılabilir.
*
Nihayet İngiltere’ye de bakalım.
Guardian gazetesinin yer verdiği bir araştırmaya göre her dört aileden biri, bu kışı ısınmadan geçirecek. Daha doğrusu, ısınamadan. Çünkü neredeyse ikiye katlanan faturalar yüzünden gaz vanasını açmaya takatları yok. Vanayı açarlarsa, başka yerden, gıdadan, sağlıktan, eğitimden feragat etmek zorundalar. Zor bir seçim.
Yoksulluğu perdelemek… Bu, Avrupa ülkelerinin, özellikle de kuzeydeki Avrupalıların bugüne kadar bir ölçüde üstesinden geldiği bir meseleydi. Yoksulluğu önlemek değil, görülmesini önlemek. Destek sistemleri, eğitimde ve sağlıkta herkesi kapsayan geniş ağlar, işsizlik maaşları vs… Sosyal eşitsizlik bunlarla bir ölçüde kamufle oluyordu.
Bunların da yetmeyeceği günlere girmek üzereyiz. Enerji fiyatlarının tavan yapmasıyla beraber, bu kış Avrupa için bir dönüm noktası olacak.
Hoşnutsuzluğun kışı başladı bile.
BEŞ YILDIZLI OTELDE 21 GECE VE 1 MİLYON AVRUPALI
Almanya’daki Lidl isimli süpermarket zincirinin broşüründen çıkan bir hikâye var. Türkiye’de beş yıldızlı bir otelde 21 gecelik tatil 500 küsur Euro’ya mal oluyor. Uçak dahil.
Bir de Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut’un “1 milyon Avrupalı kışı geçirmeye gelecek” sözleri var.
İkisine beraber bakmaya çalışacağım.
Şimdi önce şunu söylemeli, Lidl bizde BİM ya da Şok benzeri bir market ama tatil de satıyorlar. Bu onların hizmetlerinin bir parçası. Kendi ülkeleri Almanya’dakiler dahil Avrupa’nın her yanındaki otellerde ‘fırsat’ diye görülebilecek nispeten ucuz tatiller satıyorlar. Yani Türkiye tatili süpermarket rafına düştü diye hayıflanmaya gerek yok.
Lidl Almanya’nın broşürünü bulamadım ama internet sitesinde tatilleri inceledim. Evet, en ucuz tatili Türkiye’deki bir otelde buldum. Kişi başı 600 küsur euro ve 21 gece. Çoğunlukla iki kişi gidileceği düşünülürse, doğal olarak 1300 Euro’nun üstünde. Yine bir başka ucuz tatil Güney Kıbrıs’ta. 28 gece. O da kişi başı 1200 Euro.
Diğer tatiller, Türkiye’dekiler dahil, nispeten normal fiyatlarda. Yani bu tartışılan tatil tek bir otel için ve o otelin de belli günleri için geçerli. Herhalde söz konusu olan, ilgili otelin bir tür promosyonu.
Bunun dışında, kış tatilleri Avrupa’ya nispeten ucuz fiyatlara veriliyor, bu yeni değil. Hatta bazı tatiller neredeyse uçak bileti parasına denk geliyor. Bizler adına üzücü ama öteden beri böyle.
*
Gelelim işin Bulut’ın vurguladığı kısmına. Bugüne dek herhangi bir Avrupa gazetesinde Türkiye’ye dönük kitlesel bir hareket beklentisi haberi okumadım ya da böyle bir tartışmaya rastlamadım. Yine de kendi ülkesinde masraflardan kaçmak için ev satın almak ya da kiralamak isteyenler olur mu? Sırf yakacak ödememek için fazla iddialı bir girişim gibi geldi bana.
Peki burada bir fırsat görüp az önce bahsettiğim promosyon otelciliğini, Türkiye’de arz yaratarak kitleselleştirmeye çalışanlar olur mu? Olabilir.
Ama bu tür konuların herhalde en azından müşteri tarafında da bilinmesi gerekir. Böyle bir bilgi, bahsi geçen bir iki otel dışında, şu an tatil broşürlerinde yok. Avrupa’da da öyle son dakika tatilciliği pek yok.
Bir yandan söz konusu tatillerin doğal olarak emekli pazarına satılması gerektiğini varsayabiliriz. Belki uzaktan çalışma imkânı olan ve çocuk sahibi olmayan gençler de bu resme dahil olabilir. Ama bu durumda bile ne kadar büyük bir pazardan bahsediyoruz ki?
Bir milyon Avrupalı beklentisi bana pek makul gelmiyor.