Avrupa’daki Akdeniz üstünlüğü sürüyor: Şampiyon İspanya!

Futbolda, özellikle turnuvalarda, bazen ürkek futbol da kazanabilir. Portekiz’in 2016’daki, Fransa’nın 2018’deki şampiyonluğu bunun yakın dönemdeki en somut örnekleriydi. İngiltere de Southgate yönetiminde yıllardır bu yoldan ilerledi ve bu şekilde iki kez finale kadar geldi. Ama her ikisinde de karşısında cesur futbollar buldu ve futbolun güzellik tanrıları tarafından kupayla ödüllendirilenler cesur oynayanlar oldu. 

Onur Özgen oozgen@gazeteduvar.com.tr

Dün geceye kadar Pele, büyük bir uluslararası turnuvanın finalinde oynayan en genç futbolcuydu. Önceki gün 17 yaşına basan Lamine Yamal ise 248 gün farkla Pele’nin elinden bu rekoru aldı. 

Yalnızca o da değil. İngiltere’de de 19 yaşındaki Kobbie Mainoo sahadaydı. Böylece ilk kez bir Avrupa Şampiyonası veya Dünya Kupası finalinde 20 yaşın altındaki iki oyuncu birden ilk 11’lerde yer aldı. EURO 2024 her şeyden evvel gençlerin damgasını vurduğu bir turnuvaydı. Bu turnuvaya böyle bir final çok yakıştı. (Biz de Süper Lig’e çuvalla para karşılığında veteran yıldız ithal etmeye devam edelim Hem de bu turnuvanın en genç ikinci takımıyla yarı finalin eşiğinden dönmüşken!)

Finalin taraflarından birine dair kimsenin bir şüphesi yoktu. Altıda altı yaparak finale yükselen bir takım hâliyle arkasında hiçbir şüphe bırakmıyor. Ama diğer takım için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Yine de iki takımın da yüksek profilli oyunculardan oluşması ve birbirini tetikleyebilecek zıt anlayışlara sahip olması, maça dair beklentileri artırıyordu.

YAMAL VE WİLLİAMS’I DURDURUNCA

İspanya’nın topa daha çok sahip olan taraf olması, oyunun daha çok İngiltere’nin yarı sahasında oynanması ve Gareth Southgate’in tüm hücum planlarını İspanya’nın kaybettiği topların ardından geliştirebilecekleri hızlı akınlar üzerine kurması beklenen bir şeydi. Bu plana dair en mühim husus ise İspanya’nın iki deli fişek kanadı Lamine Yamal ve Nico Williams’ın nasıl durdurulacağıydı. İngiltere’nin çeyrek finalden itibaren geçtiği üçlü savunma, bu anlamda işlerini biraz olsun kolaylaştırabilirdi. Hollanda maçında bu sayede Denzel Dumfries ve Cody Gakpo’nun kanat hücumlarını nasıl sınırlandırdılarsa, finalde de aynısını Yamal ve Williams’a yapmayı deneyeceklerdi.

İngiltere’de sol bekte Kieran Trippier’in yerini sakatlığını atlatan Luke Shaw almıştı. Buna karşın Southgate bir sürpriz yapmış ve finalde yeniden dörtlü savunmaya dönmüştü. Kyle Walker sağ bekte, Bukayo Saka sağ kanatta, Jude Bellingham sol kanatta, Phil Foden da forvet arkasındaydı. İspanya’yı iki dörtlü blokla karşılayıp, savunmada olabildiğince sıkı durup, hücuma hızlı çıkmayı amaçlayacaklardı.

İlk yarıda planlarının ilk aşaması kusursuza yakın gerçekleşti. İspanya topun tek hâkimiydi. Hatta ilk 15 dakikada bu hâkimiyetleri %80’e yakındı. Ama top üzerindeki bu mutlak tahakkümleri onlara bir pozisyon üstünlüğü getirmedi. İngiltere savunmada çok sıkıydı, gayet iyi pozisyon aldılar. Sol bekte ilk 11’e yeniden yerleşen Shaw, İspanya’nın harika çocuğu Yamal’ı çok iyi durdurdu. Aynı şekilde ters kanatta Walker, Williams’ı iyi karşılayınca, Saka ile Bellingham’dan da kanat savunmasına iyi bir destek gelince, hatlar arasında boşluk bulamayan ve topu hızlı hareket ettiremeyen İspanya’nın ilk yarıdaki üretkenliği çok sınırlı kaldı.

KANE, İNGİLTERE’Yİ YAVAŞLATTI

Buna karşın kazanılan topların ardından hızlı çıkmayı ise başaramadı İngiltere. Bunda da en büyük engel, elbette İspanya’nın iyi pozisyon almasıyla birlikte, Harry Kane’di. Turnuva boyunca hareketsizliğiyle dikkat çeken Kane, toplamda attığı üç gole rağmen İngiltere’nin hücuma çıkışlarında hep aksayan parça oldu. Yıllardır kendini derine atarak oynamaya alıştığı ve uzmanlaştığı bağlantı oyunu, bu turnuvada İngiltere’nin işine hiç yaramadı ve onları ceza sahasında eksik bıraktı. 

İspanya’ya karşı her ne kadar iyi savunma yapıp pozisyon vermese de bunu hızlı hücumlarla birleştiremeyip çok fazla gömülmenin tehlikesi de vardı. Nihayetinde topa sahip olan taraf, inisiyatifi de elinde bulunduruyordu. Bu da İngiltere’nin hata yapma olasılığını artırıyordu.

Yine de dün gece ilk yarıda İngiltere bazı şanslar buldu. Bilhassa Foden’ın ceza yayı üzerinden bulduğu şut şansı çok netti. Ama onu da Rodri çok iyi kapatıp kendisini şutun önüne attı. Fakat bu pozisyon da sakatlanıp ikinci yarıya çıkamamasına ve yerini Martin Zubimendi’ye bırakmasına neden oldu. Bu İspanya için tam bir şoktu. Kendileri açısından çok iyi geçmeyen bir ilk yarının sonunda, bir de orta sahadaki en iyi oyuncularını kaybetmişlerdi. 

YAMAL VE WİLLİAMS YENİDEN SAHNEDE

Buna rağmen ikinci yarıya hızlı başlayan taraf da İspanya oldu. Dani Carvajal’ın ayağının dışıyla verdiği çok iyi bir tek pasla Shaw’un arkasına geçmeyi başaran Yamal, ardından bu turnuvada en iyi becerdiği şeyi yaptı: Williams’a harika bir gol pası verdi. Bir gün önce henüz 17 yaşına basan bir oyuncunun hemen her pozisyonda doğru kararı vermeyi başarması gerçekten şaşkınlık verici bir olay.

Bunun neticesinde Yamal turnuvadaki dördüncü asistini yaparken, ikinci golünü atan Williams ise 1968’de İtalya formasıyla Pietro Anastasi’den sonra bir Avrupa Şampiyonası finalinde gol atan tarihteki en genç ikinci oyuncu oldu. 

Turnuva boyunca durdurulamayan Yamal ve Williams’ı sadece bir defa savunma arkasına kaçıran İngiltere, o ilk pozisyonda da topu ağlarında gördü. Ardından İspanya iyice açıldı ve ardı ardına gol pozisyonları bulmaya başladı. Sanki oyundan çıkmak zorunda kalan Rodri, İspanya’nın değil de İngiltere’nin oyuncusuydu. Şayet ilk golün hemen ardından girdiği net pozisyonu Olmo gole çevirebilseydi, finalin sonucu çok erkenden belli olabilirdi. 

SOUTHGATE’İN HAMLELERİ

Ama İspanya bu turnuvadaki belki de tek sorunu olan bitiricilik sorunu yüzünden fişi çekemedi ve İngiltere maçın içinde kaldı. Ne olursa olsun yüksek bir kaliteye sahiplerdi ve fırsatını bulurlarsa İspanya’nın kaçırdığı bu pozisyonları cezalandırabilirlerdi. Nitekim öyle de oldu. Hollanda maçında olduğu gibi önce Ollie Watkins’i Harry Kane ile değiştirdi Southgate, ardından Kobbie Mainoo’nun yerine Cold Palmer’ı oyuna alarak kendisinden beklenmeyecek ölçüde bir risk aldı ve bunun ödülü harika bir golle geldi.

Marc Cucurella’nın önde yakalandığı bir pozisyon sonrası önünde geniş bir alan bulan Saka, topu ileriye taşıdıktan sonra ceza sahasındaki Bellingham’a pasını verdi. Sırtı dönük bir şekilde topu alan Bellingham ise çok şık bir şekilde tek pasla arkadan gelen Palmer’ın önüne doğru bıraktı. Palmer da tam köşeye doğru gelişine harika bir plase yolladı ve skora yeniden denge getirdi. Bu golle o da Avrupa Şampiyonası finalleri tarihinde oyuna sonradan girip gol atan en genç oyuncu oldu (22 yaş 69 gün).

Bu golde kaleci Jordan Pickford’ın topu çabuk bir şekilde oyuna sokmasının da payı büyüktü. Maç boyunca neredeyse sürekli topu ileriye doğru şişiren ve hemen hepsinin İspanya hücumu olarak geri dönmesine neden olan Pickford, ilk defa etrafına bakıp oyun kurmayı denedi, o da takımına golü getirdi. Bu da kurtarışlarıyla takımını maçın içinde tutması kadar değerliydi.

İngiltere’nin çehresini değiştiren başlıca şey ise Kane’in oyundan çıkması oldu. En uca Watkins’in yerleşmesi, İngiltere hücumlarının çok daha hızlı ve akışkan bir hâle bürünmesini sağladı. Palmer da Bellingham ve Foden ile birlikte orta sahadaki üçüncü büyük hücum gücü oldu.

Fakat oyun içinde yapılan her bir hamlenin olumlu sonuçları olduğu gibi, elbette bunun tam tersi sonuçları da olabiliyor. Nitekim Palmer’ın oyuna girişinin ardından Bellingham merkez ikiliye, Rice da stoperlerin arasına geçti. Bu da İngiltere’yi hücumda daha yaratıcı ve akışkan yapsa da, savunmada daha yumuşak ve kontrolsüz bir hâle getirdi. 

Netice olarak Olmo, Cucurella ve oyuna sonradan Alvaro Morata’nın yerine giren Mikel Oyarzabal arasında geçen harika üç paslaşmanın ardından Oyarzabal’ın çok soğukkanlı bir bitirişiyle gelen ikinci gol, İspanya’yı yeniden öne geçirdi. Kazananı belirleyen ise yine Olmo oldu. Kaçırdığı net golle belki maçın çok daha erken bitmesinin önüne geçse de son dakikada kale çizgisinden kafasıyla çıkardığı pozisyonla bunu telafi etti ve takımına Avrupa şampiyonluğunu getirdi.

EN HAK EDİLMİŞ ŞAMPİYONLUKLARDAN BİRİ

İspanya bir şekilde bu finali kaybetseydi, tarihin en hak edilmemiş ve yıllarca anlatılacak yenilgilerinden biri olacaktı. Kazandı ve gelmiş geçmiş en net şampiyonluklarından birini elde ederek, aynı zamanda dördüncü Avrupa şampiyonluğuyla EURO tarihinin en fazla şampiyon olan takımı oldu. Turnuva tarihinin yedide yedi yapan ilk şampiyonu olarak da tarihe geçti.

İngiltere ise Avrupa Şampiyonası tarihinde üst üste iki final kaybeden ilk ülke oldu. Elbette 1966’dan bu yana bir turnuvada finali olmayan bir ülke için üst üste iki Avrupa Şampiyonası’nda final oynamak sevindirici bir gelişme. Bu konuda da çok eleştirilen Southgate’e tabiî ki bir kredi çıkarılabilir. Ama sonuç olarak iki finalde de karşılaştıkları İtalya ve İspanya kendilerinden çok daha iyi takımlardı. İngiltere’nin bunun üzerine biraz düşünmesi ve bu kadar imkâna rağmen neden İspanya gibi baskın bir oyun kültürü geliştiremediklerini kendilerine sormaları gerekiyor.

Mayıs 2001, İspanya futbolu için bir milât noktasıydı. 23 yıl önce Valencia, Şampiyonlar Ligi finalinde Bayern Münih’e, Alaves ise UEFA Kupası finalinde Liverpool’a kaybetmişti. O tarihten bu yana Şampiyonlar Ligi, Avrupa Ligi, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası’nda İspanya ve İspanyol kulüpleri çıktığı 27 finalde de mağlubiyet yüzü görmedi. 

Bu inanılmaz başarıya birçok açıklama getirilebilir. Bunlardan başlıcası ise İspanya futbolunun gerek millî takım gerekse kulüpler bazında yıllardır belirli bir felsefesi olan, hücuma dönük oynayan, yeteneği göz ardı etmeyip tam tersi ona güvenen ve el üstünde tutan, cüretkâr bir futbol anlayışını ön planda tutması. 

CESUR FUTBOL KAZANDI

Futbolda, özellikle turnuvalarda, bazen ürkek futbol da kazanabilir. Portekiz’in 2016’daki, Fransa’nın 2018’deki şampiyonluğu bunun yakın dönemdeki en somut örnekleriydi. İngiltere de Southgate yönetiminde yıllardır bu yoldan ilerledi ve bu şekilde iki kez finale kadar geldi. Ama her ikisinde de karşısında cesur futbollar buldu ve futbolun güzellik tanrıları tarafından kupayla ödüllendirilenler cesur oynayanlar oldu. 

Avrupa Şampiyonası özelinde altını çizmek gereken bir diğer detay ise geçen yüzyılda üstünlük başta Almanya olmak üzere kuzeylilerin elindeyken, bu yüzyılda Akdenizlilerin mutlak bir hâkimiyet elde etmesi. Öyle ki, 2000’den bu yana Avrupa şampiyonu olan bütün takımlar Akdeniz ülkelerinden çıkıyor; üçer kez İspanya, birer kez Fransa, İtalya, Portekiz ve Yunanistan.

Belki de futbol bu yüzden “evine dönmüyordur”. Yıllardır bütün dünyayı dolaşıp, sonunda kendisi için en güzel yerin Akdeniz olduğuna karar vermiştir. Ne yalan söyleyeyim, bence de öyle.

Tüm yazılarını göster