Avrupa'nın ilk Müslüman krallığı
Müslümanlar Avrupa'nın geçmişini geleceği kadar şekillendirdiler. Emevilerden kalan tarihsel ve kültürel miras, çok kültürlü bir toplumun modern öğelerini barındırıyordu.
James Watkins *
Devrim, Peygamber Muhammed'in ölümünden yalnızca bir asır sonra Müslüman dünyasının siyasi düzenini neredeyse yok ediyordu. Ortadoğu'nun ve Kuzey Afrika'nın büyük kısmını kontrol eden Emevi hânedanının üyeleri (Şam'dan kaçmayı başaran 20 yaşındaki bir prens dışında) öldürülmüştü. Genç Abdurrahman (Abdurrahman bin Muaviye bin Hişam bin Abdülmelik bin Mervan), neticede yeni fethedilen İber Yarımadası'na doğru yola çıktı ve bugünkü İspanya ve Portekiz bölgesini 756 yılında bağımsız bir emirlik olarak ilan etti. Bölgede o güne dek Avrupa'nın görmediği oranda bir güç ele geçirdi.
Tarihçi David Levering Lewis’in, Kuzey Afrika'dan gelen bu Müslüman istilâsını God’s Crucible: Islam and the Making of Europe (Tanrı'nın Potası: İslam ve Avrupa’nın Oluşumu) adlı kitabında yazdığı üzere, “tarihte iktidar, din, kültür ve zenginliği Karanlık Çağ’daki Avrupa'ya getiren en büyük devrimlerden biriydi” diyerek betimler. Müslümanların fethinden önce, yıkılan Batı Roma İmparatorluğu ardında, İber Yarımadası’nda büyük çoğunluğu Hıristiyanlaşmış toplumlar bırakmıştı. Abu Dabi'de bulunan New York Üniversitesi'nden Arap Dönüşüm Araştırmaları Profesörü Justin Stearns, Müslüman ordularının hızla güney Fransa'nın bazı bölgelerine püskürtülmesinin ardından, “Müslümanların orada kalacaklarının anlaşılması için insanları İspanya'ya taşıdı” şeklinde betimliyor.
Ben El-Rahman bölgeye geldiğinde, Müslümanlar İber Yarımadası'nın güneydeki bölümünün üçte ikisini kontrol ediyorlardı ve Emeviler, halifelerinin son torununun bu toprakları birleştirmek için meşru bir talepte bulunduğunu düşündüler. Avrupa'daki Müslüman hânedanı, üç asır süresince varlığını devam ettirecek ve Müslümanlar, İber Yarımadası'nın bir kısmını Arapça bir isimle, (Al-Andalus) “Endülüs” olarak yaklaşık 800 yıl yöneteceklerdi.
Ancak belki de Endülüs’ün ilk liderlerinden biri, I. Abdurrahman’ın ölümünden 120 yıl sonra başa geçen ve sonunda kendini halife ilân eden torunu III. Abdurrahman idi; bu durumun kendisi, iddialı bir tavrı ortaya koyuyordu. Bir emirin siyasi otoritesinden ziyade, dini bir otorite söz konusuydu. İslam Avrupa'sında “askeri liderlik, kültürel bir teşvik için yeterli ekonomik ve siyasi istikrar sağladı” diyen Stearns, III. Abdurrahman için “inanılmaz bir hükümdardı” ifadesini kullanıyor. O, görkemli ve göz alıcı bir imparatorluk şehri olan Medinetü'l Zehra'yı inşa ettirdi; Huelva Üniversitesi'nden tarihçi Alejandro Garcia Sanjuan, şu anda harabe haldeki kent için “Cordoba hilâfetinin siyasi, kültürel ve ekonomik ihtişâmının en belirgin ve somut tezahürüdür” diyor.
Cordoba'da ve Toledo, Sevilla ve Grenada gibi diğer şehirlerde, kent aydınlatması, kütüphaneler ve gelişmiş sulama yöntemleriyle kentsel gelişim düzeyi, kıtanın geri kalanından oldukça ilerideydi. Cordoba Avrupa'daki en büyük ve müreffeh kent oldu ve Paris'i “soygunculuk, bataklıktaki bir köy gibi gösterdi,” diyor Stearns. Üstelik, Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar yarımadada İslami dönem boyunca yaklaşık 800 yıl boyunca birlikte yaşadılar. Bölge halkının İslam'a geçmesi beklenmiyordu; III. Abdurrahman, Yahudi bilim insanlarına bile kritik idari pozisyonlar vermişti; Lewis, Müslümanların Endülüs’teki egemenliğine ilişkin “genel dini hoşgörü” açısından değiniyor.
ENDÜLÜS HOŞGÖRÜ CENNETİ MİYDİ?
Müslümanlar ile Endülüs’teki diğer dini gruplar arasındaki ilişki, günümüzdeki çok-kültürlülüğün ve hoşgörünün modern değerlerine benzerliğinden ötürü, tarihçiler tarafından hâlâ tartışılmaktadır. Stearns, nüfusun çoğunluğunun Müslümanlaşmasının yüzlerce yıl aldığını ve “Ortaçağ İberya’sında Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerın çeşitli topluluklar içerisinde bir arada yaşadıkları bir somut gerçektir” diyor. “Bunu bugün için kullanılabilir bir model olarak almalıyız anlamına gelmiyor” diye ekliyor. Gayrimüslimlerayrıca özel vergiler ödüyorlardı ve Endülüs’ün uzun tarihi boyunca belirli bölgelerde özellikle Yahudilere zulüm yapıldı (o dönem Avrupa’sının Hristiyan bölgelerinde de durum farklı değildi). Bu, Avrupa'da yüzyıllar boyu süren çok uluslu bir etkileşimin eşsiz bir örneği miydi? “Evet.” Ancak Stearns, “bunun, bir çeşit görkemli ve çok yönlü bir harmoni” olmadığını da söylüyor.
Stearns, “Başka hiçbir Avrupa ülkesinin, İspanya'nın Müslüman nüfusunki kadar karmaşık bir geçmişe yakın bir yapı kuramadığını” belirtiyor. Neticede, Hristiyanlar İber Yarımadası'nı yeniden ele geçirdiğinde yaşanan bir dizi kovuşturma, zorla yer değiştirme ve sınır dışı işlemleri, 17. yüzyıldan sonra bölgedeki Müslüman varlığını çağdaş göç akınlarına dek sona erdirmiştir. Cordoba Büyük Camii, ülkedeki en eski dini yapılardan biri olmaya devam ediyor ve tarihi I. Abdurrahman’ın yaşadığı yüzyıla dek uzanıyor; daha sonraları Katolik bir katedral haline getirilecekti. Yine de kendini belli eden mimari özellikler yine de “tapınağın tarihi kimliğini silmek için gösterilen çabalara karşın orijinal amacının izlerini taşıyor.” diyor Sanjuan. Bugün, “muazzam ve endişe verici bir cehalet” nedeniyle, İspanya Müslümanlarının, İslam'ın uzun tarihi ile ülkenin çatışmalı ilişkisinin çarpıcı bir simgesi olan tarihi camide dua etmekten alıkonulduğuna vurgu yapıyor Sanjuan.
İspanya'da ihtilaflı bir miras bırakmış olsa bile, Endülüs’teki neredeyse mit haline gelen sembolizm, Müslüman dünyasında hâlâ yaşıyor. Radikal İslamcıların ateşli toprak hakkı iddialarından, Arap şiirinde, sanatında ve müziğinde bir metafor olarak kullanmasına kadar, Endülüs hâlâ hayallerinde yaşıyor.
* Makalenin aslı Ozy sitesinde yayınlanmıştır (Çeviren: Tarkan Tufan)