Avukat Doğan: Cinayet mutabakatla işlendi
Avukat Erdal Doğan Hrant Dink cinayetinin on yılını anlattı. Doğan "Bu cinayette devletin bürokrasisinde yer alan devlet veya yeni devlet ortakları, Ergenekon soruşturma ve kovuşturmasında yer alan bazı isimler, aynı zamanda Fettullah Gülen cemaatine mensup kişiler cinayetin içerisinde sorumluluk sahibidir" dedi.
DUVAR - Hrant Dink 19 Ocak 2007’de Şişli Halaskargazi Caddesi üzerindeki Agos Gazetesi’nin çıkışında, 14.54’de yakın mesafeden yapılan 3 el silah atışıyla öldürüldü… Dink cinayetini izleyen saatlerde, cinayete tepki gösterenlerin Taksim’den başlayıp Agos Gazetesi’ne kadar yürüyüşü yol boyu katılan binlerce kişi ile büyük bir gösteriye dönüştü. Agos gazetesinin önüne gelindiğinde on binlerce kişi haykırıyordu: “Hepimiz Hrant’ız…
Avukat Erdal Doğan ile dava sürecini, on yılda gelinen noktayı, halklar üzerindeki baskıyı ve yargı sürecindeki beklentileri konuştuk. Hayattayken Hrant Dink'in ve sonrasında cinayetin bir süre avukatlığını yapan Doğan "Siyasi sorumluluk alınmadığı sürece 'güvercin tedirginliği' tüm halklara yayılmaya devam edecektir. Bu yalnızlaştırılma, ötekileştirilme halini yaşamak durumunda kalacağız. Bu hükümet iktidarı boyunca yapmış olduğu hukuki işlerin hiçbirinin sorumluluğunu üstüne almadı" dedi.
On yıldır devam eden bir dava ile karşı karşıyayız. Süreç nasıl işledi?
On yıl içerisinde Türkiye tarihinde bu kadar siyaseten araçsallaştırılmış bir cinayet davası görmedi. Şu açından söylüyorum. Hrant Dink cinayeti iktidardaki hükümet çevrelerinin ve yine iktidarda olup da gözükmeyen bazı bürokratik kesimlerin bu cinayet üzerinden hesaplaşmaları bir türlü bitmedi. Buna Türkiye’deki istihbarat grupları da dahildir. Fakat gelinen şu aşamadaki kovuşturmanın geldiği aşama tabii ki önemli. Bir dönem Ailenin ve yaşarken Hrant Dink’in avukatı olarak şunu söyleyebilirim: İlk dönemlerde cinayette sorumlulukları olduğunu belirttiğimiz kişilerin, cinayette doğrudan ya da görevlerini yapmayarak faillerle doğrudan yargılanması gerekenlerden bazı şahısların büyük bir kısmı kovuşturmaya dahil edildi. Kovuşturmaya dahil edilmeleri bir kazanımdır. Şöyle bir durum söz konusuydu; o dönem hükümete ortak olan, cemaate mensup olduğu bilinen kişilerden bazıları, halen mevcut olan hükümette görevlerini sürdüren siyasiler ile yine onların karşısında iktidar savaşı veren bürokratik kesimler Hrant Dink cinayetini tümden karartma haline büründüler. Yani Sadece bir kesim bu cinayetten sorumlu değildi.
Bu karartma ekibinde kimlerin olduğunu düşünüyorsunuz?
O dönem Fettullah Gülen grubuna dahil olduğu bilinen bazı isimler ile şu an mevcut bulunan hükümet içerisinde görevleri süren siyasilerle ve devletin asker ve polis bürokrasinde yer alan bir çok kişi ve medya mensubunun ciddi bir sorumluluğu olduğunu söylemek lazım. Bu kişilerin kendilerini halen bu cinayetten soyutlama hali ve öbürüne davanın sorumluluğunu yıkma çabası ne kadar araçsallaştırıldığını işaret ediyor. Mesela, Hrant Dink’in yakın arkadaşı bile 3 gün içinde mevcut iktidara muhalif düşünceleri nedeniyle hükümet medyası bir gazete tarafından cinayetin faili olarak hedef gösterildi. Buradan bakınca cinayetin ne kadar dehşet biçimde müdahale ile araçsallaştırılma durumunu daha iyi anlayacaksınızdır.
'DEVLET VE ORTAKLARI SORUMLULUK SAHİBİDİR'
Dink cinayeti siyasi bir malzeme olarak mı görülüyor?
Siyasi bir malzeme konusu haline getirilmeye çalışılıyor. Bu cinayette devletin bürokrasisinde yer alan devlet veya yeni devlet ortakları, Ergenekon soruşturma ve kovuşturmasında yer alan bazı isimler, aynı zamanda Fettullah Gülen cemaatine mensup kişiler cinayetin içerisinde sorumluluk sahibidir. Geldiğimiz noktada cinayetin siyasi organizasyonu, milli mutabakat denen husus göz önüne çıkarılmıyor. Bu cinayetin bir mutabakat halinde işlendiğini biliyoruz.
O dönem yaşanan başka gayri müslim cinayetleri de oldu. Dink cinayeti fitili ateşleme durumu muydu?
Cinayetten üç ay sonra işlenen Zirve katliamı gibi... Gelinen son on yıl içerisindeki hususta 2004-2007 yılları arasından 19 Ocak'a gelinen aşamada Hrant Dink'e uygulanan itibarsızlaştırma, yalnızlaştırma, el birliğiyle yapılan linç hali, ne yazık ki hükümete muhalif olan birçok yazar, gazeteci, seçilmiş siyasi ve aynı zamanda medya grubuna yapılıyor. Çoğu insan Hrant Dink'in durumunu yaşıyor.
GÜVERCİN TEDİRGİNLİĞİNDE
Hrant Dink'in o zamanlarda kaleme aldığı bir yazı vardı: Güvercin Tedirginliğinde... Özellikle bizler yazmasını, başından geçenleri anlatmasını istedik. Kamuoyu başından geçenleri bilsin istedik.
O tedirginlik bugün birçok kesimde yaşanmaktadır. 150'yi aşkın gazeteci, onlarca medya kuruluşu, yüzlerce siyasi, 11 tane milletvekili şu an bu güvercin tedirginliğini yaşıyor.
Tedirginliğin arttığını söyleyebilir miyiz?
Bu tedirginlik aynı zamanda halklar arasında da yaşanıyor. Hristiyanlar, Kürtler, aleviler, seküler laik Türkler yaşıyorlar. Bu on yıl içerisinde değişen en büyük durum güvercin tedirginliğinin birçok kesime yayılmış olması...
Cinayetin siyasi sorumluluğuna değinmek gerekli. Siyasilerin tutumu nasıl oldu?
O dönem içerisinde görevli sıralı polis memurlarından, sıralı askerilerden, sıralı bürokratlardan birçok insan sorumlu tutulurken bu işin siyasi sorumluluğu hala alınmış değil. Siyasi sorumluluk alınmadığı sürece güvercinlik tedirginliği tüm halklara yayılmaya devam edecektir. Bu yalnızlaştırılma, ötekileştirilme halini yaşamak durumunda kalacağız. Hükümet, iktidarı boyunca yapmış olduğu hukuki işlerin hiçbirinin sorumluluğunu üstüne almadı.
'YAPILAN ANITA BİLE TAHAMMÜLLERİ YOK'
Sorumluluk almak yerine bellek yok edilmeye çalışılıyor. Dava sürecinde bunu yaşadınız mı?
Roboski Katliamı Anıtı'nı bile yıktılar. Bir askeri uçağın sivilleri öldürmesiyle, bir hukuki ve siyasi sorumluluğu birilerinin üzerine atan bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Yapılan anıta bile tahammül edemiyorlar. Belleği yok etmeye çalışıyorlar. Yapılan bir şeyin failini inkar etme, yok etme, sorumluluğunu kaçırma durumu. 1915 te yaşandı. 1937- 38'de Dersim'de, Alevi katliamlarında yaşandı. Gerçek failler ve sorumlu organizasyonlar karartıldı. Bu konu bazı bürokratlarca tetikçileri görünür kıldı. Bu bellek yok etme durumu, tarih bilimini yok etmeyi amaçlıyor.
İlk günden bu güne.... Yargılanma adil mi?
Hrant 301'den yargılandı. Soykırım demediği halde... Düşünce, ifade, yaşam özgürlüğü elinden alındı. Muhalif bir söylem, Türklüğe hakaret ve hükümet büyüklerine hakaret suçlamalarıyla yargılandı. Ki şu dönem bu daha ağır yaşanıyor. İnsanlar sosyal medyadan gözaltına alınıyor. O yüzden on yıl içerisinde daha geride olduğumuzu söyleyebiliriz.
Mecliste son yaşanan tartışmalarda Ermeni milletvekili Garo Paylan'ın yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meclis kürsüsü dokunulmazlığı bile tanınmaz hale geldi. Garo Paylan'a yapılmak istenen büyük bir linçti. Meclis, yargıda bulunan düşünce ve ifade özgürlüğünün korunmasını geçen hafta yok etti. Milli mutabakat meselesi halen devam ediyor. Mesela 1915'teki soykırım meselesi, Kürtlerin özerklikleri, eşit yurttaşlık meselesi ile ilgili bir söylem sizin bir terör örgütü ile karşı karşıya kalmanıza sebep olabiliyor.
NEFRET SÖYLEMİ TOPLUMUN HER KESİMİNDE
Benzer bir örnek de alevilerin kendi inançlarını yaşamaları hususunda. Çok ciddi bir baskı altındalar. Milli Eğitimdeki görevliler, İmam Hatip Lisesi müdürleri çok ciddi bir şekilde aleviler ve laikler hakkında nefret söylemlerinde bulunuyorlar. Işidvari söylemler cezasız hale gelmiş durumda. 13 yıl önce yaşadığımız o linç hali çok daha genişlemiş, o nefret dili birçok kesimi hedef haline almış durumda. 10 yıl içerisinde daha karamsar bir hale gelmiş durumdayız. Yargı bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini kaybetmiş vaziyette.
Bundan sonrası için yargı sürecindeki beklentileriniz nelerdir?
Cinayetin belli kaygılarını taşıyorum. Davanın ilk dönemi adı geçen insanların bir kısmı davaya dahil edildi, bir kısmı tutuklandı. Böyle cinayetler üzerinden siyasi hesaplaşma yapıp bir sonraki dönemde anlaşma haliyle cezasız durumuna dönüşebilir. Bu korkuyu taşıyorum. Olumlu gelişmeler terse dönebilir. Bir başka tedirginliğim de bu organizasyonun siyasi sorumlularının ortaya çıkartılmaması ve karartılmaması. Bir başka husus da, gündemdeki anayasa değişikliği, rejim değişikliğini ön görüyor. Eksikliğine, demokratik yapıda olmamasına rağmen mevcut sistemdeki kuvvetler ayrılığının, denetim faktörünün ortadan kaldırılmasıyla birlikte, referandumda 'evet' çıkarsa linç kültürünün birçok insanın ve topluluğun canını yakacağını düşünüyorum.
'HÜKÜMET BÜYÜKLERİNİ ELEŞTİRMEK TÜRK CEZA KANUNUNA GÖRE SUÇ DEĞİL'
Referandum başka bir hesaplaşmayı doğurabilir mi?
Başka bir hesaplaşmayı da doğurabilir. Adalet Bakanlığı 75 cezaevinin daha açılacağını müjdeliyor. 2018'de de devam edecek bu durum. On binlerce kişinin tutuklanması için yer hazırlanıyor. Yargıdaki tutuklama furyası, terör ilişkilendirmesi, onlarca medya organının kapatılmış olması, kişilerin iletişim ağı olan sosyal medya gibi bir ağın denetime alınacağının müjdelenmesi büyük bir tehlike işareti. Bakan Albayrak, tarama yapacaklarını söylüyor. Bu tarama “hükümet büyüklerini eleştirenler” diyerek Türk Ceza Kanunu'nda yeri olmayan bir suçlamayı beraberinde getirecek.
Bu durum halkın gerçek haber alma, haberi ulaştırma ve örgütlenme özgürlüğünün yok edilmesidir. İktidarı eleştirecek bu durumun ortadan kaldırılmasıdır. Umarım bu referandumda tüm halk kesimleri bunu görür ve gelmekte olan tehlikenin daha dehşet bir boyuta ulaşmasını engelleyebilir.