Avukat Resul Temur: Savcılar, emniyet müdürü gibi davranıyor
Diyarbakır'da birçok gazetecinin avukatlığını yapan Resul Temur, 25 Nisan'daki operasyonlarda gözaltına alındı. Serbest bırakılan Temur, operasyonları ve suçlamaları anlattı.
DİYARBAKIR - Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında 25 Nisan’da gözaltına alınan yüzlerce kişi arasında ‘gazetecilerin avukatı’ olarak bilinen Resul Temur da vardı. Savcılık ifadesinin ardından adli kontrol şartıyla 29 Nisan’da serbest bırakılan Temur, Gazete Duvar’a konuk oldu.
Temur'la gözaltı sürecine ve tutuklamalara ilişkin konuştuk.
'OPERASYONUN AMACI ŞOV VE YILDIRMA'
25 Nisan'da gözaltına alındınız. Size ne sordular? Neden gözaltına aldılar? Siz avukatsınız. Her gün adliyedesiniz aslında.
Aslında gözaltına almaya geldiklerinde, mesleki faaliyetlerimizden kaynaklı ilk sorduğumuz soru buydu, "Biz neden gözaltına alınıyoruz?" şeklindeydi. Yıllardır gözaltına alma gerekçelerini sadece evrakları "örgüt adına eylem ve faaliyetlerde bulunmak" şeklinde geçtiklerini bildiğimiz için bu durumu kabul etmedik. Birçok avukat arkadaş da aynı hassasiyeti göstererek, özellikle arama ve el koyma tutanaklarına, gözaltına alma kararına bu anlamda şerhlerini düşmek istedi. Fakat hiçbir polis ve aramalara dahil olan hiçbir savcı aslında bu hukuksuzlukları kayda almamak adına itirazlarımızı ve şerhlerimizi evraklara geçirmediler açıkçası. Bu sebepten dolayı biz avukatlar olarak evrakları imzalamadık. Çünkü beyanlarımız geçmedi ve evraklar bizi yansıtmıyordu. İleriki aşamalarda savunma hakkımızı kısıtlayacak bir durumdu da aynı zamanda.
Dolayısıyla gözaltına alınma sebebimizi ilk etapta öğrenme şansımız olmadı. İlerleyen günlerde emniyet ifadesi başladıktan sonra, aslında gözaltına alınma sebebimizin bir kişinin tanıklığına dayandığını öğrendik. İşin hukuki olmayan kısmı şu, şahsın tanıklığı aslında teyit edilmiş bir tanıklık ya da teyit edilmiş bir beyan değildi. Bu tanıklık teyit edilmemiş olmasına rağmen, savcılık avukatlar hakkında da, gazeteciler hakkında da, tiyatrocular hakkında da yine birçok siyasetçi ve Kürt insanı hakkında da rahat bir şekilde bir yakalama kararını yerine getirdi.
Mesele şu aslında, bir suç soruşturması kapsamında mı yapıldı? Sonrasında Süleyman Soylu'nun yapmış olduğu açıklama ve paylaşmış olduğu tweet'ten aslında biz meselenin bir suç soruşturması kapsamında yapılmadığını, bir prodüksiyon kapsamında yapıldığını çok net bir şekilde gördük. Öncesinden hazırlanmış bir kurgu vardı. Kurgu çerçevesinde yüzlerce emniyet görevlisi bu kurguda rol almış biçimde kameralara yansıdı. Bu da aslında meselenin çok da hukuki amaçlarla gerçekleştirilmediğini, daha çok şov amacıyla ya da yıldırma amacıyla yapılmış bir gözaltı ve tutuklama operasyonu olduğunu açık bir biçimde ortaya koyuyor.
'SAVCILAR İÇİŞLERİ PERSONELİ GİBİ HAREKET EDİYOR'
İçişleri Bakanı eğer sizinle ilgili bir şey söylemişse, gözaltındaki insanlara ilgili bir suçlamada bulunmuşsa, biraz işleri zora giriyor değil mi?
İçişleri Bakanlığı çok uzun süredir bunu yapıyor aslında. Emniyet üzerinden yapıyor, başsavcılıklar üzerinden yapıyor. Ben uzun bir süredir şuna inanıyorum, başsavcılıklar ve başsavcılıklar nezdinde çalışan savcılıkların aslında doğrudan birebir İçişleri Bakanlığı personeli gibi hareket ettiklerini, 3. sınıf emniyet müdürü gibi hareket ettiklerine inanan biriyim. Bunu da dosyaların üzerinden, özellikle Kürtlere yönelik yargı tacizinden çok rahat görebiliyorum. Hukuki bir değerlendirmeleri yok. Sadece cübbe giymiş ve giydikleri cübbe altında sadece imza savcılığı yapan kişiler. Bunun ötesinde bir durum yok.
Biz bunu adliyede çok sık görüyoruz. Zimmet defteri içerisinde evrak getirip, zimmet defterini açıp savcıya imzalatıp, aynı zimmet defterini kapatıp, götürüp sulh ceza hakimine imzalatıp, ondan sonra işlem yapan bir emniyet gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu durumu hukuki manada değerlendiren bir savcılık ya da yargı makamı ile karşı karşıya değiliz. İçişleri Bakanlığı'nın keyfiyeti, rahatlığı buradan geliyor. Aslında "Operasyona da, soruşturma dosyasına da, ileride çıkacak karara da ben hakimim. Bunun kararını da ben veririm. Sözü de bana aittir" açıklamasıdır bu paylaşılan video ve tweet. Onlar açısından sonucun çok bir önemi yok. Çok büyük bir prodüksiyon ile birlikte bunu yayıp, tüm kanallarından ulaşabildikleri tüm herkese ulaştırıp burada çalışan herkesi gerçekten alan farkı gözetmeksizin, yani gazetecisinden avukatına, doktorundan, işsizine herhangi bir şekilde alan farkı gözetmeksizin insanları yasa dışı ilan edip ondan sonra artık sonucuyla ilgilenmemek gibi bir durumla da karşı karşıyayız açıkçası.
'7-8 YAŞINDAKİ ÇOCUK BİLE MAĞDUR EDİLİYOR'
Siz avukatsınız ve her gün adliyedesiniz neredeyse. Dolayısıyla size bir tebligat gelse, gidip orada ifade de verebilecektiniz. Öyle bir durumunuz da var. Ama eviniz basıldı. Oradan işte dijital materyaller alındı, bilgisayarlar, telefonlar falan. Ama bir de büronuzu da aradılar. Ve yanılmıyorum değil mi, bütün evrakları falan da aldılar. Bu doğru bir şey mi? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında sadece biz avukatlar açısından değil, gözaltına alınan tüm vatandaşlar açısından çağrı usulünün işletilmesi gerekiyor. Fakat amaç hukuki yargılama olmadığı için, hiçbir vatandaş açısından çağrı usulünü işletmeden doğrudan bir gözaltı ve tutuklama furyası ile hareket ediliyor.
Ben de dahil birçok avukat arkadaşımızın hem evi hem bürosu arandı. Yine gazeteciler gözaltına alındığında evleri ve hatta bir kısım gazetecinin bürosu arandı. Gazetecilerin de mesleki faaliyetlerde kullanmış oldukları kameralara, telefonlara... Biliyorsunuz artık birçok gazeteci telefonu doğrudan mesleki faaliyette kullanabilecek şekilde ediniyor. Yani telefonun kalitesini bile ona göre belirliyor. Dolayısıyla telefonun kendisini bile gazeteci açısından mesleki faaliyette kullanılan malzeme olarak kabul etmek gerekiyor, ki anayasa madde 30, bu anlamda el konulamayacağına dair bir ibare içeriyor.
Fakat buna rağmen, geldiği zaman kişiyi kendi kimliğinden yaptığı işten soyutlayarak tamamen yasa dışı bir örgüt üyesi ya da yasa dışı bir faaliyet içerisindeymiş gibi bir yaklaşımla geldiği için herhangi bir şekilde dijital materyal görmesi onun için yetiyor. Yani o dijital materyale el koyuyor. Ki benim evimde de birçok insanın evinde de çocukların tabletlerine el konuldu. Yani birçok aile için bahsettiğimiz dijital materyallere el konulması başlı başına bir cezalandırma biçimidir zaten. Çünkü bunlar artık rahatlıkla alınabilen materyaller değil. Birçok eve girdiğinizde çocuklara ait tableti aldığınızda büyük olasılıkla o çocuk artık tabletsiz. Ve günümüz koşullarında verilen ödevlerin bir kısmı da bu tabletler üzerinden yürütülüyor. Dolayısıyla siz 7-8 yaşındaki çocuğa kadar herkesi mağdur etme üzerine hareket ediyorsunuz.
'18 ÇUVAL DOSYA ALDILAR'
Avukat arkadaşlarımızın bürolarında da yine aramalar yapıldı. Benim büromda da arama yapıldı. Büromda aramaya dahil olan savcı bilinçli ve kasti olarak büroda bulunan ve suç soruşturması ile ilgisi olmayan tüm dosyalara el koydu. Yani sadece mevcutta dolap içerisinde yer alan dosyalar değil, müsvedde olan kağıtlarım da dahil, çöpün içerisinden kağıtları çıkartıp düzeltip, bunlara bile el koyma kararı verdiler açıkçası. Yani 18 çuval dosyaya el koydu, bir Transit çağırıp götürdüler. Bu sadece benim mağduriyetime yol açan bir durum değil. Bu aynı zamanda benim müvekillerimin mağduriyetine de yol açan bir durum. Yani siz bir yere aramaya gittiğinizde ne aradığınızı biliyor olmanız gerekiyor. Ne aradığınızı bilmeden doğrudan tüm dosyalara el koyup daha sonra 'ben bunlar içerisinde bir şey bulur muyum, bulmaz mıyım' acizliğiyle hareket ederseniz zaten siz hukuki manada hareket etmediğinizi de ortaya koymuş oluyorsunuz. Bu anlamda savcılık makamının yaptığı şey sadece düşmanca bir tavırdı. Bunun ötesinde de bir şekilde tanımlamaya kalkışmak, açıkçası bu davranış biçimine masumiyet kazandırır.
Ben bu sebepten dolayı yapılan işlemin hiçbir hukuki karşılığının olmadığına inanıyorum. İleride bu dosyaların birçoğunda beraat kararı çıkar ya da takipsizlikle sonuçlanır. Fakat şöyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız: Dört avukat arkadaşımız tutuklandı.
'SADECE SEÇİMLE İLGİLİ DEĞİL'
Tam oraya geleceğim. Gazeteci arkadaşlarımızla ilgili de soru soracağım ama şimdi avukatlar gözaltına alındı ve dört tane avukat meslektaşınız da tutuklandı. Seçim öncesi avukatlara yönelik böyle bir operasyonu tutuklamayı, gözaltını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette seçimle ilişkilendirmek gerekiyor. Seçimle ilgili bir payının ya da katkısının olduğuna inanıyorum. Ama şöyle bir gerçeklik de var: Sadece seçimle de ilgili değil aslında. Nihayetinde tutuklanan avukatlar da gözaltına alınan avukatlar da uzun süredir politik ceza dosyası yürüten avukatlar. Dolayısıyla sırf politik ceza dosyaları yürütmüş olmaları sebebiyle gözaltına alındılar ve tutuklandılar. Bunun başka bir anlamı yoktur, ki tutuklanan avukat arkadaşlarımıza sorulan sorular da mesleki faaliyetlerine ilişkin sorulardı. Dolayısıyla buradaki tutuklama amacı seçimi aşan bir durumu da içeriyor. Nihayetinde 10 gün sonra seçim olacak fakat avukat arkadaşlarımız belki hâlâ tutuklu olarak cezaevinde bulunmaya devam edecekler. Seçim sonrasına taşan bir durum ortaya çıkıyor. Fakat temelde korku yaratmak istediklerini, daha doğrusu yarattıkları korku iklimini pekiştirmek istediklerini de çok iyi biliyoruz. Başta tutuklanan avukat arkadaşlarımız olmak üzere, başta tutuklanan gazeteciler olmak üzere hiç kimse boyun eğmedi açıkçası. Dolayısıyla hiç kimse korku ikliminin yayılmasına katkı sunmadı. Ya da hiç kimsenin bu korku ikliminin daha hızlı ilerlemesi noktasında bir katkısı olmadı. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gazeteci arkadaşlarımızı sormadan edemeyeceğim tabii ki. Yaptıkları haberlerden yakından tanıdığımız gazeteciler, Dicle Müftüoğlu, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği'nin eş başkanıydı mesela. Birlikte birçok kez habere gittiğimiz arkadaşlar gözaltına alındı ve tutuklandı. Dosyalarında ne var? Neden tutuklandı bu arkadaşlar?
İlk önce belki 25 Nisan'daki operasyonda tutuklanan gazetecilere değinmek gerekiyor. Abdurrahman Gök, bütün kamuoyunun tanıdığı biri artık. Kemal Kurkut cinayetini ortaya çıkarmasıyla, ki öncesinden de Abdurrahman Gök'ün çok değerli işleri vardı. Fakat Kemal Kurkut cinayetini ortaya çıkarmasıyla birlikte artık bütün kamuoyu tarafından tanınan bir gazeteci haline geldi. Ve Kemal Kurkut cinayetinden sonra da hedefe konulan bir gazeteci oldu. Yani iki defa evi basıldı. Evinde Kemal Kurkut'a ilişkin görüntülerin yer aldığı ham video kayıtları arandı. Bulunamadığı için de sanki hiç arama yapılmamış gibi evini terk edip gittiler. Sonrasında yine buna benzer, geniş kapsamlı ve herhangi bir suç izlemesine dayanmayan bir soruşturma dosyasında 2018'de yine gözaltına alındı. Gözaltına alındıktan sonra yine yargılandı ve örgüt propagandasından cezalandırıldı. Cezalandırılmasının temel sebebi de bilfiil, doğrudan kendisinin bulunduğu yerlerde çektiği fotoğraflar. Yani kendi yaptığı haberlere konu olmuş fotoğraflar. Gazetecisiniz, bilirsiniz ki haberin öznesini fotoğrafıyla birlikte verirsiniz. Abdurrahman Gök de tam olarak haberi öznesiyle birlikte servis ettiği için cezalandırılmıştı. Fakat görünüyor ki yetmemiş. Abdurrahman Gök'ü bir daha cezalandırmak istediler. Beritan Canözer hakeza daha önce sırf "heyecanlı göründüğü için" gözaltına alındı, tutuklandı. Örgüt üyeliği üzerinden tutuklandı ve örgüt üyeliği üzerinden de beraat etti.
Aynı soruşturmada Mehmet Şavruç tutuklandı, Mikail Barut tutuklandı. Aynı soruşturmada bizi kapıda karşılayan, gece geç saate kadar bekleyen gazetecilerden Dicle Müftüoğlu, gece saat 12 gibi bizi adliyeden aldıktan sonra, ki buna ilişkin o gece çekip paylaştığı fotoğrafları vardı. Adliye önünde olan Dicle Müftüoğlu sabah evine yapılan baskınla gözaltına alındı, tutuklandı. Yine Sedat Yılmaz açısından da aynı durum geçerli.
Gerek Diyarbakır'da gerek Ankara'da tutuklanan gazetecilerin tutuklanmalarına en büyük gerekçe bilfiil çalıştıkları gazetecilik faaliyeti, çalıştıkları gazetecilik alanı. Hepsinin ortak özelliği aslında Kürt basınında çalışıyor olmaları, Kürt gazetecisi olmaları ve çalıştığı alanlarda, ajanslarda, yaptıkları haberlerde editöryal bağımsızlıklarında ısrar etmeleri. Kendi kimlikleriyle, kendi renkleriyle haber yapmaları ve bunu sürdürmeleri tutuklanma gerekçeleriydi. Ki Diyarbakır'da tutuklanan gazeteciler açısından tanığın beyanları, onları gazeteci olarak tanıdığı şeklinde, yine Ankara'da tutuklanan gazeteciler açısından da bir gizli tanığın beyanı. Ve yine Dicle Müftüoğlu'nu DFG Eş Genel Başkanı olarak tanıdığını belirtiyor. Dolayısıyla tanıkların tanıma usulü ve tarzı bile gazeteciliğe dayanıyor. Bu yüzden tutuklanma gerekçesinin sadece gazetecilik faaliyeti olduğu, çalışma alanları olduğu açık bir biçimde anlaşılıyor.
'SEDAT YILMAZ POLİS TEKMESİYLE İŞİTME KAYBI YAŞADI'
Sedat Yılmaz'la Dicle Müftüoğlu'nu ayrıca sormam lazım, çünkü Diyarbakır'dan Ankara'ya götürülürken Sedat Yılmaz'ın polis tarafından işkenceye uğradığına dair bilgiler vardı. Bu konuda sağlık durumlarıyla ve o muameleyle ilgili ne söylemek istersiniz?
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı çok uzun bir süredir yetkisi olmamasına rağmen, daha önce Diyarbakır'da yürütülen birçok operasyon ya da devam eden birçok davayı bir araya getirerek yeni davalar oluşturmaya başladı. Kobane ana davası haricinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan neredeyse tüm davalar yetkisizlikle sonuçlandırıldı ve başka illere gönderildi. Dolayısıyla Dicle Müftüoğlu'nun ve Sedat Yılmaz'ın alındığı dava da aslında Ankara mahkemelerinin yetkisinde değil. Savcılık bunu biliyor. Savcılık ileriki aşamalarda bunun yetkisizlikle sonuçlanacağını, kendi illerine gönderileceğini de biliyor. Fakat çok uzun bir süredir şöyle bir yol izliyor:
Türkiye'nin neredeyse her yerinden politikacıları, gazetecileri toplayarak Ankara'ya götürüyor ve bunu yaparken de uzun bir süredir uçak kullanmıyor. Ring araçları olarak kullandıkları araçlarda da sadece polisler yer alıyor açıkçası. Buradan Ankara'ya doğru götürürken yaklaşık 15-16 saat boyunca araç içerisinde kelepçeli olarak bekletiyor ki CMK'de kelepçe takmanın usulü ve sınırı bellidir. Buna rağmen sadece düşmanlık yapabilmek adına bunu yapıyorlar. Sedat bu duruma itiraz ediyor. Sedat aynı zamanda, Sedat da, Dicle de, Selma da bu duruma itiraz ettiği için, polislerden biri Sedat'ın kafasına doğru bir tekme atıyor. Sedat kısa bir süreliğine duyma kaybı yaşıyor. Buna ilişkin hastaneye götürüldüğü zaman darp edilme olayına ilişkin rapor da alıyor. Bu raporlara da geçiyor. Ve Ankara'daki avukat arkadaşlarımız, eşlik eden avukat arkadaşlarımız bu duruma ilişkin suç duyurusunda da bulundular.
Tekme atan polisin tekme atmasının tek bir gerekçesi var. Denetimden yoksun yaşadıklarını biliyorlar. Cezasızlıkla ödüllendirildiğini biliyorlar. Bunları bildikleri için, buradan oraya kadar kişiyi kötü muameleyle, elleri kelepçeli bir şekilde götürüp aynı zamanda yolda bunlara şiddet uygulayabiliyor. Ve kendilerine bunun ileride ödül olarak döneceğine inanıyorlar açıkçası. Bu rahatlıkla kötü muamelelerine devam edebiliyorlar.
Gazeteci arkadaşlarımız tutuklandı, sizin dört tane avukat arkadaşınız tutuklandı ve birçok siyasetçi tutuklandı. Ne olacak bundan sonra? Bu operasyonun sonu nereye varacak?
Sonu gelir mi bilemiyoruz açıkçası. Çünkü şu anda hem Diyarbakır'daki operasyon kapsamında hem de Ankara'daki operasyon kapsamında hâlâ aranan birçok gazeteci var, birçok siyasetçi var. Bir kısım avukat hakkında hâlâ yakalama kararı var. Dolayısıyla operasyonların sonu gelir mi, devamı olur mu bilemiyoruz açıkçası. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani hem gazeteci arkadaşlarımız açısından hem avukat arkadaşlarımız açısından, ilk duruşmalarında ben her birinin kendilerini yargılamaya niyetli mahkemeleri yargılayacaklarına ve her birinin kendilerine yönelik hazırlanmış olan iddianameleri boşa çıkaracaklarına, buna çok güçlü cevap olacaklarına inanıyorum.
Umudum odur ki, büyük bir kamuoyu dayanışması oluşsun ve bu kamuoyu dayanışmasının özellikle cezaevindeki tüm herkese ulaşması gerektiğine inanıyorum. Bu şekilde özgürlüklerine kavuşacakları günü bekleyeceğiz.