Avukat Sarıhan Sivas katliamı ve sonrasını anlattı: Sanki sanıklar mağdur, biz sanıktık
Sivas katliamı sonrası hukuki sürecin takipçisi olan avukat Şenal Sarıhan, "Sanki sanıklar mağdur biz sanıktık. Yargılama sürecinden, kaçırılan sanıklara bir katliamdı" dedi.
DUVAR - Sivas Katliamı sonrası davanın peşini bırakmayan, saldırganların kente bir gün önce gelip sonrasında kolaycı çıkmalarından, dosyayla ilgili bilgi verilmemesine kadar 28 yıldır bitmeyen 'adalet' arayışını anlattı.
Katliam döneminde Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı olan ve sonrasında CHP milletvekilliği sürecinde de davanın peşini bırakmayan avukat Şenal Sarıhan, süreçle ilgili medyaport'tan Sultan Özer'e konuştu.
“Sivas katliamı davası; 2 Temmuz 1993 Madımak katliamına ilişkin açılan bir dava. Fakat bu davanın açılışından başlayarak hukuki sorunlarla karşı karşıya kaldık" diyen Sarıhan soruları şöyle yanıtladı:
Neden?
Çünkü dosyayı gördüğümüzde ve öncesinde televizyon kayıtlarını izlediğimizde binlerce insanın eylemci olarak Sivas meydanında ve otelin çevresinde olduğunu gördük, tanıklık ettik.
Sonra dosya ile ilgili bilgi ve belgeleri incelediğimizde karşımıza çıkan tablo; 15 bin kişinin eyleme katıldığı iddiasıydı. Bu, oldukça ciddi bir rakam. Fakat bu olaydan neredeyse 20 gün sonra Sivas Cumhuriyet Savcılığı iddianameyi hazırladı.
Bu iddianamelerden biriş Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık, biri de adiyen adam öldürme, daha doğrusu yakarak adam öldürme. Biliyorsunuz kaybettiğimiz insanlar yanmış ya da dumandan boğulmuşlardı.
Sivas’ta DGM yoktu, bu sebeple Kayseri DGM’de açılan bir dava da Terörle Mücadele Yasası’na aykırılıktan; yani terör örgütü olduğu iddiasıyla açıldı.
Davaların hızlı açılması sorun mu peki?
‘Savcı hemen harekete geçmiş ne kadar iyi’ diye düşünülebilir. Ama savcının hemen harekete geçmesi kadar, delilleri doğru düzgün toplaması da önemli. Bu davaların bu kadar hızlı açılması, açıkça soruşturmanın eksik yapıldığının bir kanıtıydı. Bunun yanı sıra olayı yaratanların Sivas’tan kaçırılmaları, çıkmaları da son derece manidardı.
Bir- iki gün önce gelmişler Sivas’a, yerleşmişlerdi fakat çıkışları sırasında, olay olmasına rağmen hiçbir kontrol olmadı. Terk etmişlerdi Sivas’ı.
Ne yapılabilirdi?
Bir olay olursa, olay merkezi, şehirse şehrin çıkıyı kapatılır. Şenlikten önce bir takım gerici güçlerin Sivas’a gelip yerleştikleri konusunda polisin bilgisi var. ‘Müslüman Kamuoyuna’ diye dağıtılmış bildiriler var. Bu bildirilere rağmen alınmış bir önlem yok.
Araba araba geldikleri ve belediyeye ait veya kuran kurslarına ait yatılı merkezlerde geceledikleri bilinmesine rağmen buralarda bir önlem alınmadı. Buralarla ilgili koruma gündeme gelmedi.
Eksik bırakılmış bir hazırlık aşaması. Yani, emniyetin eksik bıraktığı… Aynı zamanda Cumhuriyet Savcılığı da eksik bilgiye dayalı olarak ve çok az sayıda insanın gözaltına alınmasını göre göre bu insanlarla veya kaçanlarla ilgili bir işlem yapmadan, alelacele üç iddianame hazırladı.
Neden itiraz ettiniz davaların açılmasına?
Çünkü bu iddianamelerden birinde, her ne kadar TMY gündemde ise de örgütler yoktu. Hangi örgütler? Bunlar bireysel terörist miydiler, yoksa bağımsız olarak mı bir araya gelmişlerdi bunlar araştırılmadı. Biz bu davaların açılış biçimine itiraz ettik, “Eksik soruşturma” dedik.
Hem de davaların Sivas’ta görülmesi insanların bu davaları takip edememesi anlamına gelir. Çünkü asıl mağdurlar Ankara’dalar. Bunun bir de psikolojik yönü vardı. Çünkü insanlar acıyı sürekli yaşamış olacaklar, Sivas’a giderek, Madımak’ın önünden geçerek. Onun için de ‘Davanın Ankara’da görülmesi gerekir’ dedik.
Dönemin Adalet Bakanı sanıyorum Seyfi Oktay idi. Davanın üçünü de Ankara’ya aldılar. Dava Ankara’ya alındığı zaman toplam 174 kadar sanık vardı.
Ankara ağır Ceza Mahkemesi, ‘nasıl ayrı ayrı açtınız, burada amaç belli. Şeriat isteriz, laiklik gidecek, şeriat gelecek diyor. Amacı çok belli bir eylem. Bu insanlara karşı kişisel bir garez yok, siyasi görüşlerine, anlayışlarına bir garez var. O halde bu davaların tek bir yerde birleşmesi lazım. Anayasal düzenin değiştirilmesi isteğidir. Bu sebeple davaların DGM’de görülmesi gerekir’ dedi. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’ndan açılan davaya bakan Asliye Ceza Mahkemesi de ‘bu adiyen bir toplanma değil, bunun DGM’ye gitmesi gerekir’ kararı verdi.
Fakat DGM bunu kabul etmedi. Dosya Yargıtay’a gitti, ‘dosya DGM’nindir’ diye geri geldi. DGM’de birleşti üç dosya, DGM de mecburen baktı, fakat işin ciddiyetini fark eden bir bakış açısı yoktu.
DGM’de davanın seyri nasıl oldu?
İlk duruşmadan başlayarak, sanıkları tahliye etti DGM. Öyle ki tahliye olan sanıklar daha sonra idam cezası aldılar. Öylesine rastgele bırakıldılar. Biz sürekli müdahale ettik.
Başka bir tablo daha vardı, adeta biz sanıktık, onlar zarar görmüşlerdi. Mahkemede eşit sayıda avukat vardı. O katilleri savunanlar da bizim sayımıza yakındı. Başlangıçta 500 -600 kişiydi avukatlar ekibi.
128 tutuklu sanık vardı, bir kısmı tutuksuzdu. Ailelere de bize de yoğun saldırı vardı. Ben sürekli tacize uğradım. Cübbemin yakasından tutup yere yatırdılar. Mahkeme bunları görmedi tabi, yok saydı. (DGM Başkanı Orhan Karadeniz idi)
İlk görev meselesinde DGM’de itiraz eden bir askeri hakim vardı, onu sürdüler mesela. Çünkü o ‘görev alanımıza girer’ demişti.
Sonuç olarak o dava mahkemenin kabul etmediği gibi bitti.
Nasıl?
Mahkeme, adiyen adam öldürmeden ceza verdi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinden ceza verdi, terörden ceza vermedi.
Kararı temyiz ettik, Yargıtay iki yıl sonra bozdu, fakat giden gitmişti. Son kararla birlikte de tahliyeler olmuştu. Bu, ödül gibi bir karardı. Sürekli ailelere, mağdur avukatlarına küfreden, hakaret eden, duruşmada hep olay çıkaran sanıklar o gün ödül gibi karara karşı bile ceplerinde ne varsa, kalem, bozuk para, çakmak, anahtar hakimlerin yüzlerine attılar.
Sanırım 33 kişi hakkında idam kararı verilmişti değil mi?
37 sanık idam cezası aldı, fakat bunların 33’ü hakkındaki ceza idam idi, 4 kişinin yaşı küçüktü, indirildi cezalar. Ama idam cezası alan sanıkların önemli bir bölümü ilk duruşmada tahliye edilmiş ve dışarıdaydı, kaçırılmıştı. Ve mahkeme gıyabi tutuklama kararı çıkardı, fakat yakalanmadılar. Biz o andan itibaren bu işin çok daha örgütlü biçimde yürüdüğünü düşündük.
Neden?
Çünkü yurt dışına çıkmak çok zor, onların hepsi yurt dışına çıktılar. Sonra yıllar geçtikçe de yurt dışında maddi durumları iyi oldu, işyeri açtılar, normal yaşadılar, korundular. Daima korundular. Zaten ilk duruşmaya, sonradan Adalet Bakanı olan Şevket Kazan onların avukatı olarak girmişti. Biz duruşmadan çıkarılmasını sağlamıştık. ‘Devlet aleyhine işlenmiş suç var ve sen devleti temsil ediyorsun, milletvekilisin, giremezsin’ dedik.
Tüm davaları takip edemediniz neden?
Davalardan haberdar edilmiyorduk, tesadüfen öğrendiklerimiz oldu. Daha sonra açılan davalarda tesadüfler de rol oynadı. Mesela Cafer Erçakmak, Aziz Nesin’i iten adam… Onunla ilgili davada sigortadan emekli maaşını çektiğini gördük, belki de başkası çekiyordu onu bilmiyorduk. 2008 yılına kadar maaşını çekiyordu, ama Türkiye’de yoktu. 1993 neresi 2008 neresi. Sonra Erçakmak’ın yurt dışında olduğunu öğrendik.
Bir gazeteci aracılığıyla öğrendik bir davayı da. ‘Zaman aşımından davayı düşürüyorlar’ diye uyardı beni. Dosya numaralarını aldım baktım ki, evet dava aylardır, yıllardır sürüyor ve bizim haberimiz yok, 7 kişi yakalanmış onların davası.
Hemen müdahale ettim, Erçakmak için idam isteniyor, öbür sanıklar için TCK 146/3’ten 20 yıl, belki o bile dolmamış daha.