İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırı, bildiğimiz devlet-vatandaş reflekslerinin çoğunu peş peşe ortaya çıkardı. Saldırı günü, herhangi bir ilgisi olmamasına, basına verilen görüntülerle hiçbir benzerliği olmamasına rağmen İstanbul Barosu’nun mensubu avukat Jiyan Tosun, Twitter’dan hedef gösterildi. Tosun’un hedef gösterilmesinin tek sebebi Kürt olmasıydı. Kürt olması diğer Kürtler gibi kendisini de olağan şüpheli yapmaya yetiyordu.
Kendisini ilk olarak hedef gösteren ırkçı partinin ırkçı mensubunun bu tercihi de Kürtlere dönük nefretinden kaynaklanıyordu. Yoksa bu kadar ciddi bir olayda ilgisiz birini olayın faili gibi göstermenin öyle kolay olmayacağını, kendisinin belki de esas saldırganları korumak, gizlemek amacıyla bu eylemi yaptığı yönünde soruşturulacağını düşünür ve bunu yapmaktan imtina ederdi. Ancak savcılıklar da bu kişinin motivasyonuyla ilgilenmedi. Bu fiilin daha geçen ay yürürlüğe giren TCK’nın 217/A maddesindeki “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu oluşturduğu yönünde de bir değerlendirmeye ihtiyaç duyulmadı.
BARO NEDEN SESSİZ KALDI?
Bunlar kadar ilginç ama bunlar kadar şaşırtıcı olmayan bir tutum da İstanbul Barosu’nun tavrı oldu. Hedef gösterilen avukat olayın yaşandığı yerden kilometrelerce uzakta, hem de bir karakoldaki ifade işleminde görevini yapmakta olmasına rağmen Baro, avukatını koruyacak, destekleyecek hiçbir girişimde bulunmadı. Can güvenliği nedeniyle adliyede sabahlamasına rağmen meslektaşıyla dayanışma göstermedi. Yine, avukatın kendisi ve arkadaşları başkanı ve yönetimi aramalarına, bilgilendirmelerine rağmen Baro tepki vermedi. Ancak Adalet Bakanlığı’nın Jiyan Tosun’a koruma kararı vermesinin, İHD’nin açıklama yapmasının ardından ve olaydan bir gün sonra iki satırlık bir açıklamayla, avukatın adını anmadan hak savunuculuklarını yerine getirmiş saydılar.
İstanbul Barosu’nun Jiyan Tosun’a yönelik bu sessizliğinin arkasında da Jiyan Tosun’un Kürt olması yatıyordu. Saldırıyla ilgisi olmadığı daha ilk saatlerde apaçık ortada olan bir avukatı sırf Kürt diye savunmamayı, avukatla dayanışma göstermemeyi tercih ettiler. Dayanışmanın da ötesinde eğer Baro, sessiz kalmalarına sebebiyet veren bir şüpheleri var idiyse mensubu olan bir avukatın bu iftiraya uğramasını bizzat araştırmalı, konuyu ayrıntılarıyla incelemeli, avukat ve ilgili kamu idareleriyle görüşmeli ve kamuoyunu bu doğrultuda bilgilendirmeliydi. Ancak sırf Kürt bir avukatı savunur gözükmemek için Avukat Hakları Merkezi, İnsan Hakları Merkezi, Kadın Hakları Merkezi gibi merkezleri de bulunmasına rağmen buna yeltenmediler.
BİLİNÇLİ SEÇİLEN YANLIŞ İFADELER
Baro’nun olaydan yaklaşık bir buçuk gün sonra yaptığı açıklamada kullandığı ifadeler ve kavramlar da aynı duyarsızlığın bir yansımasıydı. Açıklamada "Baromuz mensubu bir avukatın olayın faili olarak gösterilmek suretiyle afişe edilmesi, bireyin en temel haklarından olan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Anayasa’da da kaynağını bulan masumiyet karinesine aykırıdır. Lekelenmeme hakkına hukuksuz müdahaledir” deniliyordu.
Bu iki cümledeki özensizlik ve bazı kelimelerin tercihi dahi avukatın Kürt olmasından kaynaklanıyor. Zira ortada avukat Jiyan Tosun’un “afişe edilmesi” değil, hedef gösterilmesi ve devamında da tehdit edilmesi vardı. Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre “afişe” kelimesi “açığa vurmak, belirtmek; duyurmak, dile düşürmek, reklam etmek; açıklamak” anlamlarına geliyor. TDK “afişe olmak” ifadesini de “bir kimsenin bilinmeyen bir yönüyle tanınması” olarak tarif ediyor. Peki, ortada avukat Tosun’un bilinmeyen bir yönünün açıklanması mı vardı ki Baro bu ifadeyi seçti? Veya bir duyuru, reklam etme, açığa vurma hali mi vardı ki bu ifade kullanıldı? Elbette ikisi de değil, avukat Kürt olunca, ifadenin de tercih edilen kelimelerin de bir önemi yoktu.
Baro, yine açıklamada masumiyet karinesi kavramını kullanıyor, avukatın lekelenmeme hakkına hukuksuz müdahale yapıldığını ifade ediyordu. Ancak bilindiği gibi masumiyet karinesi suç isnadı altındaki kişilerin korunmasını amaçlayan bir kavramdır. Anayasa Mahkemesi bu durumu “Masumiyet karinesine ilişkin anayasal güvencelerin harekete geçirilebilmesi için kural olarak kişinin suç isnadı altında bulunması gerekmektedir” şeklinde ifade etmektedir.
AYM, ayrıca şu vurguyu yapmaktadır: “Adil yargılanma hakkının bir unsuru olan masumiyet karinesinin sağladığı güvencenin iki boyutu bulunmaktadır. Güvencenin ilk boyutu kişi hakkındaki ceza yargılaması sonuçlanıncaya kadar geçen, bir başka ifadeyle kişinin ceza gerektiren bir suçla itham edildiği (suç isnadı altında olduğu) sürece ilişkin olup suçlu olduğuna dair hüküm tesis edilene kadar kişinin suçluluğu ve eylemleri hakkında erken açıklamalarda bulunulmasını yasaklar.” (Barış Baş Başvurusu, 2016/14253, 2/7/2020).
O halde masumiyet karinesinden bahsedebilmek için kişinin kamu otoritesi tarafından bir suçla suçlanıyor olması gerekir. Herhangi bir kişinin yaptığı iftira suç isnadı sayılamayacağına göre masumiyet karinesi vurgusunu da kullanmamak gerekecektir. Eğer Jiyan Tosun hakkında bir soruşturma yürütülseydi o durumda masumiyet karinesinden bahsedilebilecekti. Dolayısıyla ortada masumiyet karinesinden bahsetmeyi gerektiren bir durum yoktu. Aksine, bir avukatın ırkçı bir nefretin sonucu olarak iftiraya uğraması, hedef gösterilmesi ve bu nedenle can güvenliğinin tehlikeye girmiş olması söz konusuydu.
BARO DA İNSAN HAKKINI SAVUNMAZSA
Baronun açıklamasında dikkat çeken bir husus da avukatın isminin belirtilmemiş olmasıydı. Burada “lekelenmeme hakkı” kapsamında kişinin korunması kaygısı olduğu akla gelse de Jiyan Tosun olayında sorun bu boyutun çok ötesine taşınmıştı. Yalanla hedef gösterilen bir kişiyi korumanın yolu o kişinin ismini anmamak değil, kişiyi ismiyle anıp o yalanı boşa çıkarmak ve kamuoyunu bu yönde bilgilendirmektir.
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları olan baroların vasıfları Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesinde sayılmıştır. Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak bu nitelikler arasındadır. O halde Baronun kendi mensubu olan bir avukatı korumak için bu kadar atalet göstermesinin sebebi ne olabilir? Hükümetin çoklu baro düzenlemesine giriştiği dönemde yeni kurulacak baroların hak temelli bir faaliyet yürütmeyeceği kaygısı öne çıkıyordu. Peki, dünyanın en büyük barolarından birinin bu yaklaşımı diğer barolar açısından nasıl bir örnek teşkil edecektir?
Yüzlerce avukatın yaptığı çağrılar ve eleştirilerden sonra toplamda 5 cümlelik bir açıklama yapan, açıklamayı da mensubu olan avukatın uğradığı saldırıyla değil, internet erişimine getirilen kısıtlamayla başlatan Baro, son cümlesinde “İstanbul Barosu, tüm avukatlar ve yurttaşlarımız için, temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda, hak savunucusu çizgisinden hiçbir zaman ödün vermemiştir ve vermeyecektir” diyordu.
Hak savunusu çizgisinden bundan daha fazla ne kadar uzaklaşılabilir emin değilim, ancak İstanbul Barosu’nun avukat Jiyan Tosun olayından sonra kendi zihnindeki Kürt algısı ve meselesiyle oturup yüzleşmesinin daha kötü "afişe" olmaması için önem arz ettiğine kuşku bulunmuyor.