Yargıtay Başkanı’nı niye kimse dinlemedi? Niye olacak, herkes
Cumhurbaşkanı’nın ne dediğini merak ediyordu. Çünkü Yargıtay
Başkanı’nın “güçlerin ayrılığı”nı düzeltmek için benimsediği
“güçlerin işbirliği” formülü, bütün güçlerin tek kişiye bağlı
olması anlamına geliyor. İşbirliği demek, Cumhurbaşkanı’nın
hükmetme stratejilerine uygun görevleri canla başla yapmak demek;
bugün nutuk atmak olur, yarın çay toplanır, öbür gün AİHM başkanı
ile kayyım gezmesine gidilir…
Uzatmayayım.
Cumhurbaşkanı, Adli Yıl açılışında “Avukatlıktan men”
mekanizmasının gerektiğini söyledi. Sadece o konuşmaya bakarak olan
biteni anlamak isteyen bir yabancı, Türkiye’de avukatlıktan men
diye bir şey olmadığını zannedebilir. Halbuki zaten var. Üstelik
tam da bizzat Cumhurbaşkanı’nın söylediği anlamda var: Avukatlık
Kanunu tek tek sayıyor, “terör” de avukatlıktan men için sayılan
maddelerin içinde.
KİM UĞRAŞIR YARGILAMAYLA ŞİMDİ?
Bilmediğinden öyle söylemiyor elbette, bir maksatla söylüyor:
Yürürlükteki hukuk, bütün sorunlarına rağmen, hukuka benzeyen
yanlar taşıyor, mesela hüküm olmadan, hükmü mümkün kılacak
yargılama olmadan, yargılamada arzulanan hükmü verecek deliller
olmadan “men” kararı çıkarmak kolay değil. Zor da değil elbette,
fakat biraz zaman gerektiriyor, yargılama sırasında foyanız ortaya
çıkabiliyor, kimse ilgilenmese bile foyanız kayıtlara geçiyor,
tanıklar oluyor yani yapılanlar görülüyor, duyuluyor, tarihe
kalıyor filan. Hem bir de “yargının iş yükü” çok, bazılarını
yürütme üstüne alsa fena mı olur?
Cumhurbaşkanı, var olandan, yani yürürlükteki hukuktan başka bir
şey istiyor demek ki. Men cezası zaten varken men cezası istemekle
neyi istemiş olabilir? Yargılamasız, duruşmasız, gürültüsüz,
patırtısız şekilde çalışacak bir mekanizma istiyor. Başımıza
gelenlerden biliyoruz, hani Kanun Hükmünde Kararname ile on
binlerce kişi işten atıldı, meslekten men edildi, sivil ölüme
mahkum edildi ya, onu istiyor. Daha özetle, söz sırasının
değişmesini istiyor: Mevcut hukuka göre önce mahkeme kararı, sonra
ihraç veya men ya, talep edilense önce men, sonra belki mahkeme,
komisyon filan. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Başkanı’na bir fahri
doktoraya bakar sonrasındaki meşrulaştırma işleri.
YARGININ TEK İDEOLOJİSİ
Erdoğan, “Yargının tek ideolojisi adalet olmalıdır” dedi.
İdeoloji olarak adalet? Evet, şu anda zaten adalet, ne yargı
teşkilatının ne de idarenin diğer herhangi bir biriminin bir idea
olarak benimsediği bir şey, şu anda “adalet” denilen şey, inşaatı
her tür gaz verme ve gaz çıkarma eşliğinde süren yeni Türkiye
inşaatının bir ideolojik savaş silahından ibaret. Türkiye’de
yargıçların tek ideolojisinin “devlet” olduğunu zaten biliyoruz,
Yargıtay başkanları 1943’ten beri adli yıl açılışında bas bas
bağırıyor bunu. Elbette, “devlet” denilen şey “adalet”i
kendiliğinden idea olarak benimsemez, en adil görüneni bile:
Adaleti mümkün kılan arayış ve mücadeleler gerekir. O mücadeleler
neticesinde devleti sınırlayıcı mekanizmalar kurulur. O
mekanizmaların iş görebilmesi için güçlü kurum ve kuruluşlar
gerekir. O kurum ve kuruluşların yıpranmaması, devre dışı kalmaması
için güçlü siyasal mücadele grupları gerekir. Açılış töreni aynı
zamanda böyle bir şeyin buralarda bulunmadığını, bulunma ihtimali
olan yerlerin de tarumar edileceğinin ilanıydı.
GEÇİŞTİRİLEN İKİ MÜESSESE: MASUMİYET VE
SAVUNMA
Yargıtay Başkanı, adaletle ilgili olabilecek iki yuvarlak cümle
kurdu sadece, birinde “masumiyet karinesi” dedi, ama önü arkası
olmayan bir şekilde. Birinde de savunmanın ve avukatların öneminden
bahsetti, o kadar. O kadar çünkü muhtemelen ne söyleyeceğini en
fazla kürsüye çıkmadan biraz önce bilir hale gelmişti. Hukuk
ilkelerinin, savunmanın filan önemini fazla da abartmamak gerekirdi
“kültürümüze uygun” hukuk için. O da herkes gibi Cumhurbaşkanı’nın
söylediklerini bekliyordu, tebliğ kabilinden. Tebligat da yapıldı:
Adaletin mümkün olması için gerekli olan ama bir iktidarı elde
tutmaya devam etmek için sorun yaratma potansiyeli taşıyan savunma
yani avukatlık yeniden düzenlenecekti. Talep edilen avukatlıktan
men değil, aslında avukatlığın ilgası. Kararnamelerle kamu
kurumları, akademiler tarumar edilirken yapıldığı gibi. Daha sonra
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Başkanı getirilir, devlet
yetkililerinden hazırolda talimat bekleyen kayyum hükmünde
barocularla beraber yemek yenir, iş tatlıya bağlanır gider.
Bir de masumiyet karinesi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
konuşması, masumiyet karinesinin artık tarihe karıştığının mükerrer
ilanlarından biriydi. Adil yargılanma talebiyle ölüm orucuna yatan
ve talebini duyan devlet yetkilisi olmadığı için ölen Ebru Timtik
hakkında söylenenler, masumiyet karinesinin yürütmenin başı için
önem taşımadığının tekraren ifadesinden ibaretti.
Devam edeceğim, “masumiyet karinesi”ne yerli ve milli hukuka
yaraşır, akıl durduracak bir yorum getiren bir Danıştay kararı ile.
“Masum değiliz hiçbirimiz, devlet hariç” başlığıyla.