Bu yılın Oscar adaylarının bir tarafında, görkemli, şatafatlı,
seyirciyi nereden yakalayıp avucunun içine alacağı konusunda
maharetli “La La Land”; diğer yanda ise seyirciyi manipüle etmekten
sakınan, zor meseleleri anlatmak için sağlam bir metne dayanan ve
bazı sahneleriyle aklınıza kazınan “Yaşamın Kıyısında” ve “Ay
Işığı” duruyor. Neyi tercih edeceklerine Akademi üyeleri karar
versin ama bizim gönlümüz ikincilerinden yana.
Bu hafta sinemalarımıza konuk olan “Ay Işığı”, yükselip alçalan
duygularla, seyirciyi alıp götüren anlarla değil; izleyenin içine
işleyen, son ana kadar karakterine mesafesini koruyan ama finalde
artık küçük bir dokunuşa izin vererek kendisini yükselten bir
yapım.
Barry Jenkins için Tarell Alvin McCraney’in hikayesi ilham
kaynağı olmuş. Bu hikayeye kendi deneyimlerini de ekleyen 1979
doğumlu yönetmen seyirciyi sarsmayı başaran bir filme imza
atmış.
“Ay Işığı” yaklaşık yirmi yıllık bir zaman diliminde bir
karakterin çocukluk, gençlik ve yetişkinlik süreçlerini üç parça
halinde anlatıyor. İlk bölümde “Ufaklık” adıyla anılıyor
kahramanımız. Uyuşturucu bağımlısı annesiyle zor bir hayat süren
‘Ufaklık’ içine kapanık bir çocuktur. Bu da siyahlardan kurulu bir
dünyada zaten zor olan hayatın onun için giderek zorlaşması
demektir. Bir gün yine kendisini kovalayan çocuklardan kaçarken
sığındığı binanın sahibi Juan ile tanışmasında hayatındaki önemli
gelişmelerden birisi ortaya çıkıyor. Juan, bir bakıma onun olmayan
babası yerine geçiyor. Sevgilisi Terasa’da merhamet göremediği
annesi. İkinci bölümde karakterimizi gerçek adıyla ‘Chiron’ olarak
izliyoruz. Artık ilk gençlik döneminde. Chiron’un kendini tanımaya,
neden diğer çocuklardan farklı olduğunu anlamaya başladığı bir
dönem bu. İkinci bölümün finaliyle açılan kapıdan geçtiğimizde bir
on yıl sonrasına gidiyoruz ve karakterimizin adı artık ‘Black’
oluyor. Fiziksel olarak ‘ezik’ hallerinden kurtulmuş ve bir kas
yığına dönmüş olan Black’in olmak istediği kişinin aslında yıllar
önce kaybettiği Juan olduğunu anlamamız uzun sürmüyor.
Bütün bu izlek boyunca çocukluktan itibaren yakın arkadaşı olan
Kevin ile temas anlarına da tanıklık ediyoruz. Chiron’un deniz
kıyısında, ay ışığı altında kendisini tanımaya en yakın olduğu anı
paylaştığı Kevin ile artık birer yetişkin olduklarında
karşılaşmaları bu büyüme sürecinin de en önemli durağı oluyor belki
de.
“Ay Işığı” ilk bakışta Richard Linklater’in “Boy Hood”unu
akıllara getiriyor ama ondan çok daha farklı bir duygunun peşinde.
Barry Jenkins, bir yandan siyah bir çocuğun erkek dili, jargonuyla
kurulu bir dünyada kendisini bulma mücadelesini anlatırken;
Chiron’un kendine inşa etmeye çalıştığı her kimliğin bastırdığı
duyguların duvarına çarpıp dağılmaya mahkûm olduğunu, ‘Black’
olduğunda bile üzerine giydiği sert kabuğun arasından nasıl da
çatlaklar bulup dışarıya sızabileceğini gösteriyor seyirciye.
Bedenin de bir tarihi, hafızası olduğunu; tıpkı Juan’ın bir baba
gibi ‘Ufaklığı’ kucaklayıp yüzmeyi öğrettiği an gibi, Kevin’in
‘Chiron’a dokunduğu anın da Black’in bütün hayatını etkilediğini
gördüğümüz finalin çarpıcılığı bile filmi unutulmaz kılıyor.
“Ay Işığı”, her kelimesi özenle yazılmış, her mizanseni ince
ince tasarlanmış, oyuncularıyla bütünleşmiş bir film olarak
şimdiden yılın en iyilerinden birisi olarak kayıtlara geçiyor.
Sinemanın çoğu zaman gösteriş değil sadelik, ihtişam değil
mütevazılık, illüzyon değil gerçeklik olduğunu bir kez daha
hatırlamamızı sağlıyor. Sarsıcı bir romanı, dokunaklı bir şiiri
okumuşçasına tat bırakıyor seyircide.
ORİJİNAL ADI: Moonlight
YÖNETMEN: Barry Jenkins
OYUNCULAR: Alex R. Hibbert, Ashton Sanders,
Trevante Rhodes, Mahershala Ali, Janelle Monáe, Naomie Harris,
Andre Holland
YAPIM: 2016 ABD
SÜRE: 111 dk.