Tankları, tüfekleri, bombardıman uçakları, savaş gemileri, askerleri ve iki bine yakın sürgündeki Kübalıyla hazırdı Amerika.
Domuzlar Körfezi'nden karaya ayak basıp dibindeki adada yeşeren sosyalizmi bitirmeye karar vermişti ABD Başkanı Kennedy.
1961'in Nisan'ı.
New York Times ve Washington Post gazetelerinin muhabirleri, başlamadan planlanan çıkartmadan haberdar olurlar. Ancak bunu doğrulatmak gerekmektedir. Direkt Başkan Kennedy'i ararlar.
Muhabirlere büyük tepki gösterir Kennedy. İki gazetenin de sahiplerini ve yayın müdürlerini arar, konuşmasında tehdit de vardır:
"ABD için büyük önem taşıyan bu askeri operasyonu daha gerçekleştirmeden haber verirseniz, ülke menfaatlerini, şerefini ayaklar altına alırsınız. Sizleri vatan haini ilan ederim. Bu olayın başarısızlığından sizleri sorumlu tutarım. Her ölecek Amerikan askerinin kanının hesabını sizler verirsiniz. ABD'nin ve Amerikan halkının menfaati için bunları yazmamanız için sizi uyarıyorum."
Korkmuştur gazeteciler. Ağır bir sorumlulukla karşı karşıya kalmışlardır. İşin şakası yoktur.
Hem New York Times hem de Washington Post bu müthiş haberi yayınlamama kararı verir.
Haber yayınlanmaz, ABD'nin Küba'ya dönük, tarihe kaydolan adıyla ünlü Domuzlar Körfezi Çıkarması kararlaştırılan tarihte, planlandığı gibi yapılır.
Büyük bir başarısızlık yaşar ABD çıkarmada. Çok sayıda asker ve mülteci ölür. Küba'daki rejimi deviremedikleri gibi dünyaya da rezil olmuşlardır. Amerikan halkı şok geçirmektedir. ABD büyük bir prestij kaybına uğramıştır.
New York Times da, Washington Post da diğer gazetelerle birlikte ilk defa duyuyorlarmış gibi haber yaparlar bu başarısız çıkarmayı.
Büyük bir hüsran yaşamaktadır Kennedy, ama çıkarmadan sonra yine de basını suçlar:
"Domuzlar Körfezi Çıkarmasındaki başarısızlıkta ABD yönetiminin sorumluluğu vardır. Fakat bu başarısızlıkta en ağır sorumluluk iki büyük basın kuruluşunun yöneticilerinindir. New York Times ve Washington Post gazeteleri bu çıkarmanın yapılacağını önceden haber almışlardı. Yönetim olarak biz bu haberin operasyondan önce yayınlanmamasını arzu ettik. Korktular, bizi dinlediler. Sorumluluktan kaçtılar, sustular. Onlar görevlerini yerine getirip haberi yayınlasaydı, belki de biz durumu tekrar gözden geçirir, bu hatayı yapmazdık. Basının sorumluluğu, gördüğü yanlışları gecikmeden ve kimseden korkmadan, çekinmeden ortaya koyup ilgilileri uyarmaktadır. Amerika'nın iki en büyük basın kuruluşu bunu yapmadıkları, bizi hatadan önce uyarmadıkları için suçludur!"
GÖZALTI NEDENİ HENÜZ YAZILMAMIŞ HABER Mİ?
"Ayağını denk almamanın" bedelini bir siyasetçi olarak ağır ödemişti Kennedy Domuzlar Körfezi çıkarmasında.
Ama öylesine bir ders almıştı ki, sansür baskısı yaptığı basını, kendi baskısına boyun eğmekle suçluyor, "Basın görevini yapsa, hata yapmazdık" noktasına geliyordu.
Türkiye'yi yönetenler hala, son kalan birkaç yayın organında çalışan gerçek gazetecileri "hizaya getirme" çabasında.
Salı günü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş "tehdit" boyutunda bir "ayar" veriyordu neredeyse:
"Medyadaki bazı arkadaşlar ayaklarını denk alsınlar."
Kurtulmuş bu sözleri söylerken son partide toplanan gazeteciler Tunca Öğreten, Ömer Çelik, Metin Yoksu, Eray Sargın ve Mahir Kanaat üç gündür gözaltındaydı. Fatih Yağmur, Deniz Yücel, Alican Duman da aranan gazeteciler listesindeydi.
Kurtulmuş "ayaklarını denk alsınlar" dedikten iki gün sonra, dün sabah Ahmet Şık'ın mesajı düştü Twitter'a:
"Gözaltına alınıyorum. Bir twittle ilgili olarak savcılığa götürülecekmişim."
Ahmet gözaltına alınır alınmaz beş günlük avukat kısıtlaması konuluyor hemen. Dosyasına kimse erişemiyor. "Ahmet neden gözaltına alındı" sorularına yanıt ararken, yandaş tetikçilerden birinin haberi düşüyor sabahın erken saatlerinde internete.
Haberin girişinde kafadan mahkum ediyorlar Ahmet'i yandaş tetikçiler:
"Sosyal medyada ve çalıştığı Cumhuriyet Gazetesinde terör örgütü PKK lehine yazı ve paylaşımları ile dikkat çeken Ahmet Şık..."
Yazdığı haberler, röportajlar, attığı twitler, hatta yaptığı konuşmalar nedeniyle İstanbul Başsavcılığı vermiş gözaltı kararını. Yandaş tetikçinin iddiasına göre "terör örgütü propagandası" yapmakla suçlanıyormuş.
Ancak dün öğle saatlerinde Cumhuriyet Ankara Bürosunun genç yargı muhabiri Alican Uludağ'dan ilginç bir bilgi geldi.
"Ahmet Şık, iktidarın açıklanmasından korktuğu bir 'haber' üzerinde çalışıyordu. Dokunan yanar misali. Yazmasın diye aldılar."
Uludağ'ın verdiği bilgiye göre AKP'yi "içerden" sarsacak bir habermiş Ahmet'in çalıştığı.
Ahmet'e uygulanan gözaltının gerçek gerekçesi kısa zamanda ortaya çıkar. Ancak bu iddia doğruysa "sansür tarihi" konusunda kendine ait rekoru kıracak Ahmet. Daha önce gözaltına alınıp tutuklanma nedeni yayınlanmamış bir kitaptı. Şimdi de yayınlanmamış haber olacak...
Eğer Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş'un sözcükleriyle ifade edersek; demek ki Ahmet, "ayağını denk almamış medyadaki bazı arkadaşlar"dan biriydi.
Ahmet'in gözaltına alındığı saatlerde sanıklar arasında Necmiye Alpay'la Aslı Erdoğan'ın Özgür Gündem davası vardı dün. Duruşma öncesi gazeteci kökenli CHP Milletvekili Barış Yarkadaş Çağlayan Adliyesinin önünde açıklama yapıyordu:
"Bakın, edindiğim bilgilere göre sadece Ahmet Şık için değil, tam 650 gazeteci hakkında attığı twitlerden dolayı soruşturma yürütülüyor. Ve bu gazetecilerin de referandum sürecinde kimi zaman tek tek, kimi zaman da toplu halde gözaltına alınacakları söyleniyor."
Ardından Özgür Gündem davasından tahliye haberleri geliyor. Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan'la birlikte Zana Kaya da serbest bırakılıyor.
İçerideki gazeteci sayısı hem istikrarlı hem de çok istikrarsız borsa gibi. Bir düşüyor, bir yükseliyor. Ama toplam sonuçta gözaltındaki ve tutuklu gazeteci sayısı sürekli artıyor.
Yani Kurtulmuş'un gözüyle bakınca insanın "Yahu ne kadar çok ayağını denk almayan gazeteci var" diyesi geliyor.
Ama "ayağını denk almayan" bir siyasetçi olarak Kennedy'nin Domuzlar Körfezi'nde yaşadığı hüsrandan sonra çıkarttığı ders dikkate alınmalı.
Böyle giderse, Kennedy gibi "Basın görevini yapsa, hata yapmazdık" diyebileceğiniz tek gazeteci kalmayacak dışarıda.
Tarih, dönemine göre ayağını, hatta kalemini, sözünü "denk almayan" gazetecilerin onurlu öyküleriyle doludur.
Yine aynı tarih "ayağını denk almayan" siyasetçilerin uğradığı hüsranlar üzerinden yazılır.