Gözler hep Gümüşsuyu’ndan çıkan yoldaydı. Tüm günün yorgunluğu vardı kalabalığın üzerinde. Ama heyecan hep yukarıdaydı. İlk kez böyle bir şey yaşanıyordu. Taksim insan kaynıyordu. Neredeyse her akşam böyle oldu. Gezi’de kaldığımız her akşam. Dedim ya zaman geldiğinde gözler hep aynı yöne çevrilirdi. Önce uzaktan bir ses. Zaten önce her zaman ses gelirdi. Sonra o ses yaklaşırdı, yaklaşırdı, yaklaşırdı. Sonunda mı? Neden desibel rekoru kırdığını anladığınız çArşı görünürdü. Sonra Taksim’de tepeden görülmeye layık bir hareketlilik. Tribünlerin "Meksika dalgası" olarak bildiği, İstanbul’da Gezi Dalgalanması’na dönen bir hareketlilik. Tüm günün kutlaması gibi, ufak bir enerji yüklemesi gibi, evde annenizin babanızın gelmesini dört gözle beklerken ellerinde en sevdiğiniz çikolatayla gelmesi gibi.
Üstünden 8 yıl geçmiş. 8 yılda çok umut ettik, çok üzüldük, çok kaybettik, çok yas tuttuk, çok veda ettik, başkası için çok utandık. Ama yapmadığımız tek şey pişman olmak. Hiç pişman olmadık.
8 yıl önce çArşı’nın üstlendiği görevi eğer bir spor kulübü üstlenseydi ne olurdu diye düşünmekten kendimi hiç alamadım. Mesnetsiz iddialarla kulüpler başta Beşiktaş olmak üzere tribünlerin dağıtılmasına ses çıkarsaydı acaba neler yaşanırdı?
Bunlar sorular. Değil 8 yıl, 80 yıl geçse de yanıtlanmayacak sorular. Ama bir teşekkür borcumuz var. Bu borç da çArşı’ya. Cem Yakışkan’a, Deve Erol’a, Ayhan Güner’e. Ve haklarında müebbet hapis cezası istenen diğer 32 kişiye. Her yıl en az bir kere bu borcu ödemek boynumuzun borcu. Hele ki dava yeniden başlamışken. Bir hafta önce, yani karardan 6 yıl sonra çArşı Davası, ana Gezi Davası’na eklemlendi. Sonraki duruşma 8 Ağustos’ta.
Gümüşsuyu’ndan yükselen o ses her zaman kulağımda. çArşı’nın meydana girdiği andaki coşku gözlerimin önünde. 8 senenin hatırına, daha 80 yılın anısına, kulaklığımda kimin bestelediğini bilmediğim şarkı: Ayakta Kal çArşı...