Bir kilise miydi Ayasofya ? Hayır. 500 yıldan fazladır kilise olarak kullanılmıyor. Bu yüzden her ne kadar bütün dünyada Hıristiyanlar, mahcup bir nezaket içinde karşı çıksa da, simgesel bir Hıristiyan eseri olma durumu 500 yıldır yok. Bu yüzden bu mağlubiyetin mümessili onlar olamaz. Oldukça geç kalmış bir şey bu. En azından biz ölümlüler için.
Bu cihan-ı alemin koca gök kubbesi karşısında uhrevi bir zafer olarak da görülemez, sanırım depreme karşı bile, ancak payandalarla ayakta durabilen, yanlış statik hesap mağduru Ayasofya kubbesi. Yani eğer inananlar -hangi dinden olursa olsun- böyle bir karşılaştırmayı, bir an olsun yapsalar, beyhude bir üzüntü ya da sevinçli bir cuma telaşı içinde olduklarını göreceklerdir mutlaka.
Yani çok uzun zamandır kullanılmayan bir kilisenin, daha az zamandır kullanılmayan bir camiye dönüşmesi, Mescid-i Aksa gibi kutsal bir mekanın kullandırılmaması, başka bir hale dönüştürülmesi simgesel anlamından çok uzak. Daha çok Taliban’ın Buda heykellerini bir daha geri dönülemeyecek bir biçimde imha etmesine benziyor. Çünkü aynı o Buda heykelleri gibi, çok uzun zamandır kurucularının inançları için kullanılmıyor. Bundan tek farkı, top atışları yerine sigortasız taşeron işçiler tarafından badana edilerek yok edilecek olmaları.
-Belki top atışlarını hatırlatacak havai fişekleri de atılır ve imha edilememiş stoklar da değerlendirilmiş olabilir, MÜSİAD başkanının-
Öyleyse bu zafer kime karşı kazanıldı? Çok açık ki ülkenin laik-seküler kesimine bir gol daha attıklarını düşünüyor teoliberal iktidar. Taksim’e cami, AKM’nin yıkılması ve biraz da Kızılay Camisi'nden sonra, altın vuruş Ayasofya’nın camiye çevrilmesi. Böylece laik Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde simgesel mimari anıt, -galiba- Anıtkabir’den başka kalmadı.
Ayrıca kapatılmış olan sadece Ayasofya Müzesi ve üstü badanalanmış Hz. Meryem mozaikleri -muhtemelen -de değil. Laik ve seküler kesimin resmi temsilcisi CHP de, yargı itirazı yapmayacağını söyleyerek, kendi üstünü -usulca- badanalayarak örttü. Bunun günlük hayattaki manası, ülkenin her yerinde ev yapımı likör ikramlı 'şeker' bayramlardan, sohbetli-pilavlı düğün törelerine dönüşen, laik seremoni hayatının da son noktası oluşu. Nasıl ki Anadolu’nun en ücra köşesinde bile, mutlaka bir Arjantin tangosu, Komparsita ile kıyılmış nikah törenleri, zoraki, sessiz belediye imzalarına ve imam üflemelerine dönüştüyse, alkollü içkiler tekel bayilerinde köşe bucak, mutlaka ki siyah naylon torbalara ve çift katlı gazetelere sarılarak satın alanlara teslim ediliyorsa, bu müzenin yıkılası hali zaten çoktan gelmişti.
Dört pazardır, Ayasofya’nın altında ne olduğunu anlatmak istediğim yazılar vardı bu köşede. Aşağıdan doğru bu tarih anlatımında, bu meydanın altından hep ölümler çıktı. İçinden dehşet geçen öyküler bunlar. Sadece öldürmek için değil, bunun yani şiddetin simgesel bir hal olarak deşifre edildiği bir mekan, bir kent meydanı, bir iktidar vitrini At meydanı. Her görkemin altında var olan şiddettir ve onu daha yukarılara taşıyan sömürü ve akan kanların toplamıdır her görkemli yapı.
-Ve bu yüzden, bugün her yerde banka binaları ve gökdelenler olması da tesadüf değildir.-
Kendi adıma Ayasofya’nın cami olması umrumda değil. Müzesine ortaokulda toplu halde götürülmüştüm ve camiye gideceksem de Süleymaniye Camii ya da Edirne’de Selimiye Camii varken kapısından geçmem. Fakat laik kesimin çaresizlikten başka tarafa oy veremeyeceğini düşünüp, kendi suretini badanalayan CHP, ne kadar etliye sütlüye, ‘laiklik ve Kürt meselesine’ dokunmadan bu işi sürdürebileceğini sanıyor, ona şaşarım…