Yenilenleri sürüler halinde getiriyorlardı. Üstleri toza
toprağa, kana ve yenilgiye bulanmıştı. Gökyüzü inadına daha
parlaktı. Ölmenin daha zor olduğu bir gündü. Meraklı halk
etraflarına toplanmıştı. At Meydanı’na bacaklarını sürüye sürüye
getirilenler, arkadaşlarının kopmuş bacaklarının yerlerine bacak
olmuşlar, kılıçlarıyla beraber kalan meydanda kolların omuz
başlarını yırtık yenleriyle sarmışlardı.
İmparator at yarışlarını seyrettiği yerde oturuyordu. Atların
kaslı bedenleri yerine savaşın parçaladıklarını seyrediyordu.
Yürüyenler, yarışların kısraklarından daha teslim, daha esir
görünüyorlardı. Zincirsizdiler. Birbirlerine ancak kopmuş, eksik
bedenleri kadar bağlıydılar. Ağlamıyor, haykırmıyorlardı. Sanki
zaten böyle olsun diye gelmişlerdi. Esirlerin bir ucu meydana
varmışken diğer ucu şehrin tepelerinden gelmeye devam ediyordu.
Savaşın yorgunluğunu yenilgiyle beraber taşıyamaz olmuşlardı.
Uzun kargılarıyla esirleri dürtüyorlardı. Keskin kılıçlarının
kabzalarından ellerini hiç ayırmıyorlardı. Zaferin tadı dayanılmaz
geliyordu. Yarın uzun kargıları, keskin kılıçları olmadan
kalabileceklerini akıllarına getirmiyorlardı. Şimdi esir olanlar da
dün akıllarına bunu getirmemişlerdi.
Hava da o kadar güzel maviydi ki.
Meydana yaklaştıkça kazananların askerleri, uzun kargılarıyla,
keskin kılıçlarıyla onları meydana sokmaya başladılar. Bugün
yerlerini kaptıran yarış atları, yol kenarlarından homurdandılar.
İmparator, hükmetmenin tadına zaferin tadını ekledi. Meydanda
toplananlar çığlıklar attılar. Bizanslı askerler koridor yaptılar,
yenilen Bulgarları ortalarına aldılar. Bacaklarının arasından
çocuklar yenilenlerin yüzlerini inceliyorlardı.
İmparatorun oturduğu yere iyice yaklaştılar. Yaralarıyla daha
kudretli, daha çirkin görünen yanlarına geldi. Hiçbir şey demeden
saymaya başladı. O tam ilerlerken “Dur!” dedi. Anlamamış gibi
yaptı. Uzun kargının sivri yeri karnına bir çizik attı. Çiziklerle
dolu bedeniyle taşıdığı arkadaşını bırakmasını işaret etti. Bir an
durunca aynı kargı yine bedenindeydi. Keskin bir kılıç kalkıp,
arkadaşına son kez indi. O arkadaşının yalnızca yüzüne baktı. Son
bakışını yanına aldı.
Yüz kişi kaldılar. Önlerindeki esirler, hepsi birbirlerine
tutunmuş haykırarak yürüyorlardı. Ses, yürek derinliğinden
geliyordu. Biri düşünce hepsi duruyorlardı. Hava çok güzel maviydi
ama sanki bilmiyorlardı. Yerler kaygandı. Kanların kızıllığı
beyazla kirlenmişti. Yerlerde beyaz bir kayganlık vardı.
İmparatorun karşısına vardılar. İmparator bir an onlara baktı.
Onlar yaralı bacaklarının üstünde, kesilmiş omuz başlarıyla
baktılar, yenilgileriyle birlikte baktılar. Geride kalanı,
arkadaşının son bakışını yanında taşıyanı işaret etti imparator.
Yüreği titredi. Kollarından tutup öne çektiler. Yanı başından
kalkan kızgın demirlerin parlak kızgınlığını gördü. Közlerin
içinden çıkmış demirlerin havada bıraktıkları yara izini gördü.
Ateşin içinden çıkan demirler, arkadaşlarının gözlerine daldılar.
Onları alıp yerdeki beyaz kayganlığa kattılar. Hepsi birden
haykırdı. Yüreklerinden geliyordu ses. Kızgın kızıl demirler
ateşlerin üstüne indi, bir an alevlenip üstlerinde kalanları
yaktılar. Zaferin askerleri, yüreklerinden haykıranların önlerine
uzattıkları kollarını birleştirdiler. Önlerine arkadaşının son
bakışını taşıyanı koydular. Yerler daha kaygandı. O gözlerini
kızgın demirlerden ayıramadan en önde yürümeye başladı. Arkasında
doksan dokuz arkadaşı, yerdeki kendi gözlerinden kaymamak için
tutunmuş, peşinden geliyordu. Kazanan askerler yeni bir doksan
dokuz kişi ve yeni bir tek kişi sayıyorlardı. Ayaklarını sürüyerek,
topallayarak, yüreklerinden haykırarak gittiler.
Hava da o kadar güzel maviydi ki.