Bu yazı, duvaR’daki 100. yazım. Başlığında hayatımı değiştiren “öğretmen”lere bir atıf var. Onlar olmasa burada olmazdım. Şanslıyım, çoklar. Her şey bir yana, bana umutlu olmayı öğrettiler. Şarkılar kadar örgütlü mücadeleyi bize öğretenlerin anıları da umudu her dem diri tutuyor. Hep öyle olacak.
Son günlerde çok tartışılan bir kurum var: Üniversite ya da eskilerin deyişiyle akademi. Benim için bir albümün adı bu: Üniversite yıllarında çok dinlediğim Grup Harman kaseti “Akademi”. Yıllardır yayımlanmıyor, bu yüzden bilen pek yok ama yazıyı o günleri hatırlatan (albümle aynı adı taşıyan) şarkının sözleriyle açmak isterim: “Akademinin önünde ben ilk sana rastladım / Önce merhaba sonra eyvallah sana kapıldım // Akademinin içinde ben ilk aşkı tanıdım / Vizeler ekip kantine gelip seni aradım…” Akademi, bu aralar birileri tarafından “tehlikeli” bulunuyor. Çünkü insanlara düşünmeyi, sorgulamayı öğreten kurum. “Biat”ın tam karşısında yer alıyor ve hayatını bununla sürdürenlerin tepkisini üzerine çekiyor. Çok zamandır akademinin içinin boşatılmasına yönelik çalışmalar sürüyor ama başta ODTÜ ve Boğaziçi, birkaç köklü kurum bu çalışmalara direniyor.
Üniversiteyle tanıştığım yıl, 1988. “Akademi” albümünün yayımlandığı yıllar yani… Henüz bu albümün varlığını bilmezken kimya mühendisliği okumak üzere Ankara’ya geldim. 16 yaşındaydım. Ailem tarafından yerleştirildiğim Beşevler’deki öğretmenevinin bir odasında tek başıma kaldığım ilk anda bu kocaman şehirde ne yapacağımı düşündüğümü hatırlıyorum. Çanakkale’de doğmuş, büyümüş, liseyi İzmit’te bitirmiştim. Akraba ziyareti için gittiğimiz, kısa süreli konakladığımız İzmir ve Bursa’yı saymazsak, gördüğüm tek büyük şehirdi İzmit. İstanbul’u da görmüştüm elbette ama bir turist gibi gezdiğim için büyüklüğünün farkına varamamıştım. Ankara, biraz da bunun için korkutmuştu beni: Çok büyüktü. Öncesinde sadece iki kere gelmiş, çok az kalmıştım ama İstanbul daha da korkuttuğu için tercihlerimi Ankara’dan yana kullanmıştım.
Lise yıllarında hayalimdeki meslek bambaşkaydı: Özel Kocaeli Lisesi’nde okuyordum, mimar olmak istiyordum. Fikrimi iki öğretmen değiştirdi: Kimya öğretmenim Erhan Ürü, kimya mühendisliğinin kimyadan ziyade mimarlığa yakın olduğunu anlatmış, aklımı çelmişti. Efsane fizikçimiz Hamit Özsayın, ders aralarındaki sohbetlerimizde ODTÜ’de okuduğu yıllardan söz ederken aklıma Ankara’yı sokan öğretmendi. ODTÜ’den söz ederken açılımının yanlış bilindiğini söyler, öğrenciler arasında “Otur Düşün Taşın Üşüt” dediklerini anlatırdı. Efsaneydi, hep öyle kaldı: 2005 yılında, okulun son haftasında, servis şoförünün kalp krizi geçirmesi üzerine direksiyona geçti, öğrencileri servisin arka tarafına yönlendirdi ve kendini feda ederek servisi bir ağacın üzerine sürdü. Servis durdu, öğrenciler kurtuldu ama Hamit Öğretmen o gün orada aramızdan ayrıldı. Ölümünü Ankara’da duyduğumda hıçkırıklara boğulmuş, çevremde bulunan herkese hikâyesini anlatmıştım.
Lisedeki iki öğretmenimi hâlâ sevgiyle anar, bana bu yolu çizdikleri için minnettarlığımı her fırsatta dile getiririm. Kimya mühendisi olamadım ama sayelerinde bambaşka bir dünyayı tanıdım. Bu dünyayı güzelleştiren bir başka insan daha var: Kendimi yalnız hissettiğim anda kapısını çaldığım, sohbetiyle zenginleştiğim Ayfer Eğilmez ya da Ayfer Abla. Ona Ayfer Hanım dersek kızardı, “ben sizin ablanızım, bana öyle hitap edin” derdi. Kimya Mühendisleri Odası (KMO) Ankara Şube Başkanı’ydı ve ne zaman gitsem, işini gücünü bırakır benimle ilgilenirdi. Sayesinde okuduğum bölümü sevdim ve biraz da onun girişimleriyle istediğim yerde staj yaptım. İzmit’te otururken gözlerimi Tüpraş’ın rafinerisine diker, büyülenmiş gibi onu seyrederdim. Değirmendere’yi, rafineriyi tam karşıdan gördüğü için çok sever, hafta sonlarını orada geçirmeye gayret ederdim. Ayfer Abla’ya bunu anlattığımda bana “Stajını orada yapmak ister misin?” diye sormuş, sonrasında hızla adım atmış ve beni oraya yerleştirmişti. Her şey bir yana sadece bunun için bile ona çok şey borçluyum.
Ayfer Eğilmez, özelleştirmenin karşısında dimdik durmuş, örgütlü mücadelenin ne kadar önemli olduğunu bize göstermişti. Asıl teşekkürüm bunun için: Bana örgütlü olmayı öğreten, bunun faziletlerini anlatan insandır. Oda’ya gidip geldiğim dönemde Ankara’daki kimya mühendisliği bölümlerini birlikte dolaşmış, KMO’nun faaliyetlerini öğrencilere anlatmıştık. Sadece örgütlülüğü değil, topluluk karşısında konuşmayı da ondan öğrendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Üzerimde hakkı çoktur.
Hayatının her döneminde mücadelesini yorulmadan, bıkmadan, usanmadan sürdüren Ayfer Eğilmez bir süredir hastaydı. İki gün önce, kötü haber geldi. Ayfer Ablam, aynı zamanda (mücadelesini başka bir alanda yine yorulmadan sürdüren) arkadaşım Eren’in de annesiydi. Ona ve tüm sevdiklerine sabır dilemekten başka bir şey gelmiyor elimden…
Yazıyı, Grup Harman’ın bir şarkısıyla açtım. “Akademi”nin yayımlandığı yıllar, bereketli yıllar: İlk çalışmalarını üniversiteler bünyesinde yapmış kimi toplulukları o dönemde tanıdık. Aralarında, yaptıkları çalışmalarla müziğin seyrini değiştirecek olan Grup Yorum, Mozaik, Ezginin Günlüğü, Kardeş Türküler gibi topluluklar var. Mozaik çoktan dağıldı ama bünyesindeki isimler –ki Bülent Somay’dan Ümit Kıvanç’a, Serdar Ateşer’den Sumru Ağıryürüyen’e, Ayşe Tütüncü’den Ezel Akay’a uzanır– memleketin entelektüel ortamında söz sahibi. Grup Yorum artık konserlerini internet üzerinden verebiliyor çünkü üyeleri devlet tarafından aranıyor. O dönem sahaya inmiş kimi topluluklar artık yok ama kimileri hâlâ şahane işler yapıyor. Yakında verecekleri bir konserle 25. yıllarını kutlayacak olan Kardeş Türküler, bunlardan biri. Kutlamalar konserle sınırlı kalmayacak, başka sürprizleri de olacak. Üniversite bünyesinden çıkan, iftiharla andığımız topluluklar arasında başı çektikleri muhakkak. Haklarında çok yazı yazdım, her zaman aynı cümleyi kurdum: İyi ki varlar!
“Akademi”, bir dönem dinlediklerim arasında her zaman özel yeri olan bir albüm. Bir başka özel albüm, aynı dönemde dinlediğim Grup Baran albümü “Yediveren”. Albümün dikkat çeken şarkılarından biri, “Kanatlarında Kaldı Bahar”, beni her zaman çok etkilemiştir. Ayfer Eğilmez’in anısına, bir kere daha hatırlatayım: “Senden ve sevdandan uzak / Hasret bu yavrucağım / Yedi kat yerden geliyor / Sıcak selamın // 72 yazında yavrum / Üç günde dağılıp giden / Kuş sürülerinin / Kanatlarında kaldı bahar…”
Bu yazı, duvaR’daki 100. yazım. Başlığında hayatımı değiştiren “öğretmen”lere bir atıf var. Onlar olmasa burada olmazdım. Şanslıyım, çoklar. Her şey bir yana, bana umutlu olmayı öğrettiler. Şarkılar kadar örgütlü mücadeleyi bize öğretenlerin anıları da umudu her dem diri tutuyor. Hep öyle olacak.