İstanbul başta olmak üzere AKP ve MHP’nin kaybettiği pek çok
yerde oylar yeniden ve yeniden sayıladursun, HDP’nin 31 Mart
stratejisinin etkisi hükmünü sürdürüyor. 7 Haziran 2015
seçimlerinde barajı aşarak AKP’yi iktidardan düşüren HDP o tarihten
bu yana, tabiri caizse iktidarın gazabına uğradı. Eş başkanları
dâhil binlerce yöneticisi ve tutuklandı, siyasi aktiviteleri
kriminalize edildi, engellendi.
31 Mart seçimleri öncesinde de HDP açıkça terörist ilan edildi
ve AKP-MHP’nin öncelikli hedefi oldu. Bunun temel nedeni ise
HDP’nin, Türkiye’nin batısında aday göstermeyip kendi seçmenini
iktidar blokunun adaylarının karşısındaki muhalefet adaylarına oy
vermeye çağıran stratejisiydi. Fakat HDP stratejisinin bir ayağı da
kayyım atanan belediyelerin tümünü yeniden almak ve kazandığı
belediye sayısını artırmaktı. Bu hedef çeşitli nedenlerle
tutturulamadı. Buna mukabil Kürt seçmen doğuda gösteremediği
etkiyi, Türkiye’nin batısında ve aslında Türkiye siyasetinin
genelinde sarsıntı yaratacak şekilde ortaya koydu.
Peki 7 Haziran’da AKP’ye kaybettirdiği için iktidarın gazabına
uğrayan HDP, 31 Mart’ta da iktidar blokuna kaybettirerek nasıl bir
sonuçla karşı karşıya kalabilir? HDP’nin 31 Mart seçimlerine
ilişkin değerlendirmesini, uzun süre partinin sözcülüğünü de yapmış
olan, Kars’ın taze Belediye Eş Başkanı Ayhan Bilgen’den
dinliyoruz…
Öncelikle İstanbul’daki krizi konuşalım. 31 Mart
akşamından beri herkesi diken üstünde tutan bir “sayım krizi”
yaşanıyor. İstanbul’da düğümün çözülmemesinin veya bir şekilde
belediyenin AKP’ye geçmesinin siyasi etkileri, sonuçları ne
olur?
Çok kaotik bir süreçle karşı karşıya kalabiliriz. Bu kaosu AKP
çevreleri de bir tehdit unsuru olarak kullanıyorlar. Seçildiği
zaman seçmen iradesine saygı gösteren ama seçilmediğinde de
bırakmak istemeyen bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Bu,
demokrasinin asgari standartlarının yok edilmesidir. Seçimle
gitmeyi bilmek lazım. Aksi halde bu hem uluslararası arenada farklı
bir anlama gelir hem de iç politikada ciddi bir meşruiyet
tartışması yaratır. Umarım böylesi bir macerayla karşı karşıya
kalmayız. Uluslararası alanda Türkiye’de seçimlerin şaibeyle
yapıldığı kanaatinin güçlenmesi ekonomi dâhil her şeyi etkiler.
HDP 31 Mart seçimlerinin belirleyici aktörü olmasına
rağmen bir önceki yerel seçimlere göre çok sayıda belediye
kaybetti. Parti olarak bu tabloya yorumunuz ne?
Bir kere sonuçlara özeleştirel yaklaşma konusunda net bir
ortaklaşmamız var. Halkı suçlayarak demokratik mücadele
yürütülemez. Eğer bir eksiklik varsa bize, suç varsa da bu baskı
ortamını yaratan, demokratik koşulları işlevsizleştiren siyasi
iktidara aittir. 31 Mart Türkiye siyasi hayatında muhtemelen bir
dönemeçtir. Bu dönemeçte Kürtlerin özgül ağırlığıyla ilgili
potansiyel yükseldi. Ama bu potansiyelin somut tezahürü seçimden
hemen sonra olmasa da, orta ve uzun vadede hissedilecektir.
31 Mart günü sizin aday olduğunuz Kars dâhil, halk hangi
koşullarda sandık başına gitti?
Gözle görülür somut engellemenin olmadığı yerlerde bile, parti
yöneticilerimizin tutuklanmış olması seçimin eşit koşullarda
yaptırılmaması anlamına geliyor. Kars’ta mesela, 7 Haziran’da görev
başındaki arkadaşlarımız, ondan sonraki kongrede seçilenler ve en
son kongrede seçilenler; üç dönemin eş başkanlarının tamamı şu an
cezaevinde. İlçe başkanlarımız için de aynı şey geçerli. Öte yandan
31 Mart’a girdiğimiz son ana kadar bir karşı propaganda olarak
kayyım atanacağı tehdidi kullanıldı. Daha seçim bile yapılmadan
sanki arkadaşlarımız göreve gelmiş, suçu da işlemiş ve bunun gereği
yapılacakmış gibi “GBT’leri elimizde, hazır” dendi.

KAYYIM TEHDİDİ SADIK SEÇMENİMİZİ KENETLEDİ, ORTA
SINIFLARI TEDİRGİN ETTİ
Bu söylemin bir kısım seçmeninizi sandığa gitmekten
alıkoyduğunu düşünüyor musunuz?
Bu Türkiye demokrasisi açısından ayıbın ötesinde rezalettir ama
aynı zamanda seçmen psikolojisini de iki türlü etkiledi. Muhtemelen
en sadık, fedakâr seçmenimiz bu söylem dolayısıyla, partilerine
yönelik eleştirilerini saklı tutarak iradesine sahip çıktı,
kenetlendi ve adayları, aday sıralamasını önemsemedi. Fakat
partinin genişleme hattında yer alan daha liberal veya orta sınıf,
geçmişte merkez sağ partilere oy vermiş, muhafazakâr Kürtler,
kayyım propagandasından tedirgin oldu. Dolayısıyla kayyım
propagandasının tek tip bir etkisi olduğunu söylemek zor.
Peki Kürdistan’daki oy düşüşünüzü nasıl izah
ediyorsunuz?
Tek tek şehir analizleri yapıyoruz ama aynı şehirde hem HDP’nin
hem de AKP’nin düştüğünü görüyoruz. Bunun bir sebebi sahaya başka
partilerin de girmesidir. Nitekim bazı şehirlerde Saadet’e, CHP’ye
hatta MHP’ye oy gittiği görülüyor. Kürt illerindeki iki kutuplu
siyaset, yeniden çok parçalı siyasete kayıyor. HDP’den eksilip
AKP’ye gittiği algısı doğru değil. Çünkü HDP’nin de AKP’nin de
oylarının düştüğü şehir sayısı çok daha fazla. Bunun bir nedeni
diğer partilerin de sahaya girmesiyse, başka nedenleri de adayların
ve aşiret ilişkilerinin yereldeki güçlü tezahürüdür. Bir önemli
boyut da seçmenin motivasyonuyla ilgili sorunlardır. HDP seçmeninin
motivasyonunu kıran meselelerle yüzleşmemiz gerekiyor. Belli bir
kitle karşı tarafa, AKP’ye kaymıyor ama HDP lehine de çok motive
olmuyor.
Neden?
Başka değerler adına HDP’ye sahip çıkarken, pratik nedenler
konusunda tavrını yüksek katılım sağlamayarak gösteren bir seçmen
kitlesi var çünkü. Bu belki de Kürt siyasetini, değerler dünyasıyla
pratiği arasındaki çelişkiye dikkat çeken bir uyarı olarak
okunabilir. Bu kesim HDP’yi başkalarına yem etmiyor ama
eksikliklerine de rıza göstermiyor. Elbette Dersim, Şırnak, Ağrı
gibi nedenleri farklı olan istisnaları hariç tutarak
söylüyorum.
HDP BELEDİYECİLİĞİNİN ÜRETTİKLERİNİ PAZARLAMADA
EKSİKLİKLERİ VAR
Peki sandığa gitmeyen veya ne size ne de AKP’ye oy veren
seçmenin HDP’nin belediyeciliğini sorguladığını mı
düşünüyorsunuz?
Doğrusu siyasetin kendi sınırları içindeki asgari popülizm
konusunda HDP belediyeciliğinin ürettiklerini sunma ve pazarlamada
bir eksikliğinin olduğunu kabul etmesi gerekiyor.
Yani popülist politikalara mı yönelmeniz gerektiğini
düşünüyorsunuz?
Popülizmden kastım düzen partilerinin ilkesizlik üzerine kurulu,
tamamen göz boyamaya dayalı pazarlamacılığı değil elbette. Ama
siyaset sadece olgular değil, kimi zaman daha çok algılardır.
Belediyecilikte kadınlarla, ekolojiyle, engellilerle, yoksullarla
ilgili yaptığımız ve hiçbir partinin yapmadığı bir çok değerli
faaliyeti ne yazık ki yeterince sunamadık, markalaştıramadık,
görünür kılamadık. Elbette bunda kriminalize eden politikaların,
medya ambargosu yaratan siyasetin de etkisi var. Ama HDP’nin de
bunu bilerek ama bunu gerekçe yapmadan çalışması lazım. Açıkçası
Dersim’i de böyle okuma taraftarıyım.
Ama Dersim’de kazanan Maçoğlu’nun da Ovacık’taki
faaliyetlerinin önünde önemli bariyerler yok muydu?
Yaptığınız az işi iyi sunduğunuzda, kitle psikolojisi üzerinden
başka sonuçlar elde edebiliyorsunuz. Fakat çok daha şey yapıp iyi
sunamadığınızda ise seçmen nezdinde istediğinizi elde
edemiyorsunuz. Bu boyutun 31 Mart sonuçlarındaki belirleyici
etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum. İkinci boyut ise daha çok
belediyecilikle iç içe geçmiş olan siyasetin ne kadar toplumsal
kaygılarla yapılıp yapılmadığına dair göstergelerdir. Elbette
kayyım atanmış belediyelerin hiçbirinde, bütün hedef göstermelere,
“örgüte para aktarılıyor” gibi propagandalara rağmen zimmet,
yolsuzluk gibi ithamlar bazı istisnalar haricinde yargı konusu bile
olmamıştır.
SİYASETTEKİ YOZLAŞMA VE ÇÜRÜME HDP’Yİ DE
ETKİLİYOR
Sizce oy kaybınızın esas sebebi devlet baskısı ve sizin
kendi çalışmalarınızı iyi anlatamamanız mı?
İnsanlar burada çok zor şartlar altında siyaset yapıyor.
Belediye başkanı, milletvekili, il, ilçe yöneticisi olmanın kendisi
büyük bir bedel gerektiriyor ama genel olarak siyasetteki yozlaşma,
çürüme, diğer partilere nazaran çok daha az olsa da HDP’yi de
etkiliyor. Bu mücadeleyi karşılık beklemeden, değerleri uğruna
sahiplenen halk kesimleri parti içi adaleti, ehliyeti, aday
belirleme süreçlerini, ya da zor dönemlerde gözükmeyip sadece seçim
dönemlerinde ortaya çıkan insanların bazen hak ettiklerinden fazla
pozisyon yakalıyor olmasını sorguluyor. HDP başka partilerle değil,
kendi iddialarıyla yarışır, başka partilerle değil, kendi ilke ve
iddiaları üzerinden test edilir. Halktan koptuğunuzda, kariyerizme
bulaştığınızda, kapalı kapılar ardında kulis siyasetine,
ahbap-çavuş ilişkilerine prim verdiğinizde halk bunu görür,
özellikle de küçük yerlerde bunu rahatlıkla hisseder ve mesajını
bir şekilde verir.
Tabanınızın size verdiği mesaj bir yana, gözle görülür
bir devlet politikası da işledi 31 Mart’ta. Örneğin Şırnak
sonuçları AKP açısından en fazla övünülen örneklerden biriydi.
Şırnak milletvekiliniz Hüseyin Kaçmaz, orada bir seçimden ziyade
askeri müdahale olduğunu, binlerce askerin farklı bölgelerden,
hatta İzmir’den bile taşınarak seçimin sonucunun AKP lehine
çevrildiğini ifade ediyor…
İlçeler veya mahalleler düzeyinde çok yer söylenebilir ama şehir
olarak ablukalar sırasında en ağır bedeli Şırnak ödedi. Şırnak il
olduğu için çok gündeme geliyor ama 31 Mart seçimleri bağlamında
ortaya çıkan sorunu sadece buraya indirgeyemeyiz. 31 Mart’ta,
güvenlik politikaları açısından özel bir askeri çalışma yapılmışsa,
bu “sınır güvenliği” mantığıyla yapılmış gibi görünüyor.
Hakkâri’nin Şemdinli, Çukurca ilçelerinden itibaren Urfa’ya kadar
uzanan Irak-Suriye hattında özel bir önem veren bir seçim
stratejisinin uygulandığını söylemek mümkün. Kendine özgü
gerçeklikleri bir yana, Şırnak’ı bu büyük resmin içinde okumak
gerekir.
KARS’I ALINCA ERMENİSTAN’LA BİRLEŞME KARARI VERECEĞİMİZ
PROPAGANDASI YAPILDI
AKP’nin bölgedeki stratejisine atıf yaparak “özel önem”
verdiğini söylediğiniz bölgelerdeki 31 Mart yöntemi
neydi?
Bölgeye göre değişiyor. Serhat illeriyle güneydeki iller
arasında bu açıdan farklar var. Mesela Kars’ta en fazla
karşılaştığımız anti-propaganda Ermenistan’la kurulacak ilişkiler
ve bunun üzerinden Türkiye’nin Kafkasya’yla ilişkilerinin sabote
edileceği yönündeydi. Bu propaganda rakiplerimiz tarafından seçim
sürecinde bize karşı çok ciddi bir biçimde kullanıldı. Hatta bazı
partiler bize karşı propagandalarını tümüyle bunun üzerine
kurdular.
Belediyeyi almanız halinde ne yapacağınızı ileri
sürüyorlardı?
Kars’la Ermenistan’ın birleşmesi kararı alacak ve Türkiye’nin
Azerbaycan’la ilişkilerini tümüyle sabote edecekmişiz gibi bir
söyleme başvurdular (Gülüyor). Bu söylemin Serhat bölgesinde, Kürt
olmayan seçmen üzerinde etkisi oluyor. Ama Şırnak’ta, Urfa’da,
Irak’taki Kürtlerle kurulacak bir ilişki dolayısıyla yaratılmaya
çalışılacak bir tehdit algısının karşılığı olmaz, hatta ters teper.
O yüzden oradalarda başka yöntemlere, el altından hazırlıklar
yaparak, seçmen kaydırarak, kayıtlı seçmenlerin kayıtlarını
silerek, doğrudan baskı kurarak adeta abandılar. Malazgirt’te üç oy
farka rağmen geçersiz sayılan oylar sonucu değiştirebileceği halde
HDP’nin yeniden sayım talebi karşılanmazken, Kars’ta aradaki 1200
oy farkına rağmen MHP’nin talebiyle tüm oyların yeniden sayımına
karar veren bir seçim kurulu gerçekliği de var.
HDP’nin 43 oy farkla kaybettiği Gercüş’teki itirazı
reddedilirken, AKP’nin sadece 19 oy aldığı Batman’ın Bekirhan
kasabası için yaptığı itirazı kabul edildi…
Tabii. Kars’ta MHP, normalde ilk itirazı sandık başında
yapmaları gerekirken bunu yapmayıp ilçe seçim kuruluna başvurarak
tümden sayım kararı aldırdı. Oysa tümden sayım için çok somut
gerekçelerin olması lazım. Çünkü MHP’nin sandık görevlileri de
tutanakları imzalamışlar. Dolayısıyla akşam, kendi imza attıkları
tutanaklara itiraz edebilmeleri için çok somut argüman sunmaları
gerekiyor. Fakat buna rağmen kararı aldırdılar, tekrar sayım
yapıldı. Sonuçta bizim 17 oyumuz arttı, MHP’nin 30 oyu düştü! Bunun
üzerine bu sefer Kars seçimlerinin iptali için başvurdular!
Gerekçeleri ne?
İlkinden daha da komik: Er ve erbaşlara ve mahallelerde baskıyla
oy kullandırıldığı gerekçesiyle. Peki tümden sayımda MHP kazansaydı
ne olacaktı? Kars’ta hepi topu 167 sandık var. 25 civarında okulda
oy kullanıldı ve hepsinde polis vardı. Kim, onca polisin gözü
önünde kime, nasıl baskı yaptı? Bu baskı vardı da, sandık kurulu
üyeleri bununla ilgili neden bir tek şikâyet yapmadılar?
Sizce bu itirazla amaçlanan şey ne?
Oyalamaya çalışıyorlar. Çünkü belediyede 360 civarında
çalışmayıp maaş alan personel var. Bunların işyerlerine geldiğine
dair geriye dönük belgeler hazırlanıyor. Bugün bizzat buna tanıklık
ettik. Ayrıca çeşitli borç ve ödemelerle ilgili girişimler
yapıyorlar. Seçim akşamı bir kuyumcu, belediye başkanına sosyal
medyadan çağrı yaparak borcunun ödenmesini istedi mesela. Yine
seçimlere bir gün kala, Kars’ın en büyük tarihi binalarından olan
Aynalı Köşk’ün icra yoluyla satışa çıkarıldığına dair bilgiye
ulaştık. Bu olay Kars’ta büyük infial yarattı. Bu tarihi binayı,
güya borçlu olunan bir şirkete, üstünü de daha sonra tahsil etmek
üzere icradan satış kararı çıkarılmış. Bunun iptali yönünde baskı
yaptık. Şehirde MHP bile buna tepki gösterdi.
Sizden önceki belediye başkanı zaten MHP’den değil
miydi?
MHP’den seçilmiş ama 7-8 ay önce, partisiyle yaşadığı sorunlar
yüzünden ayrılmak zorunda kalmış. Meclis üyelerinin çoğunluğu
MHP’de ama başkan bağımsız görünüyordu.
HDP’NİN 31 MART STRATEJİSİ RİSKLİYDİ AMA HEDEFİNE
ULAŞTI
Peki nasıl oldu da HDP, MHP’nin çok güçlü olduğu Kars’ı
alabildi?
Kars, 1960 ve ’70 kuşağının da çok güçlü toplumsal muhalefet
dinamiklerini ortaya çıkardığı bir yer. 12 Eylül öncesi bütün sol,
devrimci, demokrat hareketler burada büyük bir güç oluşturuyordu.
Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin üzerinde en sert geçtiği
şehirlerden birisi de Kars olmuş. O yüzden Kars işkence ve
gözaltında kayıp vakalarının en fazla yaşandığı yerlerden biri.
Ezme politikaları burayı sağ popülizme teslim etmiş. Son 20-25 yıl
içinde yerel yönetim bazında yapılan en yaygın şey kamu binalarının
birilerine peşkeş çekilmesi, arazilerin satılması, yani şehrin
yağmalanmasıdır. Bu da seçmende ciddi bir tepki, değişim arzusu
yaratmıştı. Her tarafının çukur ve çamur olduğu, asgari
belediyeciğin bile yapılmadığı bir ortam, HDP’ye yönelik tercihi
güçlendirdi.
HDP’nin 31 Mart stratejisinin başlığı “Kürdistan’da
kazanmak, batıda kaybettirmek”ti. Kürdistan’da arzuladığınız sonucu
alamadınız ama Türkiye’nin batısında, siyasi dengeleri derinden
etkilemeyi başardınız. HDP’nin etkili olduğu bölgede yapamadığını
Türkiye’nin batısında yapmasını neye bağlıyorsunuz?
Aleni bir ittifak olmadığı halde tabanda bir destekleme ve
tercih söz konusu olup örneğin İstanbul’da belediyenin el
değiştirmesini sağladığınızda bunun başarısını hanenize yazdırmanız
çok kolay değil. Ama herkesin bildiği fakat ilan edilemeyen tablo
tam da sizin tarif ettiğinizdir. Bizim seçim stratejimiz riskliydi,
fedakârlık gerektiriyordu. Anlatması, ikna edilmesi son derece
zordu. Ama sonuç itibariyle genel anlamda bu proje başarılı olmuş,
hedefine ulaşmıştır.
HDP, KÜRT GERÇEĞİNİN BATI METROPOLLERİNDE DE VAR
OLDUĞUNU GÖSTERDİ
Peki bu stratejinin sizin açınızdan ne tür sonuçları
olacağını düşünüyorsunuz? İktidarın gazabıyla mı karşılaşırsınız
yoksa iktidarın gücünüzün farkına varıp ona göre bir pozisyon
almasını mı bekliyorsunuz?
Ben her iki ihtimalin de söz konusu olduğunu düşünüyorum. Evet,
AKP ve Erdoğan bu kaybın faturasını özel olarak HDP’ye kesmek
isteyecektir. İktidar bu yönlü arayışlara başlamış da olabilir ki,
muhtemelen bu da çok yabancısı olmadığımız cezalandırma yöntemleri
olacaktır. Sonuçta Ankara, İstanbul, Adana, Antalya, Mersin gibi
şehirlerde HDP’nin de katkısıyla sonuçların ortaya çıktığını bütün
analizciler teslim ediyor. Bunun faturası bize kesilmek istenebilir
ama parti kurullarımız stratejisini belirlerken bunları da göze
almıştı. Sonuçta Türkiye siyasetini görmeden, bilmeden, anlık bir
duygusal tepkiyle alınmış bir karar değildi bizimki. Öte yandan
bardağın dolu tarafına da bakmak lazım. HDP, Kürt gerçeğinin sadece
Kürt illerinde değil, artık batı metropollerinde de var olduğu
gösterilmiştir. Kürtler ve ayrımcılığa, baskıya maruz kalan diğer
kesimler kazanamasa bile kimin kazanıp kaybedeceğine karar verecek
anahtar bir role sahip olduklarını ortaya koydu. Artık bu kesimi
görmeden, dikkate almadan siyaset yapmanın imkânı yok. Bu gerçeklik
iktidar açısından belki Kürt sorununda kimi adımlar atmayı, ama
aynı zamanda HDP’yi kriminalize etmeyi, bu iki ayağı eşzamanlı
olarak sürdürmeyi gündeme getirebilir. Bu anlayışın ise hiçbir
sonuç doğurma kabiliyeti yoktur. Yani her iki iş aynı anda
yürütülemez. Birinden birini yapabilirsiniz ama ikisini birden
yapmaya kalktığınızda, her iki hedefe de ulaşamazsınız. Galiba bunu
bir kez daha yaşayacağız.
Peki AKP’nin, Kürt seçmenin kilit rolüyle beraber
Suriye’deki gelişmeleri ve ekonomideki ağır krizi de dikkate alarak
daha yumuşak bir tutum takınma, HDP’ye yönelik kriminalizasyon
politikasının çıtasını düşürme olasılığı var mı?
Ekonomi politikalarında ne yapılacağı, kemer sıkma politikana mı
yoksa sıcak para sorununu çözecek başka esnemelere mi gidileceği
tercihi burada da belirleyici olacak. Ekonomi ve dış politika,
özellikle batıyla ilişkiler konusu, güvenlik politikaları,
Türkiye’de uzun süredir iç politikayı da belirleyen dinamikler.
Fakat her halükârda 31 Mart’ta merkezi yönetimdeki güçle yerel
yönetimdeki güç arasındaki dengenin değişmiş olmasının Türkiye
siyasetinde yeni kırılmaları, arayışları, buluşmaları gündeme
getireceğini düşünüyorum. Her ne kadar erken seçim için olumlu
sinyal verilmese de, parlamento aritmetiğinde yaşanabilecek
değişimler, yeni kurulabilecek partiler, Ankara siyaset dengelerini
değiştirebilir. Bu da Kürt sorununda farklı pozisyon alışları
beraberinde getirebilir.
CHP’DEKİ DÖNÜŞÜMÜN HANGİ YÖNDE OLACAĞI ERDOĞAN
İKTİDARININ ÖMRÜNÜ DE ETKİLEYECEK
CHP açısından bu yönde yeni bir pozisyon alış söz konusu
olabilir mi?
CHP derken en az AKP kadar parçalı, farklı dengelerin parti
içinde söz konusu olduğu bir siyasi gerçeklikten bahsediyoruz.
CHP’nin değişim-dönüşüm sürecinin ne kadar ve hangi yönde
yaşanacağı Kürt sorununu, Türkiye’de demokrasinin kurumsallaşmasını
ve hatta Erdoğan’ın siyasi iktidarının ömrünü de etkileyecek. Kürt
sorununda daha cesur bir pozisyon alması durumunda ulusalcı oyları
kaybedeceği kaygısının CHP’yi kilitlediği, o yüzden de beklentileri
karşılamasının zor olduğu görülüyor. Ama buna rağmen tabanın,
gençliğin, toplumsal aktörlerin, siyasetin merkezine yönelik
beklenti ve eleştirilerin CHP’de daha fazla yok sayılabileceğini
düşünmüyorum. CHP’nin Ankara, İstanbul, Adana, Mersin gibi illerden
çıkardığı dersin kalıcı bir başarı için yeterli olduğu
kanaatindeyim.
MAÇOĞLU’YLA GERİLİM MUTLAKA SONLANMAK
ZORUNDA
Seçim süreci boyunca özellikle Dersim’de TKP’den aday
olan ve seçimi kazanan Mehmet Fatih Maçoğlu’yla partiniz arasında
gerilim yaşandı. Siz Dersim sonuçlarını nasıl
yorumluyorsunuz?
Herkes kendi özeleştirisini yapmalı ama bundan sonrasına bakmak
lazım. Fakat Dersim gibi en politik yerde bile marka değerinin bu
kadar belirleyici olması, bence siyaset sosyolojisi bağlamında
tartışılmaya değerdir. Maçoğlu’nun daha önce yönettiği Ovacık’ta
aynı siyasetin kaybetmesi ama Dersim’de kazanması, kalıcı ve
yapısal dönüşümün değil, günübirlik ve seçmen sempatisini elde
etmeye dayalı siyasetin belirleyiciliğini gösteriyor. O yüzden
söyleşimizin başında popülizm tartışmasına işaret ettim. Burada
asla popülizme teslim olmaktan bahsetmiyorum ama kontrollü,
dengeli, denetlenebilir bir siyasetin inşası bence sadece HDP’nin
değil, dünya solunun genel sorunu. İtalya’da da Almanya’da da eğer
popülizm hep sağ siyasete kazandırıyorsa, sol ise bunun karşısında
yeterince etkili sonuç alamıyorsa, bu konuya yaklaşımı ve
tartışmayı baştan bir kez daha yapmak lazım. Bunu asla ilkesizlik,
değerler dünyasını aşındırmak olarak görmüyorum. Sonuç itibariyle
kitleler, eğitimli, politik kadrolar gibi düşünmezler. Sizin kendi
durduğunuz yerden değil, onların durduğu yerden okuma yapmanız
gerekir. Dersim seçiminde de oradaki halkın tanınır, görünür olma
beklentisinin belirleyici olduğu kanaatindeyim.
Peki Dersim’de partinizle Maçoğlu arasındaki gerilim
sonlanacak mı?
Mutlaka sonlanmak zorunda. Seçim kampanyası sırasında kayyım
konusunun hiç işlenmemesi bence Maçoğlu ve TKP açısından ciddi bir
eksikliktir ama bunu bir kan davasına dönüştürmek de HDP açısından
doğru olmaz. Nitekim parti adına yapılan açıklamada da Dersim için
işbirliği ve dayanışma içinde hareket edilmesi gerektiğinin altı
çizildi.