1975 yılında yapılmış en güzel “aranjman”lardan biri, bundan dokuz yıl önce, 2008 yılının sonbaharında, bir filmle birlikte yeniden hayatımıza girdi: “Sevilirken bilmedin mi? / Ben söylerken gülmedin mi? / Falımızda hasret var / Ayrılık var demedin mi? // Anlamazdın / Kadere de inanmazdın / Hani sen acı veren / Kalpsizlerden olamazdın?” Fikret Şenes’in yazdığı sözleri Ayla Dikmen seslendirmiş, bir 45’lik plak üzerinde piyasaya verildiğinde pek de ilgi çekmemişti bu şarkı. Adı farklıydı: “Yeniden Seveceğim”. 1976 yılında yayımlanan, o güne dek piyasaya verilmiş 45’liklerdeki şarkıların toplandığı Ayla Dikmen albümünde adı “Anlamazdın” oldu ve böyle kaldı. Çağan Irmak’ın yönettiği “Issız Adam”la birlikte hayatımıza yeniden girdi, bir daha çıkmadı.
Ayla Dikmen, “Issız Adam”la yeniden hatırlandı. Bu, plaklarının fiyatını yükseltmek dışında pek işe yaramadı ama olsun: Bugün, onun şarkılarını dinleyenler varsa, biraz da bu film sayesinde. Film hakkında söylenecek çok şey var, zamanında ziyadesiyle söyledim ama şimdi tekrarlamanın mânâsı yok. Yaptığı güzellik, kusurlarını kapatmaz. Ben Ayla Dikmen meselesine odaklanayım, bambaşka bir hattan ilerleyeyim…
27 yıl önce, bir 20 Ağustos günü hayatını kaybetti Ayla Dikmen. 46 yaşındaydı. Kanserin pençesindeydi, kurtulamadı. İstanbul’da Yavuz Özışık Orkestrası’nda başlayan müzik hayatı çoktan sona ermişti ama plaklar üzerinde kalan şarkıları, onu bugün bile hayırla anmamıza sebep. İzmirli bir ailenin en küçük çocuğu. Müzik, çocukluğundan itibaren kulağında yer etmiş zira baba Ali Rıza piyano ve ud çalıyor, anne Bedriye ise keman… Kütahya’da doğmuş, tahsil hayatını Aydın’da tamamlamış, üniversite okumak için Ankara’ya gelmiş. Lisedeyken okul korosuna katılmış, müzik öğretmeni İhsan Ünaldı’nın teşvikiyle yöre türkülerini seslendirmiş ve katıldığı küçük konserlerde büyük beğeni almış.
Ankara Yüksek Ticari İlimler Akademisi’ndeki öğrenimi boyunca pek müziğe bulaşmamış; okulu bitirdikten sonra TBMM dahilinde stenograf olarak çalışmaya başlamış, karilerini sekreterlik üzerine kurma yolunda ilerlerken tesadüfen Üstün Poyrazoğlu ile tanışmış ve bu, ona müzik dünyasının kapılarını açmış. İkinci üniversiteyi okumak üzere İstanbul’a gitmiş, Yavuz Özışık’la tanışmış ve onun orkestrasında Parla Nur adıyla şarkı söylemeye başlamış.
Bir radyo programında tanıştığı Şerif Yüzbaşıoğlu hayatını değiştirmiş ve onu, Balkan Melodileri Festivali’ne davet etmiş. 1965 yılında, Şerif Yüzbaşıoğlu’nun başını çektiği Millî Orkestra’nın solisti olarak bu festivale katılan Ayla Dikmen, seslendirdiği türkü “Niksarın Fidanları” ile büyük sükse yapmış. Bu, ilk plağı aynı zamanda. 1966 yılında yayımlanan plak öncesinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayı’nda 4000 kişinin karşısına çıkan Ayla Dikmen, dönemin gazetelerinde şöyle tanımlanır: “Şahane tuvaleti içinde hakiki bir Türk lokumu!”
Sonrası gelir: Önce türküler, sonra aranjmanlar ve nihayet bizden ezgiler… “Alyanaklım”dan “Çoban Pınarı”na uzanan hat, en sevdiği hat. Bunları geç dönem Anadolu-pop çalışmaları ya da bu akımın izini süren çalışmalar olarak nitelendirmek mümkün. Bilhassa Arif Sağ imzalı “Çoban Pınarı”, bir dönem ziyadesiyle sükse yapmış ancak Dikmen, bu çalışmaların devamını getirememiş. Piyasanın şartları onu arabeske sürüklerken o, “Onu Bunu Bilmem Kararlıyım”, “Zehir Gibi Aşkın Var”, “Hu Bismillah” gibi “hit” şarkılar üretir, plak yapamadığı noktada geri planda durmayı tercih eder. Yazık ki yakalandığı hastalık, yeniden müzik yapmasına izin vermez. Ayla Dikmen’in son çalışması, 1980 tarihli “Gözbebeğim” albümü. Sonrası, derin bir sessizlik…
“Issız Adam”la hatırlandı demiştim ya, orada kalmadı. Ayla Dikmen şarkıları, tam da o dönemde, “Seninle Sonsuza Kadar” adlı bir albüm üzerinde yeniden dinleyicisiyle buluştu. Filmin gösterime girmesinden önce piyasaya verilen albüm, filmle birlikte çok sayıda insana ulaştı. Eski şarkıların orijinal hallerinin yanı sıra yeni düzenlemelerinin de yer aldığı bu albümün eki, “Yanan Mum” adlı bir belgesel –ki adını, ilk dönemlerinde eslendirdiği şahane bir Mustafa Alpagut bestesinden alıyor. Şevket Rado’nun bir şiirinden bestelenmiş şarkı, Dikmen’in vasiyeti gibi: “Son saatim çok erken çalsın istemiyorum / Beni dostlar yaşarken alsın istemiyorum / Ölümümde sonumda yalnızlığım ruhumda / Gözlerim yanan mumda kalsın istemiyorum…”
Ayla Dikmen, memleketin kadri kıymeti bilinmemiş solistlerinden. Bunca dert ve sıkıntı arasında ondan bahis açma sebebim, yazının onu kaybettiğimiz güne denk gelmesi değil… Hayatımızdaki güzelliklere dikkat çekme isteğim asıl sebep. Bugün bizi iyi eden çok şey var, bunlar geçmişte de vardı. Bırakın birileri Malazgirt’i kutlasın, bugüne dek kutlamamış oldukları bu “zafer”i, tam da o gün kutlanan zaferin yerine koymaya çalışsın… Yalan “zafer”lerle, uydurma “destan”larla ilerleyemeyeceklerini yakında görecekler. Eninde sonunda kötüler gidecek, dünya düzelecek.
Güzel şarkılar, umudu artırıyor. Ayla Dikmen şarkıları döneminde sevildi ama sonrasında onunla çok ilgilenmedik. Bu, güzelliği yok etmiyor. Yeni bir filmin gösterime girmesini beklemeyelim, onun şarkılarını bu kez kendimiz keşfedelim. Sadece onun şarkıları değil, keşfedilecek çok şarkı var daha. Arayın, bulun. Bakın, dünya, o zaman nasıl da güzel olacak.