Ayla Duru Karadağ: Türkçe edebiyat hak ettiği itibarı maalesef görmüyor

İthaki Yayınları Türkçe Edebiyat editörü Ayla Duru Karadağ ile konuştuk. Karadağ, "Türkiye’de yayıncılığını sadece çeviri eser üzerinden inşa eden yayınevleri var" dedi.

Abone ol

DUVAR - İthaki Yayınları Türkçe Edebiyat Editörü Ayla Duru Karadağ ile Türkçe edebiyatın sorunlarını, İthaki Yayınları’nın bu dönem yayımlayacağı yeni kitapları ve edebiyattaki biçim ve içerik ilişkisini konuştuk. Konu, edebiyatta editör mefhumuna gelince Karadağ, önemli bir noktaya temas ediyor: Dosya gönderilmeden önce dönüp hangi yazarlardan beslendiğine bakmak ve o yazarların kimlerle çalıştığını öğrenmek daha sağlıklı ilerleme sağlayacaktır.

Fotoğraf: Ersin Şen

İlk kitabını yazan bir yazar, size nasıl ulaşıyor?

Dosya başvuruları için bir e-postamız var. "dosyabasvuru@ithaki.com.tr" adresine tamamlanmış dosyalarını göndermeleri başvuru için yeterli. 3 ila 6 ay arasında değerlendirme süremiz var. Bu sürede dosyalar okunup sahiplerine olumlu ya da maalesef olumsuz kanaatler bildiriliyor. Bunun dışında yayınevimizde bizi ziyaret edip tanıştığımız, dosyasını bırakan yazar adayları da oluyor. Dosya kabulde bir kısıtlamamız yok, bize tamamlanmış dosyalarını matbu ya da dijital olarak ulaştırabilirler. Hatta bazen bütün bu rutini bozup sürprizler yaparak fuarda mektupla bir öykü bırakan ve şu an üstünde çalıştığımız bir dosyamız var.

İlk kitap özelinde çalışma yapan yazarlar öyküye mi ağırlık veriyor, romana mı?

Bize ulaşan dosyalar yüksek oranda roman. Sonra öykü geliyor. En sonda da şiir var. Deneme, anlatı, günlük gibi türlerde de çalışmak, edebiyatın her türünde yayıncılık yapmak istiyoruz esasında. İlerleyen dönemlerde bunlarla ilgili de ne yapacağımızı yayıncılar olarak düşünmeliyiz. Öykü ve roman konuşulduğu, diğer türlerin üvey kardeş muamelesi gördüğü bir edebiyat algısı oluşturuldu. Denemeci ismi bir elin parmağını geçmiyor maalesef, şiir ilgilisine bile ulaşmakta sıkıntı çekiyor.

'NE KADAR ÇOK OKUNURSA O KADAR YAZMAK İÇİN BESLENİLİR'

İlk kitabını yayımlatmak isteyen bir yazarın editöre bakış açısı nedir?

Aslına bakarsanız bu soru yerine “Editörle yazar adayı iletişimi nasıl olmalı, süreç nasıl daha sağlıklı olur?” sorusuna cevap vermek daha aydınlatıcı.

İlk dosya süreci yazar ya da yazar adayının yaşadığı en olağanüstü süreç diyebilirim. Okuru olduğu yayıneviyle yine bir kitap aracılığıyla ama bu sefer kendininkiyle iletişime geçiyor. Ve daha da olağanüstü olan onu okumaya, yazmaya yönlendiren, yarattıkları dünyalarla bambaşka yolculuklara çıkaran, türlü türlü duygular yaşamasına sebep olan kitaplarla, yazarlarla yan yana duracak kendi kitabı. Bütün bunlar düşünüldüğünde sorunuza cevap vermeden önce, aslında sorunuzla doğrudan ilişkisi olan başka bir meseleyi de ele almak istiyorum.

Yazar adaylarının dosyalarını nereye, nasıl göndereceği editörleriyle olan ilişkilerini de elbette belirleyecektir. Değişmez bir kural var, ne kadar çok okunursa o kadar yazmak için beslenilir. Elbette ne yazılacağı/yazıldığı nelerin hayranlık, merak ve iştahla okunduğuyla çok alakalı… Dosya gönderilmeden önce dönüp hangi yazarlardan beslendiğine bakmak ve o yazarların kimlerle çalıştığını öğrenmek daha sağlıklı ilerleme sağlayacaktır.

Başka bir mesele de özellikle Türkçe edebiyat kurmaca geliştirme editörlüğünün standart bir ölçülebilirliğinin ve yüksek bir oranın editörün iş tanımıyla ilgili bilgi sahibi olmaması. İlk dosyalardaki mesele de buna bağlı olarak iki tarafı da yıpratan bir sürece dönüşebiliyor. Az önce belirttiğim şartlar sağlandığında yani yazar adayı dosyasını kendisinin yazım dünyasını etkilemiş yayıncıdan yana kullandığında ilişki nispeten güven üzerine kuruluyor ve çıkan sonuçtan herkes memnun kalıyor. Lakin bu uyum oluşmadığı zaman karşılıklı beklentilerin uyumsuzluğundan kaynaklanan problemler çıkıyor. Kısaca bir kitabın yayımlanması kadar önemli olan husus dosyanın kendi yolunu izleyebileceği doğru yerden yayımlanması…

Yine de durumu maddeleyecek olsaydım, 1. Editörünüze kendinizi ve beklentilerinizi anlatan içten bir mektup yazın. 2. Yazım geçmişinizi editörünüzle paylaşın, 3. Dosyanızı gönderirken özet ve tanıtım ekleyin, 4. Dosyanızı göndermeden önce yayınevinin internet sitesinden ya da telefonla dosya gönderimiyle ilgili bilgi alın, 5. Dosyanızla ilgili olumsuz kanaat bildirilmişse sebebini öğrenmeye çalışın, 6. Olumlu dönüldüğünde çalışma programını karşılıklı en uyumlu zamanınıza planlayın, 7. Önerilen değişiklikleri titizlikle düşünün, metinden uzaklaşmak için kendinize zaman verip daha sonra çalışmaya dönün. Sizden daha uzun yaşayacak bir metin oluşacak asla “idare eder” diyerek geçiştirmeyin, 8. Editörünüzün öneride bulunurken metne bambaşka gözlerle de baktığını, Nihat (Tuna) Abimin dediği gibi onun “Her şeyden önce sadık bir okur” olduğunu unutmayın. Yazar bir kaynaksa editör ondan çıkan suyun mecrasını belirleyecek olan kişi, 9. En nihayetinde kitabın kapağında sizin adınız yazacak ve yapmak istemediğiniz hiçbir değişikliği yapmayın ama bunlara kendi içinizde de “öyle istiyorum” ya da “öyle seviyorum” açıklamalarından başka açıklamalar bulun.

Geçen seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

Her ay çıkardığımız kitap adedinde bir değişiklik olmadı. Genel atmosfer herkes gibi bizi de kaygılandırsa da üretimden taviz vermedik. Hazırlayıp okurla buluşturduğumuz kitapların niteliğine dair de bir değişimden söz etmek mümkün değil. Yayımlama kararı aldığımız kitapları kriz çekincesiyle yayımlamaktan vazgeçmedik.

Sosyal medyanın okurla iletişimde edebiyat editörlerine ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında edebiyata etkisi sizce nedir?

Yayınevi- okur ilişkisini geliştirdiğini düşünüyorum. Daha yakın bir temas var sosyal medya sayesinde. Kitapların henüz hazırlık aşamasında okur sürece dâhil oluyor. Bizimle birlikte kitabın heyecanını yaşıyorlar. Eleştirdiği, aklına takılan herhangi bir durumda doğrudan yayınevine ulaşıyor okur.

Kitapçıların hızla kapandığı bir ülkedeyiz. Hiç kitapçısı olmayan şehirler var. Sosyal medya bir vitrin oluşturup kitaplarınız arasında okurların gezmesini sağlıyor, istediği her an. O kitaba dair istediği soruları sorup en yetkili ağızdan cevap almasını sağlıyor. Sorular ve dönütlerle okur tepkilerini, beklentilerini görebiliyoruz. Bu bağlamda ele alınca olumlu etkileri olduğunu düşünüyorum.

'TÜRKİYE'DE YAYINCILIĞINI SADECE ÇEVİRİ ESER ÜZERİNDEN İNŞA EDENLER VAR'

Türkçe edebiyatın, dünya edebiyatı karşısındaki eksisi ve artıları nelerdir? Özellikle Orhan Pamuk’un Nobel alması sonrası, Türkçe edebiyata olan rağbetin sürekliliğe dönüştüğünü söylemek mümkün olur mu?

Orhan Pamuk’un Nobel Ödülünü almasının dünyada Türkçe edebiyat okuma oranını etkilediğini söylemek mümkün. Birçok dile çevrilmiş yazarlar var. Şunu belirtmek gerekiyor Dünyada çeviri eser okuma oranıyla Türkiye’de çeviri eser okuma oranını karşılaştırdığımızda arada uçurum var. Türkiye’de yayıncılığını sadece çeviri eser üzerinden inşa eden yayınevleri var, yurtdışında çok istisnai durumlar dışında bunu görmeniz ya da yayıncılık faaliyetinin % 80’inin çeviri üzerinden yürütüldüğünü de görmeniz imkânsızdır.

“Türkçe edebiyat okumuyorum” maalesef hepimizin duyduğu bir cümledir. Burada sosyolojik ve yapısal meselelere de girmek gerekiyor belki. Bunları başka zaman, başka bir başlık altında konuşmamız gerekebilir. Konumuza dönecek olursak kısaca şunu söyleyebilirim, Türkçe edebiyat hak ettiği itibarı maalesef görmüyor. Hep birlikte neler yapılabilir diye çaba harcanması, acil olarak gündeme alınması gereken bir mesele bu.

Yeni dönem Türkçe edebiyatta içeriksel yaklaşımların ve biçimsel arayışların ortaklığından söz edilebilir mi? Kent ve kır denkleminde geçen hikâyelerin hısımlığı mümkün müdür? Yeni dönem edebiyatçılarının birbirinden beslendiğini iddia edebilir miyiz?

Artık dil içinde ve dile dair yeni şeyler yapılmak istendiği çok açık. Hepimiz aynı fikirdeyiz, edebiyat bir dil meselesi. Peki, dil bu kadar mı? Duvarları mı var dilin? Çarpıp çarpıp pes ettiğimiz ve aşamadığımız bir alan mı dil? Bunlar elbette çok düşünülüyor, konuşuluyor. Bütün yaz Türkçe edebiyat yazarlarıyla söyleşiler yaptım ve gördüm ki, hepsinin dille ilgili bir çabası bir derdi var. Bir doygunluğun yaşandığı bambaşka şeyler yazılmak ve okunmak istendiği ya da aynı şeylerin bambaşka anlamlara dönüştürülerek aynılığının aşındırılmaya çabalandığı çok açık. Özellikle 21'inci yüzyıl başkalaşan, belki de kendini öğüten ama yeniden oluşacak dil, anlam ve kurmacaya gebe. Hep birlikte göreceğiz. Amacımız sadece izlemek değil parçası olmak için çabalamak.

Yeni sezonda İthaki Yayınları Türkçe edebiyat kapsamında hangi kitapları basacak?

Nihan Kaya’nın 'Kırgınlık' kitabı hazırlanan dosyalarımızdan...

Kırgınlık, Eksik yaşanılan hislerin, hayatların, hikâyelerin izleğinde yol alan bir anlatı. Roman sanatında öykülemenin, karakterin önemini tartışan, kurmaca ve gerçek arasındaki bağın esnekliğinden, görünmezliğinden ama aynı zamanda sertliğinden yola çıkan, odağına dili alan bir metin. Kırgınlık belki de insanın en belirgin şekilde, bile isteye eksik yaşadığı bir histir. İşte bu eksiklik bütün metne sirayet ederek kendini görünür kılıyor.

Murat Başekim’in 'Sefer' isimli romanı da Eylül planlarımızdan.

'Sefer', yerli korku edebiyatında okuru yine sürprizler bekliyor, fantastikten beslenen güncel göndermelerle de bugünle bağını koparmayan bir metin.

Hayatını edebiyata vakfetmiş bir kadın olan Suat Derviş kitaplarına da Eylül’den itibaren hak ettiği dikkati göstereceğiz. Daha önce 'Ahmet Ferdi' isminde yayımlanan kitap 'Bir Kış Gecesi' alt başlığıyla Ahmet Ferdi üst başlığıyla çıkacak. Bu metni Senem Şahin Osmanlı Türkçesinden yayına hazırladı, kronolojik biyografi ve sunumla Serdar Soydan katkıda bulundu. Suat Derviş’in tozlu arşivlerde kalan fotoğrafları ilk kez okurla buluşacak kitaba eklenip. Bu iş bizi ziyadesiyle heyecanlandırıyor.

Bir başka heyecan duyduğumuz kitap bir ilk dosya ve yeri bizim için apayrı, Onur Güzeldiyar’dan 'Gerisi Pek Mühim Değil' Eylül ayında öne çıkmasını istediğimiz, umduğumuz içten bir çalışma.

'Gerisi Pek Mühim Değil', İzmir’in arka sokaklarında geçen bir büyüme hikâyesi. Arkadaşlığı, aileyi, gönül ilişkilerini irdeleyen, cinsiyet rollerinin mikro alanlarda bireyi nasıl şekillendirdiğini anlatan, bunu “didaktik” ve bağırarak yapmadan, karakterleri olduğu gibi ortaya sererek yapan çift katmanlı bir roman... Yalnızlığı, sıkışmışlığı bütün bunlara rağmen umudu da görünür kılan Güzeldiyar, kendini gerçekleştirme ve var olma sancıları içinde debelenen, “iyi insan” olmaya çabalayan, duvarlarında 'Dikkat Kenya Çıkabilir' yazan sokaklardaki insanların hikâyesini çarpıcı biçimde bize aktarıyor.

Bunlar Türkçe edebiyatta Eylül kitaplarımız. Hem yeni yazarlar keşfedip okurla buluşturmaya hem de çok severek çalıştığımız Suat Derviş, Kemal Tahir, Mehmed Uzun ve Yılmaz Güney külliyatlarını tamamlama çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bunların yanı sıra günümüz yazarlarıyla da okurun yolunu kesiştireceğiz.