Aynalı Pasaj... Kraliçenin ardından bir punk şarkısı
49 yıl önce bugün, 11 Eylül 1973’te, Şili’de seçimle iktidara gelen dünyanın ilk Marksist devlet başkanı Salvador Allende, Augusto Pinochet tarafından ABD hükümetince desteklenen bir darbe ile devrildi. 21 yıl önce bugün Radikal İslamcı El Kaide örgütü üyesi teröristler, uçaklarla ABD’de binalara intihar saldırısı düzenledi ve yaklaşık 3 bin insanı öldürdü. 42 yıl önce 12 Eylül’de Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları yine ABD hükümetinin destek verdiği bir askeri darbe ile yönetime el koydu.
Avusturya Lisesi’nden mezun olduğumuz yılın (1978) okul yıllığında benim bir punk (punkçı) olduğumdan söz eder sınıf arkadaşlarım. Sahiden de o sıralar kendimi punk olarak tanımlıyor, gün içinde saatlerce elime geçen punk plaklarını dinliyor, işçi sınıfına, işsizlere ve yoksullara, haliyle desol politikaya duyulan bir sempatiden beslenen bu (rock) müzik hareketini dikkatle ve merakla takip ediyordum. Hareket o dönemde, bir, bilemedin iki yıl önce İngiltere’de doğmuş, 1978’de en yoğun kitleselliğine ulaşmıştı. Sonraki yıllarda edebiyattan sinemaya birçok sanat dalında punk ekolü ya da işte bu sanatların punk’ı oluşacaktı. Sık sık aşırı sağcı İngilizler’in oluşturduğu National Front (Milliyetçi Cephe) üyelerinin saldırı ve sabotajlarına uğrayan punk konserlerinde olduğumu hayal ederdim, akşamları başımı yastığa koyduğumda. Ama sonunda Taksim Meydanı’ndaki kiosk’tan, (evet, kiosktu, Avrupa kentlerindeki kiosklar gibiydi, dünya dergileri cephesine mandallarla tutturulurdu rengârenk ve bizde güçlü bir Avrupalılık duygusu uyandırırdı önünde durduğumuzda) evet, oradan, Taksim’den aldığım Melody Maker dergisinin yeni sayısıyla yetinirdim. Hâlâ dinliyorum o dönemin ve sonraki kuşakların punk gruplarını, hâlâ bir anlamda oradayım yani, o heyecanda… Bu yaşımda… Punk is not dead… Punk ölmedi…
Kraliçe II. Elizabeth’in öldüğünü duyduğumda ilk punk’ın krallarından Sex Pistols’ın God Save The Queen (Tanrı Kraliçeyi Korusun) şarkısını hatırladım. Çıktığında uzun bir süre BBC’nin sansürüne uğrayan ve birçok televizyon kanalı ve radyoda yayınlanmayan şarkı, şimdi sadece punk’ın değil, genel olarak rock’ın klasikleri arasında sayılıyor. (Bu arada şarkı yasaklanmadı ve grup kovuşturmaya uğramadı. Bunu da teslim edeyim.)
Şarkının sözlerine ulaşmak için adını Google’e yazdığımda Billboard dergisinin bir listesine rastladım. Ölümünün hemen ardından kraliçe için yapılmış 7 şarkılık bir liste yayımlamış dergi. Liste şöyle:
1, Beatles – Her Majesty (1969) 2, Sex Pistols – God Save The Queen (1977) 3, The Smiths – The Queen is Dead (1986) 4, The Stone Roses – Elizabeth My Dear (1989) 5, Pet Shop Boys – Dreaming of the Queen (1993) 6, Primal Scream – Insect Royalty (1998) 7, Madonna – Illuminati (2016)
Diyeceğim şu ki, ben de Kraliçe’yi bir punk şarkısı ile uğurlamak istiyorum ve Sex Pistols’ın God Save The Queen şarkısının sözlerini Türkçe’ye çevirip buraya koyuyorum:
Tanrı kraliçeyi korusun Faşist rejimi Seni bir moron yaptılar Potansiyel bir hidrojen bombası Tanrı kraliçeyi korusun O bir insan değildir Ve burada gelecek yoktur Ve İngiltere düş görüyor Ne istediğin sana söylenmesin Neye ihtiyaç duyduğun sana söylenmesin Burada gelecek yok Gelecek yok Senin için gelecek yok Tanrı kraliçeyi korusun Ciddi söylüyoruz dostum Biz kraliçemizi seviyoruz Tanrı korusun Tanrı kraliçeyi korusun Çünkü turist demek para demektir Bizim figüranımız Göründüğü şey değildir Oh, Tanrı tarihi korusun Tanrı, sizin çılgın geçit törenlerinizi korusun Oh, Efendi, Tanrı merhamet etsin Bütün suçların bedeli ödenir Oh, eğer bir gelecek yoksa Günah nasıl olabilir Biz çiçekleriz Çöp tenekesindeki Biz zehiriz Sizin insan makinenizdeki Biz geleceğiz Sizin geleceğiniz Tanrı kraliçeyi korusun Ciddi söylüyoruz dostum Biz kraliçemizi seviyoruz Tanrı korusun Tanrı kraliçeyi korusun Ciddi söylüyoruz dostum Burada gelecek yok İngiltere’nin düşlerinde tanrı kraliçeyi korusun Gelecek yok Gelecek yok Sizin için gelecek yok Gelecek yok Gelecek yok Benim için gelecek yok Gelecek yok Gelecek yok Sizin için gelecek yok
Dijital cinsiyet uçurumu
Dijital devrimin teknolojisi oluşturulur ve buluşlar, icatlar yapılırken işin içinde çok sayıda kadın ve LGBTI biliminsanı olmuş olsa da, devrim endüstriye dönüşür dönüşmez erkeklerin, özellikle de hetero erkeklerin ezici hâkimiyetine geçti.
Bugün yoksul ülkelerde kadınların pahalı dijital ürünlere, bilgisayar ve akıllı telefonlara ulaşım ve erişimi mali sebeplerle çok zor oluyor. Kadınlar, ayrıca gelenekler sebebiyle yeri geldiğinde kendilerini özgürce ifade edebilecekleri ve başkalarıyla iletişim kurabilecekleri bu cihazlardan erkekler tarafından uzak tutuluyor ya da zaten okula gönderilmedikleri için, hasbelkader bu cihazlardan birine erişseler de kullanamıyorlar.
Zengin Batı ülkelerinde bu türden engeller minimumda olsa da, buralarda da başka sorunlar var, çünkü cihazların üretimi ve yazılımları çoğunlukla erkekler tarafından ve erkek egemen ideoloji uyarınca tasarlanıyor ve kadın-erkek arasında var olan dijital cinsiyet uçurumu (digital gender gap) yeniden üretiliyor.
Her ne kadar dijital endüstride kadınlar ve LGBTI bireyler giderek örgütleniyor ve dijital cinsiyet uçurumu ile mücadele ediyorsa da, var olan durum, sistemin kılcal damarlarına kadar sirayet etmiş.
Mesela, kaç erkek ya da kadın bir akıllı telefon kullanıcısı, telefonunun sesli servislerini, (Siri ya da Goggle Assistant) açtığında ya da bir navigasyon uygulamasını çalıştırdığında bütün dünyada neden bir kadın sesinin cevap verdiğini düşünüyordur, buna kafa yoruyordur?
Bunun sebebi, bütün bu uygulamaların çoğunlukla erkekler tarafından üretilmesi. Erkekler, toplumdaki bir ideolojik klişeye bakarak her defasında bu servis ve uygulamalarda kadın sesi kullanıyor, çünkü kadınların isteneni, talep edileni, emredileni yapmaya eğilimli olduğunu kabul etmişler bir kere. Kadına yakıştırıyorlar her an kendisinden isteneni yapmaya hazır kişi rolünü.
Geçenlerde bir bilim programında izledim, Danimarka’da bir yazılım şirketi, bu tür uygulamalar için cinsiyetsiz insan sesi (genderless voice) üretmiş. Sesli servis ve uygulamalar için bu sesi öneriyorlar.
İdeolojik mücadele dikkat ister, ayrıntılara dikkat kesilmeyi yani.
İkisi bugün, biri yarın ve bizim ülkemizde
49 yıl önce bugün, 11 Eylül 1973’te, Şili’de seçimle iktidara gelen dünyanın ilk Marksist devlet başkanı Salvador Allende, Augusto Pinochet tarafından ABD hükümetince desteklenen bir darbe ile devrildi. Ardından diktatör Pinochet başkanlığında kurulan cunta yönetimi döneminde resmî rakamlara göre 3 bin Şilili öldürüldü, binlerce insan kaçırıldı, kaybedildi ve bir milyon Şilili sürgüne gitti.
21 yıl önce bugün Radikal İslamcı El Kaide örgütü üyesi teröristler, kaçırdıkları uçaklarla ABD’de binalara intihar saldırısı düzenledi ve yaklaşık 3 bin insanı öldürdü.
42 yıl önce 12 Eylül’de (yarın), ülkemizde, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Kuvvet Komutanları yine ABD hükümetinin destek verdiği bir askeri darbe ile yönetime el koydu. Askeri cunta döneminde resmî rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde işkence sonucu 171 kişi olmak üzere, yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti, 48 kişi idam edildi.