Aynalı Pasaj... Müstehcen olan, yoksul çocukları imrendiren reklamlardır
Pandemi döneminde iyice yaygınlaşan ve zenginleşen şu paket servisi şirketlerinin reklam filmlerinin umursamaz bir acımasızlık niteliği edinmiş müstehcen şiddetine bakıyorum günlerdir. Esas edep dışılık, adaba aykırılık, rahatsız edicilik, abartılı iştah açıcılık kitsch’inin bu çirkinliğidir, esas pornografi, esas şiddet budur… Çocuklarına o yiyeceklerin hiçbirini alamayacak anne babaların düştüğü durumu düşünün… O çaresizlik halini…
Müstehcen olan, yoksul
çocukları imrendiren reklamlardır
Müstehcen kelimesinin sözlüklerdeki anlamı hep aynı
yere çıkıyor: Edep dışı, adaba aykırı, çirkin, rahatsız edici,
dahası hastalıklı. Ne zaman cinsellikle ilintilendirildi, cinsellik
hep edep dışı mıydı, ne zamandan beri adaba aykırı bulunuyor
cinsellik? Bulunuyor mu?
Yine de neresinden bakarsanız bakın dar bir bakış açısı bu,
daraltıcı…
Herkesin (oysa) ergenleşme sürecinden itibaren temel
ihtiyaçlardan olduğu fikriyle barıştığı cinsellik eylemine yönelik
bir röntgenci (voyeur) yargısı olmuş müstehcenlik nicedir, zaman
içinde. Bir şekilde.
Tabii, temize çekici tarafı da var müstehcen kelimesinin bu
verili kullanımının.
Müstehcenlik, bir kere cinselliğin alanına sıkıştırıldığında,
cinsellikte kapsül içine alındığında, insanlık edebinin,
insanlık adabının en sert biçimde yargılaması gereken birçok başka
eylem, tavır, davranış ideolojik bir temize çekme sayesinde etik
meşruiyet kazanmış oluyor.
Savaşlar mesela… Savaş alanlarından geçilen o korkunç
fotoğraflar… İnsanın insana neler yapabileceğinin kanıtları…
Bombalanan okullar, hastaneler, kanlar içinde çocuklar ya da ölü…
Bunlar adaba aykırı değil demek ki…
Çocukların henüz uykuda olmadığı prime time’larda hiçbir
denetime tabî olmadan her akşam yayınlanabilir bu görüntüler. Çünkü
müstehcen kelimesinin işaret ettiği ve bu yüzden kanalın ceza
almasını gerektirecek bir adaba aykırılık, edep dışılık, çirkinlik,
rahatsız edicilik, hastalıklılık yok bu görüntülerde (öyle mi) ki
bana göre bu nitelemelerin hepsinin dik âlâsıdır savaşlar. “İnsan
insana bunu yapar mı?” diye sorulmasını gerektirecek.
Yapıyor.
Baudrillard, neyse ki pornografik
savaş kavramını üretti de, savaş ve çatışma yayıncılığının üzerine
daha fazla düşünülüyor artık.
Ama esas müstehcenlik ölçütü, eylemin görüntüsünün etkisindedir
bence. Eylemin, izleyen, tanık olan insanda oluşturduğu mağduriyet
seviyesinde belirlenmeli, tanımlanmalıdır müstehcenlik kriteri.
Ve esas müstehcenlik, ideolojinin kolaylaştırılıcığı ve
ekonominin dayatması ile tam da hiç beklenmediği, hiç
farkedilmediği yerlerde bütün şiddetiyle izleyeni, tanık olanı,
görüntünün karşısında bin bir yöntemle zaptedilmiş olanı mağdur
ediyor şimdi.
Özellikle pandemi döneminde iyice yaygınlaşan ve zenginleşen şu
paket servisi şirketlerinin reklam filmlerinin acımasızlık
derecesindeki, umursamaz bir acımasızlık niteliği edinmiş müstehcen
şiddetine bakıyorum günlerdir.
Öncelikle çocukları ve o çocukların yoksul ailelerini ağır
biçimde mağdur eden, gündelik hayatlarını karartan sinsi ve şirret
bir müstehcenlik var bu reklamlarda.
Tam da ülkenin içinden geçtiği bu enflasyon ve pahalılık
döneminde, tam da yoksulların yiyecek içeceğe erişiminin iyice
zorlaştığı bir süreçte, tam da çocukların ekran başında olduğu
saatlerde, tam da çocukların en fazla imrendikleri yiyecekler
içecekler, tam da bu yiyeceklere içeceklere erişimin çok kolay
olduğu iddia edilerek, bir telefon mesajıyla evlerine gelebileceği
söylenerek, tereyağı cazırdayan İskender kebapların, erimiş
peynirin sanki yiyeni yiyecekmiş gibi aralanmış sandviç ekmeğinin
arasından aktığı hamburgerlerin, kıyması bolca katılan mantıların,
lahmacunların, birer renk paleti gibi dizilmiş pizzaların imajları
birbiri ardına püskürtülüyor yoksulların evlerine, çocukların
hayatına…
Esas edep dışılık, adaba aykırılık, rahatsız edicilik, bu iştah
açıcı reklamcılık kitsch’indeki çirkinliktir, esas pornografi, esas
şiddet budur…
Çocuklarına o yiyeceklerin
hiçbirini alamayacak anne babaların düştüğü durumu düşünün…
O çaresizlik halini…
Benim çocukluğumda lokantaların vitrinleri camın ortasına kadar
bir perde ile kapatılırdı, parası olmayan, parası yetmeyen
imrenmesin diye.
Şimdi imrendirme, ticaretin temel yöntemi oldu.
Eğer illa müstehcenliğe karşı bir tedbir alınacaksa, buna alın
işte, eğer muzır neşriyat diye bir şey varsa ve denetim altına
alınacaksa, bunu alın işte.
Sigarayı, birayı, bir kadeh şarabı, bir bardak rakıyı değil,
hamburgeri, kebabı, lahmacunu, pizzayı, işte bu görüntüleri
buzlayın…
Çocukları imrenecekleri ama ulaşamadıkları şeylerden koruyun
esas…
İnsanlık adabı diye bir şey varsa, olmalıysa, o da çocukların
imrenmesinin, yoksul hissetmesinin, mahrum kalmasının, acı
çekmesinin önüne geçmektir.
Agresif reklam kampanyalarıyla çocuklara yoksulluklarını her
reklam bandında defalarca, yeniden yeniden hatırlatmayın.
Anaların babaların içini sızlatmayın, gizli gizli
ağlatmayın.
Evlerde.
Çevre değil doğa,
merkez değil fonksiyon
İklim krizi, iklim ısınması, türlerin ölümü, doğa katliamı,
yaşam alanlarının atık deposuna dönüşümü gibi büyük problemleri
düşünür, tartışırken, şu çevre, çevre koruma, çevre
kirlenmesi gibi ifadeleri bir kenara bıraksak diyorum.
Çünkü söz konusu bütün bu problemlerin temelinde
‘merkez-çevre’ dualizmi, bu dualist ideolojik söylemdeki
yanılsama, yanılgı vardır. Doğa merkezle tarif edilemez, doğa ve
doğadaki hareket ve canlılık merkez saptamasına izin vermez. Doğa
evrimsel, evrimcoğrafi, evrimtarihi, evrimbiyolojik
bağlantılar, bağlantılılıklar, karmaşıklıklar ve yaşama
makineleri üreyişleri ile tarif edilebilir, insan da merkez filan
değil, bu karmaşıklıkların arasında, bu karmaşıklıkların herhangi
bir yerinde, bu karmaşıklıkların diğerleri gibi bir
fonksiyon, bir işlev, bir hayatta kalma makinesidir.
Diğerleri olmadan işleyemeyen, çalışmayan… Duracak olan.
Bizler doğayız, bizler de doğayız, diğerleri olmadan olamayız,
bu gidişle de olmayacağız…
Böyle giderse… Çok geçmeden…
Hudutların Kanunu ve
bir filmi kurtarmak
World Cinema Project (Dünya Sineması Projesi),
World Cinema Foundation (Dünya Sineması Vakfı) olarak,
2007'de ABD’li film yönetmeni Martin Scorsese tarafından kurulmuş
ve görmezden gelinen ya da kaybolmak üzere olan filmleri dolaşıma
sokmayı, restore etmeyi, kurtarmayı hedefleyen, kâr amacı gütmeyen
bir organizasyon.
Danışma kurulunda Fatih Akın, Guillermo del Toro, Stephen
Frears, Alejandro González Iñárritu, Wong Kar-Wai, Abbas
Kiarostami, Cristi Puiu, Wim Wenders gibi bir dizi önemli sinemacı
yer alıyor.
Şu sıralar MubiTürkiye’de gösterime giren Ömer Lütfi Akad’ın
1966 yapımı Hudutların Kanunu adlı filmi de World Cinema
Foundation tarafından kurtarılmış ve sinemaya yeniden kazandırılmış
filmlerden.
Başrollerini Yılmaz Güney, Pervin Par, Erol Taş’ın paylaştığı
Hudutların Kanunu’nun restorasyonunu mümkün kılan tek
pozitif kopyesi Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’na filmin
yapımcısı Kadir Kesemen’in kızı Nil Gürpınar’ın verdiği
kopyeymiş.
Hudutların Kanunu - Yılmaz Güney, Tuncel
Kurtiz
Filmin diğer bütün kopyeleri 12 Eylül 1980 darbesi döneminde
cunta tarafından imha edilmiş. Bu yüzden filmin restorasyonu için
büyük fiziksel ve dijital çaba gerekmiş.
Bunları filmin restore olmuş halinin jeneriğinde okuyoruz.
1982 yılında Martin Scorsese’nin Robert De Niro’lu filmi
Raging Bull (Azgın Boğa) dünya sinemalarında yeni
gösterilmişken Milliyet Sanat Dergisi’nde yayımlanmış bir
söyleşisini okumuştum.
Martin Scorsese
Scorsese, Azgın Boğa’yı neden siyah beyaz çektiğine (sadece kısa
bir bölüm renklidir) dair bir soruya verdiği cevapta, bir gün
Luchino Visconti’nin, 1963 yapımı (renkli) Leopard’ını seyretmek
istediğini ve filmin bütün renklerinin bozulduğunu, filmin
mahvolduğunu gördüğünde dehşete kapıldığını, bu yüzden siyah beyaz
filme döndüğünü söylüyordu.
Bir sanat eserinin kurtarılması hayat kurtarmaktır, hayatı
kurtarmak…
Wagner ve haftanın
müziği
Avusturya Lisesi son sınıfta Richard Wagner üzerine bir
kompozisyon yazmıştım. Bana çok şey kazandıran Almanca öğretmenimiz
Stephan Unterberger, aynı zamanda önemli bir müzik insanı ve benim
de üyesi olduğum okul koromuzun şefiydi. Bu yüzden kompozisyonu
beğenmesi ve bütün sınıfa okumamı istemesi beni çok
sevindirmişti.
Wagner sevgim hiç bitmedi. Wagner ile ilgili elime geçen her
şeyi hemen koleksiyonuma dahil etmek isterim. Her şeyi okurum
onunla ilgili. Ve sık sık saatlerce dinlerim onun müziğini.
Evimdeki Wagner köşesi
Bugün dünya operasının benim için en önemli ismi, büyük besteci
Richard Wagner’in 209’uncu doğumgünü.
Haliyle haftanın müziği de Richard Wagner’in Wolfgang Sawallisch
yönetiminde Bavyera Devlet Operası Korosu ve Orkestrası’nın ve
solistler Bernd Weikl, Ben Heppner, Cheryl Studer, Kurt Moll, Deon
van der Walt, Cornelia Kallisch’in seslendirdiği 1994 tarihli
Die Meistersinger von Nürnberg albümü.