Aynı demenin havalı hali: Eski Yeni

Kamusal alanda ve dahi mecliste Ermeni kimliğiyle, üstelik HDP çatısı altında siyasi mücadele vermenin, hakikati dile getirmenin ve hakikat eşliğinde tarihi gelecekte barışla inşa etmeye yeltenmenin karşılığı bu. Eski Yeni…

Karin Karakaşlı yazar@gazeteduvar.com.tr

Hayatın sonsuz ihtimallerini, insan denen varlığın hayranlık uyandırıcı irade gücünü düşündüğünde aynı senaryolarda ısrarcı olmak, tarihi tekerrür ettirmek, hem özel ilişkilerde hem de toplumsal meselelerde akıl alacak iş değil. Hadi kendi küçük hayatın söz konusu olduğunda, dersini öğrenme, hazır olma, kaderini değiştirecek gücü bulma gibi aşılması gereken merhaleler var. Bunlar senin içinde tamamlanana kadar bir hatada ısrarcı olursun. Peki devletlerin yıkıcı politikaları tekrarındaki o ısrar nasıl açıklanır? ‘Aynı’ yerine ‘eski yeni’ dediğimizde daha mı havalı olur? Daha mı katlanılır?

Ha, belki kutsal kelime budur: katlanmak. Bir toplum razı geldiği sürece, sorgulamadan biat ettiği, her seferinde o eski yeni senaryolarla aynı düşmanlıkların ve o düşmanlıklar gerekçe gösterilerek uygulanan zulmün devamına ‘Beter olsunlar’dan, ‘Eyvallah’a, oradan da en fazla ‘Bana ne ya’ çizgisine kadar evrilebildiği sürece, aynı şeyler yaşanır durur. Oysa atasözünün aksine sana dokunmadan bin yıl yaşayacak yılan yoktur. Ve süre, sabır, sebat hepsi istiap haddini doldurmuştur.

YANDI, BİTTİ, KÜL OLDU

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan hakkında ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Alenen Aşağılama’ suçunu işlediği iddiasıyla dokunulmazlığının kaldırılması istemiyle fezleke hazırladı. Maddeyi hatırladınız mı? Soruşturma açılması Adalet Bakanı’nın iznine bağlı olan TCK 301. Bakanlık ne yaptı? İzin verdi. Hani sonu ‘Yandı, bitti, kül oldu’ diye biten o soru silsileli çocukluk oyununda olduğu gibi.

Fezlekede, Paylan’ın 25 Temmuz 2018’de Diyarbakır’da düzenlenen HDP’nin grup toplantısından sonra yaptığı konuşma ve 27 Temmuz 2018’de yine Diyarbakır’da katıldığı bir eylemin ardından ‘Özgürüz’ internet sitesine verdiği röportajları gerekçe gösterilmiş. Sözün sahibi milletvekilinden dinleyelim:

“Tamamen basına verdiğim beyanlarımdan dolayı düzenlenmiş. Bir milletvekili kendi şehrine gider, gördüklerini basına paylaşır. Ben de gördüklerimi anlattım. Her köşe başında TOMA, Panzer var ve bu durum Hitler, Mussolini günlerini hatırlatıyor diyorum. Savcı benim bu ifademi alıyor ve ‘Türkiye Cumhuriyeti devletini aşağılama suçunu işlemiştir’ diyor. Hüküm kuruyor. 301'inci maddeden de yargılanmamı istiyor. Bunu Adalet Bakanı’na gönderiyor ve Bakan, ‘Evet, Garo Paylan bana hakaret etmiş’ diyor ve 301. maddeden yargılanmama izin veriyor. Yargı açısından skandal bir durum. Muhalefet milletvekilinin gördüklerini aktarmaması için de hükümet bir sopa olarak kullanılıyor. 301'inci maddeyi muhalefeti susturmak için kullandıklarının bir göstergesi.”

Eski Yeni kısmı ise sonraki söylediklerinde: “301'inci madde Hrant Dink cinayeti sonrasında çok tartışıldı. O dönem hükümet, ‘Kaldırmıyoruz ama izne bağlıyoruz, izinleri de vermeyeceğiz’ dedi. ‘Fiilen kalkmış olacak’ dediler. Oysa gördük ki 301'inci maddeden izinler verilmeye başlandı. Hükümete dönük eleştirileri susturma aracına dönüştü. 301'inci madde katil bir madde. Bir sopa olarak yeniden kullanmaya başladıklarını görüyoruz.”

Garo Paylan

301'inci maddenin ‘izin’le kullanımı vahim boyutlarda. Sadece 2017’de 562 sanık hakkında açılan dava sayısı 479. Paylan, kendisi hakkında hazırlanan 2 fezlekeyle ilgili Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yanıtlaması istemiyle Meclis Başkanlığı’na yazılı soru önergesi sundu. Paylan’ın da hatırlattığı üzere “Gazeteci Hrant Dink’in Ermeni kimliği üzerinden nefret söylemlerine maruz bırakılmasında ve 19 Ocak 2007 tarihinde organize bir cinayetle öldürülmesinde, kendisi hakkında ‘Türklüğe hakaret’ suçuyla dava açılması ve mahkûmiyet kararı verilmesinin etkili olduğu’ bilinmekteydi.” Ve hesapta Adalet Bakanlığı ‘uygulamadan doğan sorunları ortadan kaldırmak için’ bir nevi filtre görevi görecekti. Gelinen noktada belli ki kevgirde karar kılınmış. Hatta çatlakları tehditkâr bir barajda… Ya da uygulamalar sorunlu görülmüyor bir kez daha. Çünkü o derin tahakküm hiç değişmiyor aslında.

2002 ve 2008’i merkeze alarak istatistiki bilgiler talep eden Paylan’ın Eski Yeni odaklı tek bir sorusunu da kayda geçeyim: “301'inci maddeden yıllara göre kaç milletvekili hakkında soruşturma açılmasına izin verdiniz? Bu fezlekelerin siyasi partilere göre dağılımı nedir?..”

Kamusal alanda ve dahi mecliste Ermeni kimliğiyle, üstelik HDP çatısı altında siyasi mücadele vermenin, hakikati dile getirmenin ve hakikat eşliğinde tarihi gelecekte barışla inşa etmeye yeltenmenin karşılığı bu. Eski Yeni…

Beri yanda Paylan’ın milletvekili olduğu, eski eş genel başkanları, seçilmiş belediye başkanları, milletvekilleri, her düzeyden partilileri hapiste tutuklu HDP, bir kez daha seçime hazırlanırken Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski Başkanı Gültan Kışanak’a 14 yıl 3 ay, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel'e 15 yıl hapis cezası verildi.

On bir duruşmadır savunma yapması engellenen Kışanak o gün duymak isteyen, işittiklerinin sorumluluğunu almaya hazır olan hepimize (kaç kişiyiz bilmiyorum) şöyle seslendi:

“Yaptıklarım doğru, hukuki, meşru, insani olduğu için buradayım. İki yıl boyunca savunma hakkım gasp edildi. Savunma hakkıma yönelik yapılan kısıtlamaları kabul etmiyorum. Ben inanmadığım hiçbir şeyi yapmam, birçok şeyi yapmışsam inanarak yapmışımdır, onu da savunurum. Yaptığım her şey demokratik siyaset çerçevesindedir… BDP'nin programı ve tüzüğünü isteyelim. O programa bağlı olarak konuştum. Halk da inandı ve bana oy verdi. Biz milletin bir parçası mıyız değil miyiz? 4 yıl BDP'nin eş genel başkanlığını yaptım. Her kongreye gittim. Bugün burada nasıl suçlama konusu olabilir? Bu ülkede bir vatandaş olarak nasıl eşit yurttaş olduğuma inanacağım? Herkes kadar benim de söz söylemeye hakkım olmalı. 'Ölüm istemiyorum' demişim, suç mu? Binlerce genç hayalleriyle toprak altında, çözebileceğimiz bir sorunu neden çözmüyoruz?”

Gültan Kışanak

Bu soruların canını yaktığı kaç kişiyiz? Eski Yeni’ye isyan eden. Hicap duyan. Çünkü devletlerin utancı olmaz. O aygıtı vatandaş lehine dönüştüren toplumdur. Razı gelmeyen, başka türlüsünü dileyen, bunu için de acı çekenin hakkını teslim eden, yasa ve umuda ortak olabilen toplum.

‘YAŞADIKLARIM SUÇLAMA OLARAK KARŞIMA ÇIKIYOR’

Çünkü bu sözleri sarf eden siyasetçi, halen "barış" diyebilen bu kadın, bize kendi hikâyesini de emanet etti. “19 yaşında cezaevine girdim ve Esat Oktay’ın zulmüne boyun eğmedim. Yanında ayağa kalkmadığım için beni köpeğinin iki metrekarelik odasına koydu, iki ay o pisliğin içinde kaldım. Zorla okutmak istedikleri marşları okumadım, askeri saç tıraşı olmadım diye işkenceler gördüm. Bunca olana rağmen zulmün biteceğine inandım, umudumu korudum, böylece ruh sağlığımı da korudum. Bunları hiç bir yerde dile getirmedim ama yaşadıklarım suçlama olarak karşıma çıkıyor. Bu hiçbir şekilde suç olarak karşıma çıkamaz. Diyarbakır Cezaevi'nde o vahşetle yüzleşilmeden hiçbir sorun çözüme kavuşmaz. Bülent Arınç yaşadıklarımı kıyısından duymuş, ‘Ben o kadının yerinde olsaydım dağa çıkardım’ demiş. Ama ben öyle yapmadım, ayakta kaldım, direndim. Yan koğuşumda bir erkek dövülerek işkence edilerek katledildi. Eşi yanımdaydı birlikte feryadını işitiyorduk. Bu devlet bana özür borçludur ama kalkmış suç olarak önüme koyuyor. Asla suç olarak kabul etmiyorum.”

O zaman mesele şu. Biz kabul ediyor muyuz? Avukat Şivan Cemil Özen, savunmaları dahi alınmadan mahkûm edilen Tuncel ve Kışanak için “Yürütülen yargılamada toplam 19 hâkim değişikliği ve gerekçesiz tutuklama kararları ile devam niteliği taşıyan kararlarla karşı karşıyayız” diyor. Avukat Cihan Aydın isyan ediyor. “16 tane hâkim değişmiş bugüne kadar. İki celse üst üste bir heyet görmedik. İlk celsede dediğimi hiçbiriniz bilmiyorsunuz. 50’ye yakın klasörü incelemeniz mümkün değil.” Duyuyor muyuz?

Çünkü utanmadan, yaşatılanı kendisine yapılmışçasına ilikte hissetmeden, zulümle, ahla dolu bir iklimde hiçbirimizin nefesinin ne tarihte ne bugün özgür olabileceğini anlamadan değişecek bir şey yok.

SOYKIRIMIN MİZANSELİ ATMOSFERİ

Bak, yapımcılığını Mustafa Uslu'nun, yönetmenliğini Serdar Akar'ın yaptığı ‘Çiçero’ filminin tam da 27 Ocak Uluslararası Holokost Anma Günü haftasında yapılan galasında, kırmızı halı üzerinde üst üste yığılı oyuncak bebeklerle toplama kampı mizanseni yapıldı. 2019 çıkışlı biyografik dram. II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanyası adına casusluk yapan ve ‘Çiçero’ lakabıyla tanınan Elyesa Bazna (Erdal Beşikçioğlu) isimli Arnavut casusun hayatını anlatıyor. Tepkiler üzerine yapımcı Mustafa Uslu’dan şöyle bir özür açıklaması geldi: "Biz o mizanseni, davetlileri filmin atmosferine hazırlamak için yaptık. Başka bir amacımız kesinlikle yok. İstemeden de olsa Yahudi vatandaşlarımızı üzdüysek kendilerinden özür diliyorum."

Çiçero filminin galasında oluşturulan Nazi toplama kampı mizanseni tepki çekmişti...

Soykırımın atmosferine mizansle hazırlanılmaz. Böylesi kitlesel yıkımların hangi dinamiklerle ortaya çıktığını kavramakla, ölülerin anısını saygıyla yaşatmakla, o ölülerle birlikte onlar sağken olabilecek bir hayat ihtimalinin elden gitmiş olduğuna yanmakla hazırlanılır.

Eski Yeniden illallah etmekle, eskinin ve yeninin hakkını teslim etmekle, her dönem nefreti yeşertenlerin adını koyup mahkûm etmekle, özgür ve adil bir ülke dilemekle, bu uğurda birlikte mücadele etmekle hazırlanılır. Çünkü öyle yapılmadığında ne olduğu geçmişte ve bugünde ayan beyan ortadadır. Ve hayatta sadece failler değil, susanlar da yargılanır.

Tüm yazılarını göster