Suç tanımı olarak kadına yönelik şiddetin varlığını, biçimlerini ve yol açtığı toplumsal sorunları inkar politikası üretenlerin yanında uzun süredir, entelektüel vasfıyla tanınıp baş tacı edilen isimler de yer alıyor. Birisi Yusuf Kaplan. İslamcı geleneğin Milli Görüş çizgisine, Milli Görüş gömleğini çıkarmış olanlara ve radikal kanatlarına da fikirleriyle ilham vermiş, yol göstericiler arasında sayılmış kişilerden. Son zamanlarda yazılarıyla ama en çok da sosyal medya mesajlarıyla özel bir suç türü olarak kadına yönelik şiddetin varlığını inkar edebilmek için entelektüel vasfını, kendi diliyle yere çalmayı seçmiş görünüyor.
Feminizme mesafeli ama kadın haklarını içselleştirmiş mütedeyyin kadınlar arasında Yusuf Kaplan’daki bu dile hayret edenler çok. Düşünsel değişim gibi görerek hayıflananlar da. Anlamakta zorlanan dindar kadınlar, azımsanmayacak sayıdaki Yusuf Kaplan gibilerin yanında din saikiyle de olsa, yer alan kadınların varlığını da kabullenemiyor. Oysa şaşırmak yerine düşünülmeli ki, ayetleri eğip bükenler de alimlerdi. Yüzlerce yıldır ayetteki “ayrılın” tavsiyesini “dövün” emri gibi belletenler, Yusuf Kaplan’dan daha mı az bilgiliydi ki şaşırılıyor, ben de bunu anlamakta zorlanıyorum. Kadın ve erkek eşit vasıflarla yaratılmış, eşit sorumluluklar yüklenilmişken, vahiyle bu gerçek apaçık insanlığa bildirilmişken batıl adetlerle kadına biçilmiş toplumsal normları, dinin gereği gibi Müslüman toplumlara kabul ettirenler alimler ve din kurumlarıydı zaten, şaşıracak bir şey yok.
Kadın hakları söz konusu olduğunda din, hukuk, siyaset hepsi tek millet: Patriyarka. Örneğin cahiliye ahlakını oluşturan toplumsal normlar, vahiyle değiştirilerek bir nesil ömrü süren vahiy tarihiyle toplum, peygamberin önderliğinde İslam ahlakı yani toplumsal ve bireysel normları yerleştirilecek biçimde eğitilmişti. Ancak peygamberin ölümünden sonra kadın hakları alanında her şey çabucak eskiye dönüverdi, biliyoruz bunları. Öyle ki sıhhati hayli tartışmalı Veda Hutbesi bile emanet adı altında kadınları, erkeklere bire bir zimmetleme aracı olarak kullanılıyor. Patriarkal düşüncenin esiri olan erkek alimler ve yöneticiler eliyle yapıldı bunlar. Bugün aynı tavır Diyanet ve asla tek kişi olmayan Yusuf Kaplangillerce sürdürülüyor.
Neyse asıl konum olan şiddet sarmalını, kadın karşıtlığı aracı kılan, Yusuf Kaplan mesajına döneyim. 25 Ağustos tarihli mesaj, Hatay’dan gelen bir cinayet haberiyle ilişkiliydi: “Kocasını öldürdü, cesedini 4 parçaya bölüp, bahçeye gömdü! AB fonlarından fonlanan bilumum kadın dernekleri, feministler, İstanbul sözleşmecileri, neden Türkiye’yi ayağa kaldırmıyorsunuz? Bu cinayet kanınızı dondurmadı mı? Siz ne işe yararsınız sahi?” Bir suç, kadın düşmanı ideolojisini yaymak için elverişli bir fırsat gibi görülmüş, Daha önce Emine Bulut cinayeti üzerine “hep birlikte seyrediyoruz” şeklinde üzüntü(?) mesajı paylaşmıştı. Şimdi Havva Z. henüz bilemediğimiz nedenlerden dolayı katil olmak zorunda bırakıldığı vakit kadın örgütlerine dönüp “siz ne işe yararsınız?” ithamını soru kılığında yöneltmeyi seçmiş. Üstelik bu entelektüel seviye çıtası hayli aşağılara çekilmiş mesaj, beş binden fazla beğeni, iki binden fazla retweet almış.
Cevap beklemiyor kuşkusuz ama yine de söylemek gerekir ki İstanbul Sözleşmesi ve şiddetle mücadele tam da bu nedenle gerekli. Hapishanenin çok uzun olmayan tarihinde, kasten öldürme suçuyla cezaevlerine atılmış kadınların varlığı bilinir. Katil damgası yiyen kadınların çoğunluğu da, kocalarını veya tecavüzcülerini öldürmekten başka çaresi kalmayanlardır. Şiddet sarmalı diyoruz buna. Eril şiddet karşısında toplumca yalnız ve çaresiz bırakılan kadınların yaşadıkları sistematik işkence cehenneminden kurtulmaya çalışırken meşru müdafaa hakkını kullanmaya itilmesidir sebep. Başka çaresi kalmadığında şiddetten, şiddet yöntemleriyle kurtulmaya itiliş bunun adı. Öz savunma hakkı, pek çok suçlu için bir indirim nedeni olarak kullanılırken bir erkeği öldüren kadınlar için kullanılmaz çoğunlukla. Katil kadın, maktul erkekse en ağır cezalar verilir. Yusuf Kaplangiller de kadını, sadece maktul olduğunda merhamete şayan görür. Sözüm ona üzüntü beyanı gibi “hep birlikte seyrediyoruz” sözüyle timsah gözyaşı döker ama destekten yoksun kadın, şiddetten kurtulmak için erkek öldürdüğünde, canavar sayılır.
“İstanbul Sözleşmecileri” hafifsemesiyle “siz ne işe yararsınız?” sözüne verilecek tek cevap: Şiddet sarmalını kırmanın tek ilacı da İstanbul Sözleşmesi. Erkeklerin hayatını önemseyenler de İstanbul Sözleşmesi'ni desteklemeli. Hukuk herkese lazım tıpkı feminizm gibi…