Ayrılma Kararı: Zamanımızın zamansız ve mekânsız bir anlatısı
Bu film, çağımızın hem akılcı hem de akıl dışı yanının bir parçası ve sonucu. Zamanın ruhuyla çelişmiyor. Büyük verinin insanlar tarafından yönetilemeyecek kadar büyük bir belleğe sahip olduğu zamanlara ait bir film. Seyrederken hem bu çağdan nefret ediyor hem de bu çağın böyle de anlatılabileceğini görüp bağlanıyorsunuz.
Karakterler arasında patlak veren güç oyunları… Park-Chan
wook’un sinemasının kalbi burada atıyor. Son filminde de durum
böyle. Alfred Hitchcock’un "Vertigo"suna saygı duruşunda bulunan
film, melodramın bulanık sularına dalıyor. Hem kara film geleneğine
bir övgü niteliğinde hem de aşkın baştan çıkarıcı şehvetinin
izlediği karanlık yolların ve yarattığı rahatsızlıkların kaydını
tutan bir film "Ayrılma Kararı".
Estetik açıdan muazzam görünen bir dağın eteğindeki bir adamın
soğuk ve katı gövdesiyle başlıyor hikâye. Başka bir deyişle,
karıncaların ziyafeti hâline gelmiş bir et parçasıyla.
Birisi bilinmeyen bir nedenle öldüğünde ve hiç kimse söz konusu
ölüme tanıklık edemediğinde ne olur? Elbette bir polis soruşturması
açılır. Zengin bir adamın ölümünü araştırmak için görevlendirilen
bir dedektif (Hae-joon), şüpheli olarak ortaya çıkan, daha doğrusu
fazla rahat davranarak kendini ele veren, kurbanın güzel karısı
(Seo-rae); ikisi arasında daha en baştan itibaren başlayan tutkulu
bir aşkın yavaş yavaş soruşturmanın önüne geçmesi ve böylece
cinayetle birlikte aralarındaki romantik gerilimin de giderek
çözümsüzlüğe sürüklenmesi. Hikâye genel hatlarıyla böyle.
Seo-rae, Güney Kore’ye göçen Çinli bir hemşiredir. Bir göçmen
olarak güvensizlikleri, belirsizlikleri ve bir femme fatale olarak
sahip olduğu hırsları ve cüretkârlığı, dedektifi ele geçirir.
Hae-joon, onun karanlık baştan çıkarmasına direnmeye çalışsa da
yenik düşer ve bu hayatının bütün değişmezlerini sarsar. Sonunda
girişeceği ahlaki bir iç hesaplaşmanın neticesinde ağır bir bedel
ödeyerek onun cazibesinden uzaklaşmaya karar verir. Ama artık
hiçbir şey kesin değildir.
Trajik aşk hikâyelerine romantik bir derinlik katmayı sevdiğini
önceki filmlerinden de bildiğimiz Park’ın bu filminin diğerlerinden
en önemli farkı ise kahramanlarıyla daha önce hiç olmadığı kadar
duygusal bir bağ kurması. Bilhassa aklıyla duyguları arasında
kalmış bir dedektifle. Şüphelileri ve suçluları kovalamayı bir
yaşam biçimi hâline getirmiş, hayatı şifresi çözülebilir gizemlerin
peşinde geçen ve bir türlü uyuyamayan bir adamla.
.
Sürekli uçurumun kenarında akrobasi yapıyormuş gibi görünen bir
erkek karaktere odaklanan Park, bir yandan da erkekte
istikrarsızlığa, yani ahlaki bir muğlaklığa neden olan zıt kutbu
vurgular: Kadın varlığını. Bir kara filmin gri tonlarıyla ve aynı
zamanda Hitchcockvari etkileriyle renklenen bu gerilim filmindeki
anlatı, bir dizi soru etrafında örgütlenir: Hae-joon kendini
şehvete kaptıracak mı? Seo-rae’nin cazibesine teslimiyeti eksiksiz
ve koşulsuz olacak mı? Aşkın karanlık duyguları ortaya çıkacak
mı?
Filmin büyük bir bölümü boyunca bir ormanda dolaştırıp durur
bizi Park. Hae-joon’un elindeki davalar birbiriyle örtüşür ve biri
üzerinde çalışırken hem aklı hem de kaderi onu bir diğerine
götürür. Filmde dedektif kadar Park’ın kendisi de yolunu
kaybetmiş görünür. Ama bu kötü bir şey değildir. Sonuçta Italo
Calvino’nun da dediği gibi, doğru yolu bulmak için önce kaybolmak
gerekir.
Bu yüzden dramayı defalarca kesintiye uğratıyor Park ve iki saat
yirmi dakikalık filmin sonunda bize kendimizi hayli yorulmuş
hissettiriyor. Film boyunca hâliyle bir sükûnete ihtiyaç duyuyoruz
ama ne mümkün, Park bize hiç acımıyor. Senaryosu incelikli bir
biçimde izleyicisini sersemletmek için tasarlanmış bir film
"Ayrılma Kararı". Park bu nedenle zaman ve mekânla bilinçli olarak
durmadan oynayarak başımızı döndürüyor. Busan tepelerinden Ipo
sahiline, o evden bu arabaya, o tanıktan bu suçluya atlayıp
duruyor.
Buna karşın tüm bu hayhuyun içinde film üzerindeki kontrolünü de
hiç yitirmiyor. Film boyunca çok iyi hesaplanmış kaydırmalar ve
yakınlaştırmalardan, her biri özenle hazırlanmış ve sonrasında ne
olacağı dikkate alınarak seçilmiş görsellerden söz edilebilir.
Estetik veya anlatım değeri yüksek olmayan neredeyse tek bir
çerçeve bile bulunmuyor.
Her şeyden önemlisi, "Ayrılma Kararı" güçlü duygulara sahip olan
bir film ve tüm labirentlerine karşın bu duygusunu korumayı
başarıyor. Bu da filmi Park’ın ustalık eserlerinden biri
yapıyor.
.
Klasik, anlaşılır ve aynı çizgi üzerinde devam eden bir anlatı
oluşturmayı reddediyor Park. Filmdeki müzik kullanımı da bu anlamda
hayli ilgi çekici. Arka plan sık sık değişmesine karşın melodi için
tam tersini söylemek mümkün. Görüntüler ve sesler bilinçli olarak
birbirine karıştırılıyor. Örneğin kovalamacanın yaşandığı bir
aksiyon sahnesinde, aynı anda büyükbabasının savaş maceralarını
anlatan bir kadının dış sesini duyuyoruz.
Robert Bresson, ses üzerine notlarında, “Tek başına çağrılan göz
kulağın sabrını taşırır; tek başına davet edilen kulak ise gözün
sabrını. Bu sabırsızlıktan faydalanın. Sinemacının kudretidir bu”
der. Park Chan-wook da bu kudretin farkında.
Bu film, çağımızın hem akılcı hem de akıl dışı yanının bir
parçası ve sonucu olarak görülebilir. Başka bir deyişle, zamanın
ruhuyla çelişmiyor. Büyük verinin insanlar tarafından
yönetilemeyecek kadar büyük bir belleğe sahip olduğu zamanlara ait
bir film. Seyrederken hem bu çağdan nefret ediyor hem de bu çağın
böyle de anlatılabileceğini görüp bağlanıyorsunuz.
"Ayrılma Kararı", defalarca bozulup yeniden yapılabilir. Buna
karşın her hâlükârda film bittiğinde üzerimizdeki etkisi
değişmeyecektir: Ne kadar çoğa sahip olmaya çalışırsak elimizde o
kadar azı kalır. Ya da ne kadar çok şey öğrenirsek, her şey o kadar
gizemli görünmeye başlar.