Bir yanda Ayasofya kararı, bir yanda çoklu baro yasası, arkasından gelmesi muhtemel sosyal medya düzenlemesi derken istismarcı affını bu süreçte bir torbaya tıkıştırma ihtimali yanı sıra İstanbul Sözleşmesinin başına çorap örme hevesinin tekrar depreşmesiyle bunaltıyor siyasi iklim. Nefes alamaz haldeyiz. Parlamento demokrasilerin adeta oksijeni hükmündeyken ülkenin, demokrasiden koşar adım uzaklaştığı ortamda çoğumuz ‘meclis tatile girse de soluklansak’ derken yakalıyoruz kendimizi.
Cumhurbaşkanı yargı kararını uygular pozisyonda yani korunaklı alanda tutulmak istendiği için Ayasofya konusunda Danıştay devreye sokuldu. Oysa aylar öncesinden halıları sipariş edilip üretilmiş, bugün yapılan açıklamalardan anlaşıldığına göre. Tüm yasalar gibi çoklu baro düzenlemesi de parlamentonun saygınlığını yok edecek şekilde çıkarıldı. Üç yıl önce tümüyle kendi istediği şekilde hazırlayıp kabul ettirdiği anayasa hilafına yasa teklifleri, tek adamlı yürütme organında hazırlanarak AKP istasyonundan geçirilip sunuluyor meclise. Parlamento komisyonları ve genel kurul tartışmaları, verilen değişiklik önergeleri etkisiz kılınarak Cumhurbaşkanlığı makamından gelen teklif, olduğu gibi yasalaşıyor. Bu sadece anayasa ihlali değil aynı zamanda parlamentonun saygınlığını yerle bir etme çabası. Parlamento ve kurumlar işlevsizleştirildi.
Tek çalışan kurum Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi olarak görünüyor halk nezdinde. Ve Cumhurbaşkanınca da CİMER başvurusu yapanlar halk sayılıyor. CİMER’e yazan makbul vatandaş, devlet lütfederse hakkını alır, isteğine kavuşur. Devleti, istetme makamı halkı, isteyenlerin yekûnu olarak yeniden tanımlayan bir sistemdeyiz. Dolayısıyla toplumsal ihtiyacı anlamak için anketlere,, sosyolojik araştırmalara, bilimsel verilere, somut ve objektif bilgiye bakılması yolundaki tavsiyeler anlamını yitirmiş halde. Tıpkı parlamento dahil bütün kurumların önemini yitirmiş olması gibi.
Tek adam rejimi, tek imdâd eden makam ihdasıyla pekiştirilmekte. Sistemin eksikliklerinin giderilmesi için çalışmalar yürütüldüğü yönündeki haberler ve Erdoğan-Bahçeli görüşmelerinde bu konunun ele alınışı sonrasına rastladı örneğin, Ayasofya politikasındaki değişiklik. Bir yıl önceki “istikamet” şimdi yüz seksen derece değişmişse tek karar verici makama yönelen taleplere cevap üretilerek, sistemi tahkim etme yoluna gidildiğini gösterir. Ayasofya’nın cami olarak yeniden ibadete açılmasını isteyenler bu yeniden tanımlanmış haliyle isteyenlerin yekûnundan ibaret olan halktı mesela. Çoklu baro sistemini isteyenler de öyle. TCK 103 çocuk cinsel istismarı suçunun faillerine af isteyenler de halkımız oluveriyor tabii ki. İstanbul Sözleşmesinin aileye ve nesle zarar verdiğini söyleyenler de elbette. İstismarcılar ile istismarcı sevenlerin, eril şiddet failleriyle eril şiddet sevicilerin toplamına halk denilen ülke olma yolunda kararlı adımlarla ilerleniyor. Eskiden halk plaja hücum edince vatandaş denize giremezdi şimdi halk öz ve üvey olarak bir kere daha ayrıştırılıyor. CİMER’e yazan öz halk istismarcı affı isterken oraya yazmak yerine kendi sivil toplum örgütlenmesiyle çalışmalar yürüten üvey halkın kadınları af politikasının yol açtığı zararları dile getiriyor. Öz halkın kadınları içerisinde de benzer çalışmaların çok fazla kamuya yansımadan yürütüldüğünü, iktidarı kadın karşıtlığından vazgeçme yönünde zorladığını söyleyebiliriz.
TCK 103 Çocuk Cinsel İstismarı Affına Karşı Kadın Platformu adı altında örgütlenen ve sayısı bugün itibariyle üç yüzü aşmış kadın dernek ve vakıfları kapsamlı bir dosya ile basının karşısına çıktı Perşembe günü. Türkiye’nin anayasasına, imzaladığı uluslararası sözleşmelere, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu, Şiddet yasası gibi pek çok hukuk mevzuatına aykırı olan af teşebbüsüyle verilen zararlar çok yönlü olarak ortaya konuldu bu dosyada. Af gerçekleşmese, kadın örgütlerinin mücadelesiyle ertelense bile gündemde tutulması yoluyla hak gaspının gerçekleştirilmekte olduğu açıkça görülüyor, sunulan verilerde. Anayasa ihlal ediliyor, yasalar deliniyor, yasal zorunluluklar işlevsiz bırakılıyor ve bu yolla kadın hakları açıkça çiğneniyor. Kız çocukları ile oğlan çocukları arasındaki eşitsizlik uçurumu derinleştiriliyor.
Yetişkinlerin, on beş yaş ve altı çocuklara yönelik her türlü cinsel eylemi, rıza sorgusuna kapalı olduğu için şikayete bakılmaksızın kamu davası açılması gereken cinsel saldırı suçudur. Adına evlilik denmesi eylemi tecavüz suçu olmaktan çıkarmaz. Cinsel saldırıya maruz bırakmanın yanı sıra kız çocuğunun bütün çocukluk haklarının gaspı ve çoklu istismara uğratılmasıdır. Bütün partiler iktidarı muhalefetiyle, bütün parlamento üyeleri af ihtimalini gündemden düşürecek, bu utanç verici gündemi değiştirecek açıklamalar yapmakla yükümlü tutuluyor kadınlar tarafından. Hazırlanan dosya gibi sivil toplum ve siyasi partilerle ilişkiler geliştirilmesi de önemli çabalardan bu çerçevede. Görüşmeye açık ve kadın örgütlerinin görüşlerini benimsemeye hazır siyasi partilerin söylemi de kısmen değişmeye başladı, görüşmeler sonrasında. Yavaş ama önemli adımlar olarak görülebilir muhalefet partilerinin dilindeki değişim.
Neredeyse Türkiye’nin yarısı diyebileceğimiz otuz beşi aşkın merkezde kadınlar ayakta ve sokakta, alanlarda “vazgeçin!” diyor. “İstanbul Sözleşmesini Uygulayın! Çocuk cinsel istismarının affından VAZGEÇİN!” demek için harekete geçti kadınlar. İstanbul Sözleşmesi, Numan Kurtulmuş’un açıklamaları ve Erdoğan’ın verdiği iddia edilen “halk istiyorsa kaldırılsın” talimatıyla yine ülkenin, kadın örgütlerinin gündemine girdiği için eylemlerin amaçlarından birisi. TCK 103 Platformunun üç yüze yükselen bileşeni ve yüzden fazla karma örgütün desteğiyle yürüteceği bu eylemlere kulak verin! Can yakıcı bir gündem çünkü kadınların yaşam hakkı müzakereye açılmak isteniyor. Oy pazarlığıyla marjinal grupların oyuna sunuluyor kadınların ve kız çocuklarının hayatı ve hakları. TCK 103 Kadın Platformu bugün itibariyle ülkenin en büyük sivil toplum örgütü olmuş durumda. Hem büyük hem çoğulcu bir yapıdan söz ediyoruz.
Platforma katılmayan pek çok sivil toplum örgütünün de hem İstanbul Sözleşmesi hem de çocuk cinsel istismarı adını vermeseler de çocukların evlendirilmesine karşı durduğunu görüyoruz. BİLKA, KADEM, HAZAR ve daha pek çok iktidara yakın kadın örgütü mensubu kadınların da bu iki konuda çalışmalar yürüttüğü anlaşılıyor. KEFEK Başkanı Canan Kalsın’ın sosyal medya paylaşımlarına yansıyan bilgiler gösteriyor ki iktidara yakın kadın örgütleri de bağımsız kadın örgütleriyle çok benzer tutum alış içinde. Çocukların evlendirilmesinin hem çocuk hakları hem sağlık hem kadın hakları açısından taşıdığı riskler bu örgütlerce de kamuoyuna açıklanıyor ya da parti karar vericilerine iletiliyor. İktidara yakın olmayan muhafazakar kadın örgütlerinden KASAV da benzer çalışmaları yürüttüğünü yaptığımız görüşmeler sırasında açıklamıştı.
Kadınlar haklarından vazgeçmeyecek. Sistem, toplumu ayrıştırmak yoluyla kendisini tahkim ederken kadınla imtihan edildiğini göremiyor. Kadın düşmanlığı potansiyeli yüksek marjinallerin taleplerini dikkate alan iktidar, tabanındaki kadınları da dışlamış oluyor. Kadınları kazanılmış haklarıyla tehdit politikası, destekçi ve muhalif kadınları yakınlaştırma potansiyeline sahip. İktidara yakın kadın örgütleri de kadınların ve kız çocuklarının açık saldırı altındaki haklarından vazgeçmiyor. Tersine kadınlar karar vericileri, patriarkal tutumlara boyun eğmekten vazgeçirecek. Kimisi muhalif duruşuyla kimisi yakın çalışma yoluyla.