Ayşe Acar Başaran: HDP dükkân değil ki, kapatasın!

HDP Kadın Meclisi Sözcüsü ve Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, Adalet Bakanlığı’nın cezaevlerinde 100. gününe giren açlık grevleri yokmuş gibi davrandığını, hapishanelerde 12 Eylül’ün inceltilmiş baskı yöntemlerinin uygulandığını ve Öcalan’a uygulanan tecridin hem ulusal yasalara hem de uluslararası sözleşmelere aykırı olduğunu hatırlatıyor. Başaran’a göre Türkiye’de direnen kadın hareketi ve Kürtler olmasaydı, iktidar çoktan istediğini elde etmiş olurdu.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

İktidarın gerçek manada “sözde” kalan İnsan Hakları Eylem Planı polisin kalkanına, hapishanelerin duvarlarına, Türkiye’nin üçüncü büyük siyasi partisi HDP’nin kapatılması tartışmalarına, kadınların yaşam hakkını muhafazayı emreden İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi planlarına çarpıp daha da manasızlaşıyor.

Hemen her gün HDP’lilere yönelik operasyonlar yapılıyor ve sayısız insan gözaltına alınıp ya hapse atılıyor veya ev hapsine alınıyor. Türkiye’nin çeşitli cezaevlerinde sürdürülen dönüşümlü açlık grevi ise bugün itibariyle 100. gününü doldurdu. Fakat iktidar ve medya böyle bir hadise hiç yaşanmamış gibi yapıyor. Hapishanelerde devlet, evlerde erkek şiddeti devam ederken, kadınların mücadelesi de genişliyor.

Bu mücadelenin en görünür olduğu gün olarak 8 Mart’ın arifesinde, kadın mücadelesiyle öne çıkan HDP Kadın Meclisi Sözcüsü, Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’la hapishanelerdeki işkence sistemini, devletin kayyım yoluyla ataerkiyi tekrar güçlendirme hedeflerini, Kürt ve kadın hareketinin baskılardan nasıl etkilendiğini ve HDP’nin kapatılması tartışmalarını konuştuk…

 HDP Kadın Meclisi Sözcüsü, Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran

Cezaevlerinde Kürt mahpusların açlık grevi 100. gününü doldurdu. Hangi cezaevlerinde, kaç mahpus açlık grevinde, talepleri neler?

Bugün itibariyle 100 gündür, açlık grevi tüm cezaevlerinde beşer günlük dönüşümlü olarak sürdürülüyor. Dönüşümlü olduğu için net bir sayı veremiyoruz ama mahpuslar, 2012 ve 2018 yıllarındaki temel iki talebi bugün de sürdürüyor. Taleplerden ilki Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecridin kaldırılması, diğeri ise hapishanelerdeki koşulların iyileştirilmesi. Çünkü salgın döneminde İnfaz Yasası’nda yapılan değişiklikle birlikte mahpusların üzerindeki baskılar da yoğunlaştı. Dolayısıyla İmralı’dan başlayıp ülkedeki tüm cezaevlerine yayılan bir tecrit sistemine geçildi. Mahpuslara neredeyse “gözünün üstünde kaşın var” suçlamasıyla bile disiplin soruşturması açılıyor. Bugün Türkiye cezaevlerinde hapishane içinde hapishane sistemi var. Mahpuslara, aileleriyle yaptıkları telefon görüşmesine başlarken bile tekmil verdiriliyor.

Nasıl bir tekmil bu?

Mahpustan isim-soyismini, hangi suçtan tutuklu veya hükümlü olduğunu söyleyip, böylesi bir tekmil verip telefon görüşmesine ancak sonra başlaması şart koşuluyor. Bu uygulamanın pek çok cezaevinde dayatıldığını biliyoruz. Bu insanlar tutuklu veya hükümlü olabilir ama sizin askeriniz değil. Onlara ceza içinde ayrıca ceza, eza, cefa çektiremezsiniz. Keza bir başka dayatma da ayakta sayım. Koğuşta tek bir kişi bile olsa, gardiyanlar sayım yaptığında ayağa kalkıp hazırolda durması isteniyor. Burada mesele sayım değil, çünkü ortada kalabalık bir mahpus koğuşu yok. Burada mesele, tıpkı 12 Eylül cuntacılarının yaptığı gibi hapishane içinde insanları “terbiye” etmek, onları ezayla, cefayla diz çökmeye, boyun eğmeye zorlamak.

EBEVEYNLERİNİN GÖRÜŞÜNE GÖTÜRÜLEN ÇOCUKLARA BİLE ÇIPLAK ARAMA YAPILIYOR

Bir de çıplak arama uygulaması var…

Yalnızca mahkûmlara değil, görüşe gidenlere, hatta ebeveynlerinin görüşüne götürülen küçük çocuklara bile çıplak arama yapılıyor. Mahpuslar ise sadece hapse girerken değil, cezaevinin bir bölümünden öbür bölümüne götürülürken bile çıplak aramaya maruz bırakılıyor. HDP Hakkâri Belediye Eş Başkanı Dilek Hatipoğulları’na geçtiğimiz günlerde bu yapıldı. Hatipoğulları Sincan Cezaevi’nde tutukluydu ve duruşması için Van Cezaevi’ne götürüldü. Aynı kurumun denetimi altında götürülmesine ve yol boyunca kimseyle temas etmemesine rağmen Van’da çıplak arama dayatmasıyla karşı karşıya kaldı. Hatipoğulları bu işkenceyi reddettiği için işkence gördü, zorla arandı ve gözü morarmış biçimde duruşmaya girdi. Keza revire, hastaneye götürülen mahpuslara kelepçe takılıyor, döndüklerinde de karantinaya alınıyor. Ağır hasta mahpuslar da bu uygulamalara maruz bırakılıyor. Örneğin HDP Muş İl Eş Başkanı Muhlise Karagüzel ağır kalp hastası ve hastaneye götürülüp getirilirken kelepçe takıldı.

Açlık grevcilerinin talepleri konusunda Adalet Bakanlığı’yla görüştünüz mü?

Bakanlıkla doğrudan bir görüşmemiz olmadı ama biz bu sorunu zaten sürekli TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun gündemine getiriyoruz. Bakanlık bu grevle ilgili bizden daha fazla detay biliyor ama sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi kulağının üstüne yatmayı sürdürüyor. Oysa 2018 yılındaki açlık grevinden sonra Adalet Bakanı, İmralı’da uygulanan tecridi inkâr etmiş, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi konusunda bir sorun olmadığını, bu engeli kaldırdıklarını aynen şu sözlerle ifade etmişti: “Daha önce verilen kısıtlama kararları söz konusuydu. Bu kısıtlama kararları kaldırıldı. Görüşme yasağına ilişkin bu kararlar kaldırıldı ve görüşme imkanı getirildi. Hukuken bu konudaki engeller kalktıktan sonra avukatının görüşme imkanı da hukuken söz konusu olmuştur." Ama aradan iki yılı aşkın süre geçtiği halde Adalet Bakanı’nın bu sözlerinin gereği yerine getirilmedi.

SÖZKONUSU İMRALI OLUNCA NE ULUSAL YASALAR NE ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER İŞLETİLİYOR

İmralı uygulamasının sadece Türkiye’de değil, dünyada da eşi-benzeri yok. Peki Öcalan’ın ailesiyle, avukatlarıyla görüşmesini engelleyecek herhangi bir yasal dayanak var mı?

Ne Türkiye yasalarında ne de uluslararası bağlayıcılığı olan herhangi bir sözleşmede bu uygulamayı hukuki kılacak bir kaide var. Dolayısıyla bu uygulamanın hukuken tek izahı, bu tecridin hukuken de suç olduğudur. İktidarın siyasi hamlelerine göre geçmişte İmralı’daki tecrit istisnai olarak gevşetilse de, başından itibaren bu özel rejim sürdürüldü. Öcalan’ın yasal hakları keyfi biçimde kullandırılmıyor. Türkiye kanunlarına göre ister tutuklu, ister hükümlü, suçu ne olursa olsun her mahpusun avukatlarıyla, ailesiyle görüşme, telefonla iletişim kurma, mektuplaşma, kargo gönderme vs, hakları var. İmralı’da bunların hiçbiri yok. Leyla Güven’in başlattığı ve bütün hapishanelere yayılan açlık grevi sonrası haricinde 5 Nisan 2015 tarihinden beri İmralı’yla hiçbir temas kurulamadı. Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi, uluslararası pek çok sözleşmeye taraf bir ülke. Fakat söz konusu İmralı olunca ne ulusal yasalar ne de uluslararası sözleşmeler işletiliyor. İmralı tecridinin kaldırılmasını istemek, mevcut yasaların uygulanmasını istemekten ibaret. Ama “yasayı uygulayın”, “kanunsuz iş yapmayın” demek bile kanunu çiğnemek, suç işlemek olarak yaftalanıyor.

Hukukçu bir milletvekili olarak cezaevlerine girip mahpuslarla görüşebiliyor musunuz?

Çok nadir. 7 Haziran 2015’ten bir süre sonra başvurularımızın neredeyse tamamı cevapsız bırakılıyor. O yüzden mahpuslarla ilgili hak ihlallerini avukatları ve ailelerinden elde ettiğimiz bilgilerle takip edebiliyoruz.

HAPİSHANELERDE 12 EYLÜL İŞKENCELERİNİN PROFESYONEL VERSİYONU YAPILIYOR

Yakın zamanda HDP eski eş genel başkanı Figen Yüksekdağ ve partinizin eski yönetim kadrosunda da yer almış çok sayıda kadın siyasetçinin koğuşlarının basıldığı, kâğıt-kalemlerine bile el konduğu haberleri gelmişti. Bu uygulamalar sürüyor mu?

Maalesef birçok cezaevinde, “arama” adı altında bu baskılar da devam ediyor. Arkadaşlarımızın mektuplarına, el yazılarına, kitaplarına el konuyor. Siyasetçilerin dış dünyayla fiziksel olduğu kadar düşünsel iletişimi de koparmaya çalışıyorlar. Şu anda yürütülen açlık grevlerinin bir nedeni de bu tür uygulamalar. Oysa bu insanlar fikirlerinden ötürü hapisteler ve siz onları dört duvar arasına koydunuz diye düşünmekten, düşündüklerini yazmaktan vazgeçmeyecekler. Şu anda 12 Eylül darbesi sonrası yapılan işkencelerin inceltilmiş, profesyonelleşmiş versiyonu uygulanıyor. Cuntacılar kaba dayak ve işkenceyle politik mahpusların iradesini kırmaya yöneliyordu. Şimdikiler bunu daha profesyonel biçimde yapıyor. Örneğin denetimli serbestlik hakkı kazanan siyasi mahpusa “ıslah olup olmadığı”, “toplum için tehlike oluşturup oluşturmadığı” incelemesi uygulanıyor ve bu şekilde yasayla elde ettiği hak kullandırılmayarak teslim alınmaya çalışılıyor.

Nasıl yani? Bu bir nevi hapishanede kurulmuş yeni bir mahkeme heyeti gibi mi işliyor?

Tabii, bu insanlardan pişmanlık gösterdiklerine dair dilekçe yazmaları isteniyor. Propagandadan ceza almış birine de “örgütle ilişkim yok” diye dilekçe yazdırılıyor. Oysa mahkeme zaten örgüt üyesi olmadığına karar vermiş ki, propagandadan ceza vermiş. Siz onu hapiste ayrıca mahkeme ediyorsunuz. Böyle bir şey olmaz! İnsanlara sürekli pişmanlık göstermeleri dayatılıyor. Denetimli serbestlik hakları geciktiriliyor. Üst üste disiplin cezaları vererek insanların cezalarını bitirseler bile hapisten çıkmaları engelleniyor. Ayrıca cezası kesinleşmiş, hüküm almış mahpuslar da son İnfaz Yasası düzenlemesiyle tekrar emniyete götürülüp sorgulanıyor. Mahpuslara esir muamelesi yapılıyor.

İKTİDARIN HEDEFİNDE BOYUN EĞMEYEN KADINLAR VAR

HDP Kadın Meclisi sözcüsü olarak, özellikle kayyım uygulamasıyla birlikte kadınların maruz kaldığı sorunlara da çok sık dikkat çekiyorsunuz. Kayyım uygulaması Kürt kadın hareketini, kadınların gündelik hayatını nasıl etkiliyor?

Sadece Kürt kadınlar değil, iktidarın hedefinde boyun eğmeyen tüm kadınlar var. Öte yandan sadece 2020 yılı içinde hareketimizden 244 kadın gözaltına alındı, 81’i tutuklandı. Neredeyse her gün bir ilimizde, bir beldemizde gözaltı yapılıyor. Gözaltı sonrası tutuklama kararı verilmese bile, binlerce kadın hakkında imza tedbiri, yurtdışına çıkış yasağı, ev hapsi kararı veriliyor. Daha geçen hafta Diyarbakır’da yapılan bir operasyonda biri 71, diğeri 79 yaşında iki anne tutuklandı. Özgür Kadın Hareketi (TJA) sözcüsü Ayşe Gökkan, sırf kadın özgürlüğü için mücadele ettiği için geçen ay tutuklandı. Ayşe Gökkan hakkında 215 dava açıldı ve 600 defa mahkemeye gitti. Demokratik ülkelerde kadınlar başarılarıyla rekor kırıyor, Türkiye’de yargılanmayla, haklarında açılan davalarla. Gökkan hakkındaki tüm dosyalar kadın çalışmalarıyla ilgili. HDP Kars Belediyesi Eş Başkanı Şevin Alaca tutuklu. Geçen gün 108 sayfadan oluşan dosyasını inceledim. İddiaların, suçlamaların tümü eşbaşkanlık sistemine dayanıyor. Kadın-erkek eşitliğine yönelik faaliyetler suç sayılıyor. Kayyım uygulamasına paralel biçimde bölgedeki tüm kadın kurumlarının da kapısına kilit vuruldu. Daha önce kadınlar bir sorun yaşadıklarında çalabilecekleri tüm kurumların kapısı şu an mühürlü.

İktidar yanlıları, “bu kurumlara gerek yok, sorun yaşayan kadınlar polise gitsin” gibi bir yaklaşım içinde…

Bir kere bölgede kadınlar yaşadıkları cinsel veya fiziksel şiddet karşısında polisi asla güvenli bulmuyor. Çünkü sorunları çözülmüyor, kadınlar korunmuyor ve çoğunlukla evlerine gönderiliyor. Salgınla birlikte pek çok sığınma evi de kapatıldı. Daha önce özellikle belediyelerin cinsiyet eşitlikçi politikaları sonucu kadınların eli güçlenmiş, erkeklerin de kendilerine çekidüzen verdikleri bir toplumsal gerçeklik sağlanmıştı. Fakat militarizm cinsiyetçiliği daha da hortlattı. Devlet kayyımla birlikte ataerkilliği de yeniden güçlendirdi.

Kayyım uygulamalarının kadına yönelik şiddete yönelik etkilerini gösterecek veriler var mı elinizde?

Biz bu konuda araştırma yapmak istedik ama hiçbir resmi kurum verileri paylaşmaya yanaşmadı. Bu normal. Çünkü sadece bölgede değil tüm ülkede erkek şiddetinin görünürlüğünü azaltmak istiyorlar. Fail erkekse zaten peşinen bir koruma kalkanı elde ediyor. Fakat fail üniformalı bir erkekse, koruma kalkanı çok daha güçlü oluyor. Dolayısıyla bölgede bu tür suçlara karışmış kolluk güçleri yargılanmıyor veya cezasız bırakılıyor. Buna karşın da kadınların koruma kalkanı olan bağımsız kurum ve kuruluşların tümü kapatıldı. Militarizm ve cinsiyetçilik birbirini tamamlıyor ve bunun koordinasyonunu da iktidar yapıyor. Uzman Çavuş Musa Orhan’ın istismarına maruz kalan İpek Er’in intiharı buna karşı bir çığlıktı. İpek, adaletsizliğin cinayetine kurban gitti. Kadınlar sadece ataerkiyle değil, aynı zamanda bu sistemi tesis eden, güçlendiren devlet mekanizmalarıyla da mücadele etmek zorunda.

İKTİDAR BASKILARININ BİR NEDENİ ATAERKİLLİĞİ YENİDEN GÜÇLENDİRMEK

Son beş-altı yıllık baskılar, Kürt kadın hareketini nasıl etkiledi?

İktidar, Kürt kadın mücadelesini aşılması gereken bir bariyer olarak görüyor. Çünkü kadın hareketi sayesinde Kürt toplumunda çok tarihi bir zihinsel dönüşüm yaşanıyordu. Benim Batman gibi bir şehirden kadın kimliğimle milletvekili olabilmem, sayısız arkadaşımızın aktif siyasetin içinde yer alabilmesi bu zihinsel dönüşüm sayesinde mümkün oldu. Fakat iktidar kadın-erkek eşitliğini bir tehdit olarak görüyor. Bu doğrudur da. Kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı bir sistem şimdiki gibi otoriterleşemez. O yüzden iktidarın baskılarının bir hedefi de ataerkilliği yeniden güçlendirmek. Bununla birlikte ilkelerinden, hedeflerinden taviz vermeyen, köleleştirmeye yönelik basınçlara direnen bir kadın hareketi var Türkiye’de. Kürt kadın hareketi bu mücadelenin çok güçlü bir bileşeni.

Sosyal medyada zaman zaman tüm kadın siyasetçilere cinsiyetçi saldırılar oluyor. En son eş başkanınız Pervin Buldan’a yönelik böylesi bir saldırı oldu. AKP’li kadın siyasetçilere yönelik saldırılar kovuşturma sebebi olurken, size yönelik saldırılarda sistem nasıl işliyor?

Elbette bize yönelik cinsiyetçi saldırılar herhangi bir işlem konusu yapılmıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü yalnızca iktidar ve yandaşları için geçerli. Onlar hakaret edebilir, tehdit edebilir, cinsiyetçi söylemlerde bulunabilirler. Muhalefet ise en ufak bir eleştiride karşısında devletin sopasını, yargısını buluyor. Biz ilkesel olarak eleştiri sınırında kalan söylemleri zaten yargıya taşımıyoruz. Ama alenen yapılan cinsiyetçi saldırılar, hakaretler, hedef göstermeler konusunda yaptığımız başvuruların hemen hepsi de eleştiri olarak gösterilip takipsizlikle sonuçlandırılıyor.

HDP DÜKKAN DEĞİL Kİ KAPISINA KİLİT VURULUNCA KAPANSIN

Geçtiğimiz hafta TBMM’ye çoğunluğu HDP milletvekilleri hakkında olan fezlekeler geldi. Sizin hakkınızda ne tür fezlekeler var?

2015 yılından beri milletvekiliyim, birçok eylem ve etkinliğe katıldım. Demokratik bir hukuk devleti olmadığımız, yargı muhalefete bir sopa gibi tutulduğu için tabii ki benim hakkımda da fezleke var. Partimizin eş başkanının konuşma yaptığı etkinliğe katılmaktan bile hakkımızda fezleke hazırlanmış. Gerisini varın siz düşünün!

HDP’nin kapatılması tartışılıyor. Siz bu filmi nasıl seyrediyorsunuz?

Açıkçası her yöntemi deneyen, denediği hiçbir yöntem başarılı olmayan ama denemekten de vazgeçmeyen çaresiz bir iktidar var karşımızda. HDP’ye karşı aldıkları tavır güçlerinden değil çaresizliklerinden kaynaklanıyor. HDP sadece 6 milyon oy almış bir parti değil, aynı zamanda gelecekte Türkiye’nin demokratik bir ülke olması için teminattır. Hedef aldıkları da zaten bu teminatın kendisi. Demokrasi mücadelesi verecek bir aktör olmasın istiyorlar. Çünkü HDP ve Türkiye kadın hareketi olmasa, mevcut iktidar çoktan kalıcı hale gelebilecekti. Kadın mücadelesi olmasa, AKP çoktan istediğini elde etmişti. Bu hamasi bir siyasetçi sözü değil, hakikaten bize yönelik saldırıları son çırpınışları.

Peki kapatma ihtimaline karşı nasıl bir hazırlığınız var?

Biz her türlü olasılığa hazırlıklıyız. HDP bir dükkân değil ki kapısına kilit vurulunca kapansın. Onlar öyle zannediyorsa, büyük yanılıyorlar.

Sohbetimizi 8 Mart’a ilişkin değerlendirmenizle bağlayalım mı?

Kürtler için Newroz, kadınlar için 8 Mart yılın başlangıcı gibidir. Son bir yıl herkes için zordu ama kadınlar için daha da zordu. Evlere sıkışıp kalan, erkek şiddetiyle boğuşan, yoksullukla baş etmek zorunda kalan ama direnmekten vazgeçmeyen kadınlar 8 Mart’ta sokağa çıkacak, haklarını ve taleplerini haykıracaklar. Kadınların isyandan vazgeçmeyen inadı sürüyor. Bu inat iktidara ve onun işbirlikçisi ataerkil sisteme de geri adım attıracak. Onlara bu ülkenin faşizmle, militarizmle, ataerkil anlayışla yönetilemeyeceğini kadınlar gösteriyor, gösterecek. Kadınların kazanımlarından tüm ezilenler istifade edecek.

 
Tüm yazılarını göster