Ayşe Kulin'den 'Yarın Yok': Günümüze gelecekten bakmak
Ayşe Kulin’in son romanı 'Yarın Yok', Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Elif Nihan Akbaş
Mutluluk, bir zamanlar bir gelecek vaadiydi. Bütün sıkıntılara, içimizi karartan bütün şahsi yahut toplumsal gelişmelere ileride, zamanın bir noktasında yol kenarında durmuş bizi bekleyen mutluluklar olduğu inancıyla katlanırdık. "Beklenen gün gelecekse çekilecek çile kutsaldır," diyen Victor Hugo’ya yürekten inanır, bizi bekleyen o mutluluğu hak etme umuduyla payımıza düşen sıkıntılara katlanırdık. Sonra kişisel gelişimle birlikte oldu sanırım, "an" girdi hayatımıza, mutluluğun gelecekte değil aslında tam da içinde bulunduğumuz anda, yanı başımızda olduğunu, lakin biz gözümüzü hep uzaklara diktiğimizden kıymetini bilemediğimizi söylediler bize. Buna da inandık. İçinde bulunduğumuz anın tadını çıkarmak için aslında içimizden gelmediği hâlde bizi mutlu edeceğine inandığımız bir sürü şey yapar olduk. Derken birden sonradan fark ettiğimiz bir şeye dönüştü mutluluk. "Meğer o günlerde ne kadar mutluymuşum, keşke kıymetini bilseymişim," demeye başladık. Hatta sanırım bir sonraki safhaya da geldik artık; mutluluğun, bizim de bulunmadığımız bir geçmişte olduğuna inanıyoruz. Her gün en az bir kere izimizin olmadığı bir geçmiş zaman dilimine gitmeyi, orada mutlu olacağımızı düşlüyoruz. Geçmişte yaşamayı düşleyenlerin sayısı çoktan geleceği hayal edenlerin sayısını aştı. Kısmen de olsa bildiğimiz bir şeye yönelmenin konforu mu bu?
Ayşe Kulin’in son romanı 'Yarın Yok’un ana karakteri Mira’nın günümüzden yüzlerce yıl sonrasında söyledikleri düşündürüyor bana bunları. "Mutlu olabilmek için geçmişi konuşmak ve hayal etmek zorundaydık. Mutluluk geçmişte kalmıştı çünkü," diyor kendisi, Hayırlı Uyanış’tan yüz yirmi bir yıl sonra. Oysa Mira belki bugünün çoğu insanından daha şanslı. Savaşsız bir dünyada, herkesin eşit fırsatlara sahip olduğu bir düzende, teknolojinin arşa çıktığı ve gündelik yaşamı ziyadesiyle kolaylaştırdığı bir zamanda yaşıyor. Bir bilim insanı ve her türlü kaynağa erişimi var. Yine de bir şeylerin eksikliğini hissediyor. Her şeyin cetvelle çizilmiş gibi ayarlandığı, herkesin hangi yaşta öleceğinin bile yasalarla belirlendiği, insanın ruhuna bile sınırlar çizilmiş bir dünyada sahici bir mutluluk mümkün mü sahiden?
'Yarın Yok', Ayşe Kulin’in 'Tutsak Güneş’le birlikte ikinci distopyası. Yazarın sayısı kırka yaklaşan eseri içinde birkaçı günümüzde geçse de çoğunlukla geçmişe uzanan hikâyeler var. Gerçi bu bağlamda 'Yarın Yok' da geçmişe uzanan bir roman sayılabilir, zira ana karakter Mira’nın içinde yaşadığı dünyaya dair genel hatlarıyla bir şeyler öğrenmemizin hemen ardından onunla birlikte geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarken buluyoruz kendimizi.
Büyük bir bölümü Mira’nın ağzından anlatılan, kimi bölümleri geçmişte yaşamış karakterlerin bakış açısıyla sunulan, kimi bölümleri de karakterler arası yazışmalardan oluşan bir roman Yarın Yok. Mira, hiçbir doğal kaynağın kalmadığı, insanların teknoloji ve bilim vasıtasıyla yaşamlarını sürdürerek bambaşka bir düzen kurduğu, yeni gezegenlerde yaşam alanları kurulmuş bir zamandan sesleniyor bize. Ölülerin gittiği alan olduğuna inanılan ve onca bilimsel ilerlemeye rağmen yaşayanlar için hâlâ belirsizliği korunduğu için “Müphem Alan” olarak adlandırılan ölüm sonrası üzerine çalışan genç ve başarılı bir bilim insanı. Ama her şeyin milimi milimine belli olduğu, belirli kurallar çerçevesinde işlediği bu dünyada Merkez Şehir Devleti’nin tüm imkânlarını seferber etmesine rağmen kontrol altına alamadığı bir belirsizlik var hâlâ: 2000’li yılların başlarında laboratuvarda üretildiği varsayılan Tayro Virüs.
Başka bir gezegene, her şeyin bu kadar belirli ve yapay olmadığı bir yaşama gitmenin düşlerini kuran Mira’nın geçmişle, Müphem Alan’daki atalarıyla bağlantı kurmak zorunda kalmasının nedeni de aynı virüs. Zira üzerinde çalışılan ve geçmişin seslerini kayıt altına alarak sesin genetiğini araştırabilen yeni bir teknoloji, Mira ile Tayro Virüs’ün formülünü bilen 2000’li yıllarda yaşamış bir doktorun sesini eşleştiriyor ve Mira’ya atalarıyla bağlantı kurarak bu formülü ele geçirme görevi veriliyor.
Ayşe Kulin, bir yandan da bambaşka dünyaları ve zamanları anlatan kitapları arasında incecik bağlantılar kurmayı ve hepsini bir bütün oluşturacak kurgusal bir evren hâline getirmeyi seven bir yazar. 'Yarın Yok’ta da aynı yola başvurmuş. Mira ilk olarak sesinin eşleştiği atasıyla bağlantı kurduğunda soyundaki bütün cesur kadınları tek tek tanımaya başlıyor ve Kulin’in sadık okurları bu kadınların her birinin yazarın başka bir kitabının kahramanı olduğunu gözden kaçırmıyor.
Geçmişin en çetrefilli zamanlarında dolaşıyor belki de Mira. Gezi dönemine, 8 Mart yürüyüşü esnasında polis şiddetine maruz kalan kadınlara tanık oluyor, atalarından erkeklerin kendilerini çeşitli şekillerde nasıl kadınlardan üstün gördüklerini dinliyor. Hatta daha da geçmişe giderek 6-7 Eylül olaylarının yarattığı trajedileri öğreniyor. Ama elbette dinlediklerinden ona kalan, soyundan geldiği cesur kadınların mücadeleleri. En çok o işliyor içine. Bir de kendi iradeleriyle seçimler yapabilmeleri. Her şeye rağmen, geçmişte, her şeyin çetin bir mücadele gerektirdiği dönemlerde buluyor umudu. Kendi yaşamında eksik olanın mücadele ve irade olduğunu fark ediyor.
"Biz, kişisel hırslarımız olmadığı ve savaşla hiç tanışmadığımız için çok şanslıyız fakat sizlerinki gibi hayatlar süremediğimizden, bence boynu bükük bir kuşağız. Gönlümüzce yaşamak, âşık olmak, evlenmek, sevişmek, dünyaya istediğimiz kadar çocuk getirmek bir yana, ömrümüzün doğal süreci bile yöneticilerin iradesine bağlı," diyor.
Lakin geçmişi (ya da hikâyenin geçmişi olan bizim bugünümüzü) körü körüne güzelleyen bir roman da değil 'Yarın Yok'. Bilakis, hatalarımızı yüzümüze vurarak ileride sebep olabileceği muhtemel sonuçları gösteriyor bize Mira’nın mutsuzluğunda. Mira geçmişte mutluluğu değil, mücadele azmini buluyor. Karamsar bir gelecek çizmiş olsa da umudun bugünde ve bizde saklı olduğunun da altını çizerek okuru yarınları var etmeye davet ediyor. Geçmişteki mutlulukları özlemekle yetinmeden onu yarınlara taşımaya…