Ahmet Kural-Sıla fırtınası halen dinmedi. Birçok insan kadın düşmanı ilan edilmemek için dile getiremiyor; fakat olay üzerine ortaya çıkan tablo benim de dahil olduğum bir kısmın canını bir miktar sıktı. Öncelikle şunu belirteyim, elbette Sıla’nın yanındayız, kadının insan hakkını savunmayı gece gündüz kendine iş edinmiş insanlar olarak bundan önce şiddete uğramış her kadının yanında olduğumuz gibi.
Olay üzerine verilen büyük tepki, yorumlar, açıklamalar, Yapı Kredi’nin duyurusu vs. ilk etapta hepimizi sevindirdi; kadına yönelik şiddet, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddet Haftası’nın hemen öncesinde ne yazık ki kötü bir olayla Sıla üzerinden büyük yankı uyandırıcı şekilde tekrar gündeme geldi. Ve hatta ötesinde 6284 Sayılı Kanun, bir yıldır gündeme getirmek için kendimizi paraladığımız kanun, bu süre zarfında ilk kez ‘gerçekten’ gündeme geldi. Bu kısmı açıklayacağım. Fakat bu kısma gelmeden önce ufak bir sitem etmeden geçemeyeceğim; bu ülkede her gün nice korkunç şiddet vakaları, cinayetler gerçekleşiyor, şu an sizler bunu okurken yüzlerce kadın şiddete uğruyor. Elbette her birine bu şekilde tepki veremeyiz. Zaten tüm çabamız her vakada toplumsal tepki ortaya çıkmadan hukukun düzgünce uygulanması ve şiddete neden olan zihniyetin ortadan kaldırılması. E insanlar artık “Şiddet duymaktan bıktık” diyorlar. Fakat Sıla meselesinde konuyu günlerce ve günlerce konuştular. Bu, kadına yönelik şiddetten öte bir magazinsellik içeriyor maalesef. “Ahmet Kural Sıla’ya ne güzel bakıyor” efsanesinin bir anda tersine dönmesinin şokunu yaşıyor birçok insan daha ziyade. Arkadaşlarım bu konuda niçin tek kelime yorum yapmadığımı soruyor. Hatta bu sebeple tebrik edenler bile oldu. Niçin biliyor musunuz? Konu kadına yönelik şiddet rayından fazlasıyla çıkıp magazinselleştiği için ve birçok kişi bu konudan çok affedersiniz ama “nemalanmaya” çalışıyor göründüğü için. E bu durum biraz uzayınca elbette insanları rahatsız ediyor. Yazmış biri işte, "siz bu konuya ilişkin bilmem kaçıncı yorumunuzu yaparken şu an Kahramanmaraş’ta iki çocuğunun elinden tutmuş üçüncüyü de sırtında taşıyan bir kadın yol ortasında dövülüyor!" diye. Size bir şey söyleyeyim mi, üç aydır, çocukken hem öğretmeni hem de kuzeni tarafından istismara uğrayan 18’ini yeni doldurmuş bir gencin haberini yapmak için uğraştık. Hiçbir gazete ve TV konuyu gündeme getirmek istemedi. Sonunda sağolsun gazetemiz yaptı. Fakat yeterli tepkiyi almadı. Niçin? Çünkü insanlar hem istismar hem de şiddet haberlerinden artık bıktı. Peki olay şimdi ne boyutta? Savcı beş yıl önceki olay için iç muayene istediği ve genç kadın bunu mantıksız bularak gitmediği için şu an mahkeme kararı çıkarıldı zorla muayene için. Belki magazinselleşen tepkilerin yarısı bu olay için verilseydi, o genç kadın beni üç gün önce sabahın köründe “Ne yapacağım ben şimdi? Zorla mı muayene edecekler” diye ağlayarak arıyor olmazdı. Demek ki artık yasaların uygulanması için yalnızca toplumsal tepki verilmesi gerekmiyor, aynı zamanda ünlü kişiler olmak da gerekiyor.
Her neyse.
6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un bu vesileyle tekrar gündeme gelmiş olması önemli bir gelişme. Biliyorsunuz yaklaşık son bir yıldır belli kesimlerce bu kanuna ciddi bir saldırı vardı. Birtakım paçavralar her hafta aksatmadan bu kanun için “Yuva yıkan yasa!” manşetleri atıyordu. Bu saldırıları püskürtmek için Kadın Meclisleri olarak elimizden geldiğince çabaladık, “can simidi” niteliğindeki 6284 Sayılı Kanun’u insanlara tanıtmak, kanunun şiddete uğrayan kadınlar için ne derece hayati olduğunu anlatmak için sokak eylemleri yaptık, sosyal medyada kampanyalar düzenledik, panellere katıldık, TV programlarında konuştuk, bildiriler-afişler-kartvizitler hazırladık, dağıttık.
Bu kanunun tarihi ve önemi kısaca şu:
6284’ten evvel 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun uygulamadaydı. 4320 Sayılı Kanun’un şöyle bir handikapı vardı; bu kanun yalnızca evli olan kadınları korumaktaydı. Oysa biliyorsunuz şiddete uğrayan kadınlar yalnızca evli olan kadınlar değil. Dolayısıyla kanun bu bakımdan çok eksikti. Her ne kadar kadın örgütleri bu eksikliği sıkça gündeme getirse de sesleri pek duyulmuyordu. Bu konuda milat diyebileceğimiz iki konuyu belirtmemiz lazım: İlki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) verdiği Opuz-Türkiye kararı. Bu karar özetle, kadına yönelik şiddetin “aile içi” bir mesele olmaktan öte bir konu olduğunu, kadına yönelik şiddetin azalması için devletlerin gerekli önlemleri almak üzere hukuki çözümler üretmeleri gerektiğini dile getirmekteydi. Diğer yandan ülkede büyük yankı uyandıran bir kadın cinayeti gündeme geldi: Ayşe Paşalı boşandığı eşi tarafından defalarca öldüresiye şiddet görmüş, tehdit edilmişti; fakat evli olmadığı için kanun onu korumuyordu. Neticede Ayşe Paşalı boşandığı eşi tarafından hunharca öldürüldü ve bu olay bir nevi milat oldu.
Neticede, kadına yönelik şiddete çözüm bulabilmek için daha ziyade önleyici tedbirlere yoğunlaşan bir sözleşme, Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi hazırlanmaya başlandı. Nitekim sözleşme 2011 yılında imzalandı. Bununla birlikte, bu sözleşmenin önleyici tedbirleri içerir hükümlerinden yola çıkılarak acil durumlarda uygulanmak üzere “koruyucu” pratik bir kanun daha hazırlandı; işte o kanun 6284 Sayılı Kanun.
6284 Sayılı Kanun’un en önemli özelliği; delil aranmaksızın, yalnız kişinin beyanı esas alınarak koruma talep eden kişiye koruma sağlaması. ‘Kişi’ diyorum çünkü bu yasadan erkekler de faydalanabilir. Ama nedense(!) hep kadınlar faydalanıyor. Koruma karakoldan, kaymakamlıktan-valilikten, savcılıklardan yahut mahkemelerden istenebilir. Karar ortalama 24 saat içinde verilir. Bu karar ile talep eden için tehdit teşkil eden kişilerin evden-işyerinden uzaklaştırılmasına, talep edene yaklaşmamasına, herhangi bir şekilde iletişim kurulmamasına, çocuklara yaklaşmamasına veya çocukla görüşmenin refakatçi eşliğinde yapılmasına, alkol ve uyuşturucu kullanmamasına, silahlarını teslim etmesine, tedavi edilmesine vs. önlemlere karar verilebilir. Bu kararlara uymayan kişiler hapisle cezalandırılır.
Şiddet uygulayan pek çok kişi, hakkında bu kararın verilmesiyle çoğunlukla kendiliğinden şiddet uygulamaktan vazgeçiyor. Birçok kadının, çocuğun bu kanun sayesinde hayatı kurtuluyor. Bu kanunun çıkarıldığı yıl kadına yönelik şiddet istatistiki olarak ciddi oranda azaldı örneğin. Buna rağmen, bu kanuna saldırılar var; çünkü gericiler tarafından kadın ne yaşarsa yaşasın evliliğin bekası daha önemli. Kadın, onlar için her daim ikincil hatta ikincil dahi değil, bir çocuk üretme aracından ibaret.
Nitekim, ısrarla dile getirdiğimiz gerçekler ve bu yasanın önemi her defasında maalesef Sıla’nın yaşadığı türden olaylarla ve kimi zaman daha kötü vakalarla kanıtlanıyor. Artık bazı şeylerin önemini anlamamız için kötü olaylar yaşamamız gerekmesin.
Son olarak dile getirmek istediğim hassas bir husus var: Kadın hakları savunucuları olarak bizler, savunucunun konunun öznesi olmasına her daim özen gösteririz. Hemen baştan belirteyim; bu katiyen erkekler kadın hakkını savunamaz demek değil. Yalnızca, işin aktif-görünen kısmında kadınların yer almasının bu mücadeleyi özüyle uyumlu hale getirdiğini dile getirme derdindeyiz. Yani, eğer kadına yönelik şiddet -yukarıda belirttiğim AİHM’in Opuz ve daha nice kararında yer aldığı üzere- aile için bir konudan ibaret değilse, toplumsal bir sorun olarak addedilmekte ise, kadına yönelik şiddete karşı mücadele edilen her alanda konunun öznesi olan kadınların öncülük etmesi son derece önemlidir. Biraz daha açık ifade etmek gerekirse, bizler, kadınların haklarını gece gündüz savunmayı kendine asli sorumluluk addetmiş olanlar olarak, şiddete uğrayan kadınların hukuki olarak “öncelikle” kendilerini bir kadının savunmasını talep etmelerini rica ediyoruz. Zira, pratikte kadın mücadelesinin özünü çözümlemiş erkek dostlarımız kadın haklarına ilişkin durumlarda kadın avukatlara yönlendirmelerini kendiliğinden yapmaktalar. Lakin aksini uygulayan, yönlendirmek bir yana kadın hakları üzerinden kendine yol çizen erkek meslektaşlarımız da yok değil. İyi anlaşılması için tekrar belirtelim hukuki savunmanın cinsiyeti elbette olmaz; fakat kadın mücadelesi aynı zamanda toplumsal bir insan hakları mücadelesi olması sebebiyle uygulamada bu konuda hassasiyet gösterilmesi çok önemlidir. Kadınların yine bir kadın tarafından savunulması mücadelenin özünden kopmamak ve konuya daha kuvvetli dikkat çekmek anlamına gelecektir. Kadın arkadaşlarımıza önemle duyurulur.